İki gün önce 12 Eylül 1980 askeri darbesinin 42. yıldönümüydü. Hatırlamak istemediğim ama zorla hatırlatılan bir tarih. Kör topal da olsa demokrasinin ayaklar altına alınması, tutuklamalar, idamlar, çekilen acılar, baskılar... Türkiye’nin bugünlere gelmesinin yolunun açılması... Daha da ileri gideyim, 12 Eylül darbesiyle birlikte ülkede terör olayları bıçakla kesilmişçesine durunca insanlarımızın,”Çok şükür terörü bitirdiler,”demeleri... Şaka gibi...
En kötüsü de nedir, bilir misiniz? Sözüm ona demokrasiye bağlılık beyan eden insanların delikli demiri, kaba gücü gördükleri anda buna biat etmelerine tanıklık etmek. Sadece 12 Eylül döneminde mi? Elbette hayır. İsterseniz 27 Mayıs 1960’dan başlayalım. 26 Mayıs 1960 günü Eskişehir ziyaretinde dönemin Başbakanı Adnan Menderes’e alkış tutan ahali ertesi gün askeri cuntanın darbesine uyandığında kılı kıpırdamamış, Menderes ve iki bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edildiğinde gıkını çıkartmamıştı.
12 Mart 1971 muhtıra yoluyla darbe yaşandığında da bizim ahali sütre gerisine çekilmiş, yaşananlara televizyon ekranında film seyreder gibi seyirci kalmıştı. Ülkemiz insanının acı gerçeği bu. Bu kumaştan ancak bu kadar elbise çıkar, söylemini doğruluyor.
Bunları yazarken hafıza tazeleyelim istedim. Aklıma 2010 yılında çok uzun yıllar Çankaya Köşkü’nde Basın Müşaviri olarak görev yapan gazeteci Ali Baransel’le yaptığım bir söyleşi geldi. Ali Baransel 12 Eylül 1980 darbesi ve sonrasında Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanlığı Basın Müşaviri olarak görevliydi. O söyleşiden bir bölümü size aktarmak istiyorum.
Ali Baransel diyor ki:
“Sandıktan çıkan hükümetlere saygılı olmak gerekiyor. Ama bizim toplumda bir hastalık daha var. Bu, bütün meslek grupları, özellikle de basınımızda görülüyor. Askeri dönemlerde bakıyorsunuz askerin en ateşli savunucusu olan bir takım aydın geçinen insanlarımız demokratik sisteme dönüldüğünde bir bakıyorsunuz askerle elele kol kola girmiş insanlar onlar değil de bir başkaları.
“Hepsi demokrasi havarisi kesiliyor. Ben kamuoyunun bu kadar önünde olan bu insanların demokrasi sicilinin iyice incelenmesini istiyorum. Bu inceleme sonucunda çok ilginç gerçekler ortaya çıkacaktır.”
Söyleşinin bir başka bölümünde de Baransel şu çarpıcı cümleleri kuruyor:
“Geçmişi çok çabuk unutuyoruz. Gücü elinde tutan insanlara karşı akıl almaz övgüler düzen bir kültürümüz var ki bu çok garibime gidiyor. Gücü elinde tutan insana hiç olmayan bir takım nitelikler, hep ‘en’ler yakıştırıyoruz. En iyi düşünen, en büyük, en büyük vizyona sahip, en doğruyu gören gibi...
“Oysa o güç onun elinden gittiği zaman sıradan insan muamelesi görüyor. Bir örnek vereyim. 12 Eylül döneminde Kenan Evren’e Türk basını tren vagonunda Atatürk pozu verdirdi. Olacak şey miydi?”
Aynı Türk basını yıllar sonra, 2014’te Kenan Evren, cuntanın hayatta kalan öbür üyesi Tahsin Şahinkaya’yla birlikte yargılanıp müebbed hapis cezasına çarptırılarak bütün rütbeleri söküldüğünde bu yargılamaya alkış tuttu. Alkış tutmakla kalmadı Evren’i ve Şahinkaya’yı yerden yere vurdu. Yazının içinde yazdığım sözü tekrar edeyim. Bu kumaştan bu kadar elbise çıkıyor!
Yorum Yazın