Geçtiğimiz hafta bir kaç günlüğüne güneye, Akdeniz kıyılarına gidip denize gireyim, dedim. Herkesin bayılıp ayıldığı Bodrum ve çevresi bana uymaz. Sevdiğim Likya uygarlığıdır. Günümüze ne kaldıysa artık...
Bir tanıdığın Antalya’nın güneybatısında, tam deniz kıyısındaki oteline yerleşiyorum. Burada bir kaç arkadaş birlikte kalacağız. İlginç olan otelde bizden başka Türk yok. Hemen tamamı Rus. Bir kaç Ukraynalı da var. Ama onlar artık Antalya’nın yerlisi sayılır. Savaştan yıllar önce ülkelerini terk edip buraya yerleşmişler.
Kıyıda güneşlenen ya da denize giren Rus turistlere bakıyorum. Hayatlarından pek memnun görünüyorlar. Ülkeleri sanki savaşta değil. Genci, orta yaşlısı, yaşlısı sanırsınız pesbembe bir dünyada yaşıyor. Çcuklarla bebekleri saymıyorum. Onların dünyadan, daha doğrusu yaşamda neler olup bittiğinden haberleri yok.
Güneş Beydağları’nın üstünden yavaş yavaş batıyor. Bizim Ruslar’a bakıyorum. Birden hareketleniyorlar. Odalarına çekilme hazırlığı yaparken havlularını şezlongların üstünde bırakıyorlar. Turistin birini, havlunuzu unuttunuz, diye uyarıyorum. Unutmadık, yarın sabaha rezervasyonumu yaptım, diye gülüyor. Uyanığa bak. Bir akşam önceden ertesi gün kullanacağı şezlongu kapatıyor.
Turist kafilesi odalarına çekiliyor. Otel sahibi arkadaş, akşam yemeği servisi açılırken vaziyeti seyret, diyor. Manzara gerçekten çok komik. Belki 60 kişi lokantanın önünde kuyruk olmuş, kapının açılmasını bekliyor. Kapı açılır açılmaz resmen koşarak, evet, koşarak içeri dalıyorlar. Aradan kısa bir süre geçiyor. Mübarekler sanki çekirge sürüsü. Ellerinde tepeleme dolu tabaklarla masalarına oturuyorlar. Tabaklarda bütün yemekler iç içe. Görüntüsü bile mide bulandırıcı.
Rus’un biri elinde bir kayık tabakla beliriyor. Abartmıyorum. Koca bir karpuzu kestirip tabağa yüklemiş. Karısıyla koca karpuzu afiyetle gövdeye indiriyorlar. Onlar karınlarını doyura dursun biz de, acaba geride bizim atıştırabileceğimiz ne kaldı, düşüncesiyle bakmaya gidiyoruz. Servis tabakları tam anlamıyla yağmalanmış. Bir tabakta kalan biraz patates kızartmasını gözüme kestiriyorum ki Rus’un teki hepsini götürüyor. Tevekkeli hepsi ortalama yüz kilo çekiyor. Amacım küçük görmek ya da alaya almak değil. Sadece sizler için fotoğraf çekiyorum. Hepsi bikinili kadınlar üst üste yerleştirilmiş iki balkabağına benziyor. O derece...
Neyse, peynir, ekmek, biraz salata neyimize yetmez? O arada da ağırlıklı olarak Rus turistlere hitap eden yöre turizminin durumunu konuşuyoruz. Kaldığımız işletmeye gelen turistler aylar öncesinden bir acente vasıtasıyla onbeş günlüğüne rezervasyon yaptırıyormuş. Her şey dahil kişi başı 100 euro. Her şey dahil derken, oda, sabah kahvaltısı, öğle, akşam yemekleri, havuzbaşı barda içilenler... Eh, Rus turist de, günlük 100 Euro verdim, bunun acısını dibine kadar çıkarırırım, düşüncesinde...
Kuzeyli komşularımızın içki alışkanlıkları da bir garip. Bunların votka düşkünü olduklarını bilirdim de tuhaf kokteyllere meraklarını hiç duymamıştım. Örneğin, bir gün tam öğle sıcağında adamın biri havuz bardaki bar maid’e yanaşıp iki bardak istiyor. Ardından kızcağıza bardaklara viski, ardından tonik, üstüne votka, üstüne Curaçao likörü, üstüne de buz koymasını söylüyor. Diyeceğim o ki ilginç damak tatları var. Neyse dönelim turizmci arkadaşımızla sohbetimize...
Bizim turizmci arkadaş anlatmaya devam ediyor:”Antalya kıyılarının hemen tamamı artık Ruslar’ın rağbet ettikleri bir bölge haline geldi. Pek az Batılı turist geliyor. O da eskiden beri bildikleri yerlere. Geçen yıl Ukrayna savaşı yüzünden turizmde çok aksama oldu. Bu yıl biraz toparlar gibiydik. Ama doluluk oranı yüzde 70’de kaldı. Umarım gelecek yıl bu yüzde 70’i yakalama şansımız olur.”
Demek ki neymiş? Akdeniz turizmimiz Ruslar’a teslim olmuş. Bir zamanlar Alman, İngiliz, hatta İtalyan turistlerin gözdesi bu yörede Ruslar hakimiyet kurmuş. Anlaşılan turizm sayesinde Rusya sıcak denizlere inme fırsatını elde etti. Bacasız sanayi, sen nelere kadirsin
Yorum Yazın