“İnsanları, çevreyi korumak için gerçekte olduğundan daha fazlasını yaptığına inandırmak” tanımına, ülkemizde “Yeşil Badana”, “Yeşile Boyama” ya da “Yeşil Aklama” deniliyor. “Yeşil dolandırıcılık” diyenler de var. Dünya buna Greenwashing diyor.
Ayrıca Greenwashing kelimesinin Brainwashing (beyin yıkamak)’den türetildiğini de aklımızın bir köşesinde tutalım.
Günümüzde bu bir pazarlama metodu. Büyük şirketler, markalar, müşteri çekmek ve mevcut müşterilerini elinde tutabilmek için toplumun hassas olduğu konularla karşımıza çıkabiliyorlar. Bu pazarlama yöntemini bazen de hükümetler kullanıyor. Aslında yapılmayanları “MIŞ” gibi yapmak da diyebiliriz buna. Son zamanlarda hem işletmelerin hem de ülkelerin en popüler konusu ise iklim değişikliği ve iklim krizi.
Geçtiğimiz günlerde,
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan iklim krizi ile ilgili bir açıklama yaptı. Bu meselenin ülkenin en önemli mevkiinde konuşuluyor olması gerçekten çok değerli. İsviçre’nin Cenevre kentinde Birleşmiş Milletler (BM) ve Pakistan’ın ev sahipliğinde düzenlenen “İklime Dayanıklı Pakistan” konulu uluslararası konferansa gönderdiği video mesajında Erdoğan, iklim değişikliğinin yıkıcılığından söz etti. Malum geçtiğimiz yıl, Pakistan’ın 3 de biri sular altında kalmıştı yoğun yağış ve seller sebebi ile.
Erdoğan şöyle bir cümle kurdu;
- “ Pakistan’da vuku bulan felaket, iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu ve benzeri felaketlerle mücadeleyi bir strateji çerçevesinde dayanışma içerisinde yürütmek gerekiyor. Türkiye bu küresel mücadeleye katkı sağlamak bakımından üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmektedir.”
- “ Zarar gören afet bölgelerinin yanı sıra Pakistan’ın afete uğrama riski bulunan tüm bölgelerinin iklime dayanıklı şekilde yeniden inşa edilmesi yeni acılar yaşanmasının önüne geçecektir”
Erdoğan’ın cümlesini ikiye ayırdım Çünkü 2. Bölüm ile ilgili bir iddiam yok. Yapıyorlardır, bir şey diyemem, ancak bu iklim krizini önleme mücadelesi değildir, yardım kampanyasına katılmaktır. Beni asıl ilgilendirilen “Türkiye bu küresel mücadeleye katkı sağlamak bakımından üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmektedir” cümlesi.
Acaba, getirmekte midir? Buna hep birlikte karar verelim, bakalım Türkiye neler yapılıyor?
BİR …………(İklim Krizinin en önemli nedenlerinden biri sera gazlarının artmasıdır)
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, COP27’de Bakanlar toplantısında yaptığı açıklamada Türkiye’nin güncellenmiş Ulusal Katkı Beyanı (NDC) hedefini duyurmuştu. Bu ne demekti?
“Dünya daha fazla ısınmasın diye ülke olarak “ŞUNLARI ŞUNLARI” yapacağız.” demektir. Buradaki ŞUNLARI” derken her ülke kendi taahhüdünü açıkladı, biz de açıkladık. Bizim taahhüt de şöyle bir sorun var yalnız; eğer bakanın dediği gibi olacak ise, taahhüdümüz seragazı emisyonlarını azaltmak yerine artıracak. Çünkü;
Kurum’un açıklamasına göre Türkiye’nin 2030 %21 artıştan azaltım hedefi %41’e yükseldi. Açıklanan hedef ise “artıştan azaltım” olması nedeniyle, seragazı emisyonlarını azaltmak yerine artması anlamına geliyor.
İKİ……… (Sera gazlarındaki artışın en önemli nedenlerinden biri de, fosil yakıtlar yani, petrol, kömür ve doğalgaz kullanımıdır)
Erdoğan ile aynı gün açıklama yapan İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu’nun şöyle bir söylemi oldu;
“Allah'a şükür bugün Gabar'da petrol çıkıyor. Tuşimiya'ya gittik, 6 bin 500-7 bin kilo kalori kömür gördük. Türkiye'nin en kaliteli kömürlerinden bir tanesi."
Bütün dünya bas bas bağırıyor; İklim Krizini (önlemek mümkün değil de artık) yavaşlatmak için “Fosil yakıtlardan vazgeçmek zo-run-da-yız…” adam yeni kömür ve petrol rezervleri diyor, bunu müjde olarak veriyor..
ÜÇ ………….(Türkiye kömür zengini değildir. Var olan kömür de mangal yakmak için bile kullanılamayacak kadar kalitesi, enerjisi düşüktür. Kyn: Kömür Masalları/ İklihaber.org)
Kömür müjdesi verilmişken ilk aklıma gelen, Kahramanmaraş Afşin Elbistan oldu. Afşin Elbistan kömürlü termik santrallerinin olduğu bölgede her hanede en az bir hasta olduğunu artık bilmeyen yok. Halk küle bulanmış tarımsal ürünlerden, erken doğumlardan, kalp hastalıklarından, kısacası bir çok sorunundan şikayetçi. Üstelik halk ektiği ürünleri sulamak için artık su bulmakta güçlük çekerken, santrallerin çalışabilmesi için binlerce metreküp su, soğutma suyu olarak kullanılıyor. Kömür katmanına ulaşabilmek için yer altı suları çekilip boşaltılıyor. Karın siyah yağdığı bu şehrimizde ki artık o da yağarsa, termik santrallere ek binalar yapılması çalışmaları da hızla sürüyor.
DÖRT………. (Dünyada olmadığı gibi Türkiye’de de kömür ucuz ve ekonomik bir elektrik üretim kaynağı değildir.Kyn:Kömür Masalları )
Kömür termik santraller demişken, Muğla’daki kömür termik santrallerindeki son gelişmeleri de aktarmak da yarar var. Muğla Milas İkizköy Mahallesi Işıkdere mevkiinde yer alan ve arkeolojik kazıların yapıldığı tepe 3 gün içinde yerle bir edildi, geçtiğimiz günlerde. Arkeolojik buluntuların akıbetinin de belli olmadığı iddia ediliyor üstelik.
Zavallı İkizköylüler, ağaç dediler durmadı hükümet-özel sektör ittifakı, toprak dediler olmadı, doğa dediler olmadı, sonun da “burası sit alanı, kazı mazı yapamazsınız” dediler. Yine olmadı, bölgenin arkeolojik sit alanı ilan edilmesi için açılan dava sürerken, iş makineleri, dava alanı olan yeri yok ettiler bile. Kim yaptı? Maden sağasını genişletmek isteyen YK enerji. Kimdi onlar hatırlayalım, İÇTAŞ ve LİMAK. İbrahim Çeçen ve Nihat Özdemir. Ve elbette ormanı koruması gerekirken müteahhitti koruyan sistem desteği ile. Şimdi düşündüm de bu insanlar muhtemelen kahvaltılarında köy yumurtası yemek istiyorlardır. Sen köyleri yok et yok et sonra köy yumurtası, organik domates bulmaya çalış.
Hangi birini yazayım, ben bile daraldım. Ama şahane sıfır atık projemizi yazmadan olmaz.
BEŞ………… (Plastikler anlatıldığı gibi geri dönüşmüyor. Dönüşme oranı sadece ve sadece %9, lütfen aklınızın bir köşesinde hep kalsın, tek kullanımlık plastikler ölüm saçıyor)
Gerçekten süreç doğru işleseydi müthiş bir proje “Sıfır Atık Projesi”. “Kaynakların verimli kullanılması ile birlikte israfın önlenmesini, atık oluşumunun önlenmesini veya azaltılması ile birlikte atık oluştuğu durumda kaynağında ayrı toplanarak geri kazanımının sağlanmasını kapsayan bir atık yönetim felsefesi”.
5 yıl önce Emine Erdoğan önderliğinde ülkenin çeşitli kurumlarında başlatılan ve uygulandığı ileri sürülen, hatta BM’in gündemine bile giren bir proje. Bu proje sayesinde BM Genel Kurulunda kabul edilen bir kararla “30 Mart Uluslararası Sıfır Atık Günü” ilan edildi. Samimi duygum; uluslararası bir başarı;
ANCAK:
Çin 2018 yılında Avrupa’nın çöpünü almaktan vaz geçince, Çin’in yerini Türkiye aldı. 2018’den 2020 yılına kadar Türkiye’de plastik ithalatı yüzde 1200 arttı, buna paralel olarak dönüşüm tesislerinin sayısında da özellikle Adana ve İstanbul olmak üzere ciddi bir artış oldu. Amaç Avrupalının plastik çöplerinin dönüşümünü yapmak. Bu tesislerin kurulum şartlarından biri de yurt dışından gelen çöplerin yanında yerli malı çöplerin de bu tesislerde dönüştürülmesi gerekliliği. İşte Emin Erdoğan’ın projesi olarak bilinen “Sıfır Atık” çerçevesinde toplanan çöplerin geleceği nokta burası. OLMALI. Olmalı da acaba her şey olması gereken gibi mi bu tesislerde? İşte bu sorunun cevabını Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü de merak etmiş ve Türkiye de bir araştırma yapmış, 2022 yılının sonuna doğru da bunu rapor haline getirmiş. “Sanki Bizi Zehirliyorlar” başlıklı raporun ayrıntılarını daha sonra anlatmaya çalışacağım ama şimdilik, raporda 9 yaşında çalıştırılan çocukların, plastik atıkların yakılması sonucu (ki yakılarak yok etmek değildir dönüştürmek) sağlığı bozulan onlarca insanın, bu konuyu haber yapmak istedikleri için tesis sahipleri tarafından tehdit edilen gazetecilerin varlığından söz ediliyor olduğu aklınızda kalsın. Denetimler ise; güya yapılıyor.
ALTI, YEDİ, SEKİZ… Bu daha böyle gider
Ormanların iklim krizinin en büyük düşmanları iken, büyük oranda karbondioksiti yutan alanlarken;
Bursa’nın su kaynağı, 33’ü Uludağ endemiği, 138’i Türkiye endemiği olmak üzere 1320 bitki türüne ev sahipliği yapan Uludağ’ın “Uludağ Alan Başkanlığı” adı ile gündeme gelen kanun tasarısı ile milli park statüsünden kaldırılmaya çalışılması,
Karadeniz kıyısına yapılması planlanan dolgu çalışmalarının ekosistem üzerine yaratacağı tahribatı hesaplamak mümkün olmayan Kanal İstanbul projesi,
Halkın can hıraş mücadelesi neticesinde yürütmeyi durdurma kararı alan Akbelen ormanlarında, madencilik faaliyetlerine karşı koruyan yürütmeyi durdurma kararının yeniden kaldırılması.
Her biri iklim krizinin yakın dostları olan uygulamalar.
Oysaki Cop26 toplantısında orman ve arazi kullanım bildirgesi imzalanmıştı, birçok ülke tarafından. Bu ülkelerden biri de bizim ülkemizdi. Ne denilmişti bu bildirgede?
“2030 yılına kadar ormansızlaşmayı, arazi bozulmasını durdurmayı ve tersine çevirmeyi taahhüt ediyoruz”. Eeee şimdi bu Yeşil Badana değil de ne?
2022 Aralık ayı son 52 yılın en sıcak ayı oldu. Ortalama 8 santigrat dereceyi hissetmeyen kalmadı. Kimisine göre soğuk kış aylarında olmamız gerekirken güneşli hafta sonları değerlendirilmesi gereken güzel havalardı. Ancak bu havalar güzel havalar değil. Maalesef ki susuzluk demek, kuraklık demek, gıdaya erişimin olmadığı günler demek. 2050 yılında Türkiye’nin su fakiri olmasını öngörüyordu uzmanlar ama yanıldılar. Çünkü MMG verilerine göre o günleri şu günlerde yaşıyoruz. Öngörüldüğü gibi 28 yıl sonra değil. Acilen önlemler alınması gerekiyor. Bakan Kurum Aralık ayında yaşanan bu sıcak günler için “Tablo umut vermiyor” açıklaması yaparken, suyu dikkatli kullanalım tavsiyeleri için artık çok geç. Daha da geç kalınmadan yöneticilerin ciddi yaptırımlar içeren kararlar almaları şart. Külliyenin ampullerini söndürmekle başlanabilir mesela.
Yorum Yazın