Almanya’da demografik yapının ne kadar ‘sağlıksız’ olduğu artık herkesçe biliniyor. Gerek AB Komisyonu ve gerekse de Federal Hükümet durumu açıkladı. Artık mızrak çuvala sığmıyor. Yaklaşık 83 milyon nüfusa sahip olan Almanya’nın, bu nüfusu muhafaza edebilmesi için her yıl yaklaşık 400.000 göçmen alması gerekiyor. Çok daha ilginç olan durum ise şu: Kalifiye işgücü açığını kapatabilmesi için, bu ülkenin her ay 50.000’den fazla kalifiye işgücüne ihtiyacı var. Yani yılda yaklaşık yarım milyon iş gücüne gereksinim duyuyor Dünya’nın dördüncü büyük ekonomik gücü Almanya.
Yıllardır bilinen, ama açıklanmayan durum kendisini dayattı ve politik partiler durumu kabul etmek ve de halka açıklamak zorunda kaldılar. Irkçı ve göçmen karşıtı AfD (Almanya İçin Alternatif) partisi hariç. Onlar bir yandan göç yoluyla Alman ırkının bozulacağından korkuyorlar; daha doğrusu korkuyormuş gibi yapıyorlar ve hem de göçmen karşıtlığı üzerinden oy devşirmeye bakıyorlar. Bayağı da başarılı oluyorlar kendi stratejileri bakımından.
Almanya coğrafi olarak Türkiye’nin yarısı kadar büyüklükte. Nüfusu Türkiye ile aynı hemen hemen. Her 4 kişiden birisi ya yabancı/göçmen ya da yabancı/göçmen kökenli bu ülkede.
Almanya’da yaklaşık 3 milyon Türk yaşıyor. Bunların yaklaşık 1 milyon 500 bini T.C. vatandaşı. Geri kalanların yarısı Alman vatandaşlığına geçmiş durumda. Sekiz yüz bin kişinin ise çifte vatandaşlığa sahip olduğu tahmin ediliyor. En büyük yabancı grup hala Türkler. Tüm çabalara rağmen...
Doğu Avrupa ülkelerinden gelenlere çifte vatandaşlık verilirken, bu Türklerden esirgeniyor. Türklerin zamanla bir azınlık oluşturmasından çekiniyorlar. (Schlesvvig-Holstein Eyaleti’ndeki Danimarka kökenli azınlığın örnek olması korkusu var gizli, gizli...) Millet değil ümmet, azınlık değil göçmen, dil değil din arzu ediliyor. Türklerin entegrasyonu değil arzu edilen, eritilmek isteniyor Türkiye’den gelenler... Bu yüzdendir ki, Alman okullarında Türkçe’nin 2. Yabancı dil olarak okutulması önleniyor. Hem de Yeşiller Partisi’nin oylarıyla... (O ilerici, göçmen dostu ve çevreci Yeşiller utanmadan CDU ve AfD ile aynı amaç için oy kullanabiliyorlar.) Buna karşın Din Dersi teşvik ediliyor. Nasıl olsa dualarla karnını doyurabilirler Türkler...
Almanya’da nüfus yaklaşık 83 milyon ve yılda %0,3 artıyor. Tabii ki göç yoluyla... Ortalama yaşam süresi kadınlarda 83,44, erkeklerde ise 78,6. Halen yaşayan
20.000 Alman vatandaşı ‘dalya’ çekmiş durumda, yani 100 yaşını aşmışlar.
Almanya’da doğum oranı kadın başına 1,57 çocuk. Türkiye’de ise 2,14. Zurnanın zırt dediği yer tam da burası. Almanya’nın doğum oranı düşük olan AB ülkelerinden göç alması çok zor. Bazı AB ülkelerinde doğum oranı Almanya’dan da düşük. Örneğin bu sayı İtalya’da kadın başına sadece 1,24 çocuk.
Yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, madenleri kısıtlı olan Almanya tam bir ihracat bağımlısı ülke durumunda. Nüfusu 80 milyonun üstünde tutmak zorunda. Bu da göç almaktan geçiyor.
Almanya’da sigortalı çalışan sayısı yaklaşık 45 milyon.
İşsizlik %2,6, yani 2 milyon 578 bin. Devede kulak...
Emekli sayısı ise yaklaşık 21 milyonun üzerinde. Önceleri 1 emeklinin maaşını 3 çalışanın primleriyle karşılıyordu devlet. Şimdilerde ise 1 emekliye 2 çalışan düşüyor. Bu oranın düşmesinden korkuluyor. Yavaş yavaş da düşüyor...
Çalışıp emekli olanların yerinin mutlaka doldurulması gerekiyor. Aksi taktirde üretim ve dolayısıyla da ihracat düşer. Bu Almanya’nın yıkımı olur.
Sorun bu. Peki çözüm ne? Çözüm göç almaktan geçiyor. Ama, lalettayin bir göç olmayacak bu. Almanya klasik göç ülkeleri ABD, Kanada ve Avusturalya’dan çok şey öğrendi. Artık seçerek alacak göçmenleri. Özellikle de kalifiye elemanları, kalifiye işgücünü alacak.
Geçen ay Strasburg’da AB Komisyonu yetkilileri ve akabinde Berlin’de Federal Hükümet yetkilisi açıklama yaptı. Bundan sonra göç belli bir sisteme göre ‘düzenlenecek’ ve "Mavi Kart" teşvik edilecek. ABD’nin "Yeşil Kartı"na kinaye...
Bütün çabalara rağmen, ta Şansölye Gerhard SCHRÖDER hükümeti zamanında piyasaya sürülen bu "Mavi Kart" bir türlü tutmuyor. Geçen yıl ABD "Yeşil Kart" yoluyla 140.000 kalifiye eleman alırken, AB ülkeleri ise sadece 19.000 alabilmiş.
Peki neden? Birinci neden dil. Okumuş yazmış insanların çoğu Almanca veya Fransızca değil İngilizce biliyor. İkinci neden Avrupa’daki ödemeler ABD’dekine göre daha düşük. Bence çok önemli ve herkesin bildiği ama dile getirmediği bir neden de ırkçılık. Avrupa ülkelerinde popülizm, ırkçılık ve giderekten göçmen düşmanlığı yükseliyor...
Bu ırkçı yükselişin önüne sosyal demokrat partiler geçebilir ancak. Norveç’te taze bir rüzgar esti: sosyal demokrat parti 1. parti olarak çıktı Genel Seçimler’den. Darısı Avrupa’daki diğer sosyal demokrat partilerin başına...
Tıpkı çevre sorunu gibi göç de geleceğin en büyük sorunlarının başında geliyor.
Dünya’da yaklaşık 82,3 milyon mülteci ya yollarda ya da çadırlarda yaşadıkça;
Dünya’da nüfusun %1,1’inin Dünya varlığının, zenginliğinin %45,8’ine sahip oldukça;
Dünya’da bu eşitsiz dağılım sürdüğü müddetçe ne göçlerin sonu gelir ve ne de mülteciler yollara düşmekten geri durur!
Kim istemez ki doğup büyüdüğü ülkede, kendi vatanında yaşamayı?
İstanbul, 26.12.2002 AYDINIM DİYENLERE !..... Çok uzun zamandır bende bir fikir oluştu, fikir dediğim sabit fikir... Şimdi bu sabit fikri kafamdan atmak için uğraştıkça bu sabit fikirlilik daha da sabit fikirlilik haline geliyor. Aklı başında, yazan, çizen ve konuşan kiminle konuşsam, bu sabit fikirlilik konusunu tartışsam bana hak vermiiyorlar değil, ama, bu sabit fikirliliğimi, onların da sabit fikirliliği haline getiremediğim için çok üzülüyor, adeta kahroluyorum. Hani yakında yitirdiğimiz büyük şair Melih Cevdet Anday'ın o meşhur "şiirindeki gibi ""Rahatım Kaçıyor"". Ne diyor şair ""RAHATI KAÇAN AĞAÇ""" "adlı şiirinde ""Tanıdığım bir ağaç var/Etlik bağlarına yakın/Saadetin" adını bile duymamış/Tanrının işine bakın. Geceyi gündüzü biliyor/Dört mevsimi, rüzgarı, karı/Ay ışığına bayılıyor/Ama kötülemiyor karanlığı. Ona bir kitap vereceğim/Rahatını kaçırmak için/Bir öğrenegörsün aşkı/ Ağacı o vakit seyredin. İşte rahatımın kaçmasına,kahrolmama üzülüşümün sebebi şu:... Bana göre ülkesini seven, çocuklarının geleceğini düşünen , insanca yaşamayı haketmek isteyen, dürüst, demokrat, insan haklarına saygılı ve akıllı olan herkesin ama herkesin ideal olarak yapması gereken dört şey "vardır. Bana göre bu dört şey idealdir. Bu dört şey ise ;" 1. Zor kullanarak veya gönüllülük esasıyla yasal olmayan kuruluşlara katılmak ve oralarda faaliyet göstererek idealine kavuşmak isteği, 2. Dernek, vakıf, cemiyet, spor klübü, lions klübü, cami derneği, gibi yasayla kurulmuş örgütlere katılarak, oralarda yönetici vb. gibi ünvanlar alarak idealine kavuşmak isteği, 3. İkinci maddedeki yasayla kurulmuş, dernek, vakıf, cemiyet vb. gibi yasal kuruluşlarda üye, yönetici vb gibi ünvanlar almakla birlikte, aynı zamanda meslek sahibi olanların (avukat,doktor,mimar,muhasebeci vb) odalar kurmaları, barolar kurmaları ile işçi ve işverenlerin sendikalar kurarak, kurulmuş bulunanlara katılarak üye, yönetici vb ünvanlar alarak idealine bu yönden kavuşmak isteği, 4. Yukarıda sayılan iki ve üçüncü maddedekilerle birlikte aydınım diyen, insanım diyen, düşünen herkesin, kendi kafa yapısına ve düşüncesine göre üye olacağı, orada, üye, delege, komisyon üyesi, yönetim kurulu üyesi, başkan vb bir faaliyet içinde olacağı SİYASİ PARTİLER dir... Bilmiyorum, bu dört maddeye ilave edilecek bir başka ideal varmıdır... Şimdi bunları yeniden başa dönerek irdeleyelim... "Birincisi; gene yukarıdaki dürüstlük,demokratlık,insan haklarına saygı" ve akılllılık bazında ele alırsak, bu özelliklere sahip herhangibir kimsenin yasal olmayan bir örgüt kurması, kurulmuş bir örgüte katılması düşünülemez ve düşünülmemelidir. "İkincisi; dernek, vakıf, cemiyet, lions,kanarya sevenler, cami yaptırma" dernek ve vakıfları gibi kurumlardır ki bu da iyi birşeydir. Ve herkesin kendi evinin bulunduğu sokağın temizlenmesini istemek kadar bu konuda dernek kurmak, kurulu bulunan derneklerde görev almak çok ama çok güzeldir. Ancak, bilindiği gibi kurumlar bürokrasinin çok sıkı denetimi altında olup, ayrıca da beyaz karanfil sevenler derneği, kırmızı karanfil sevenler derneğinin tüzükleri farklı olduğundan birbirlerine karışamaz, destek veremez, dahası ve en önemlisi tüzükleri dışında hiçbir görüş ve düşence ileri süremez, bir bez afiş asması bile bir sürü bürokrasiyi aşmasıyla mümkündür. -2 "Üçüncüsü; avukatların baro, doktorların tabib odaları, mimarların mimar" odaları, muhasebeci mali müşavirlerin kendi odalarını kurmaları, işçi ve işverenlerin ise sendika kurmaları, her biri için, ayrı bir yasa çıkartılarak oluşmuş meslek kuruluşları olup, bunlar da ikinci grup kurum ve kuruluşlar gibi birbirlerine karışamaz, destek veremez, kendi yasası dışında hiçbir konuda faaliyet gösteremez. Konuya sadece kendi mesleksel penceresinden bakar... "Dördüncüsü; İşte ancak ve ancak bu maddedeki SİYASİ PARTİ de ise, gerek" ikinci ve üçüncü maddedeki kimseler, gerekse sıradan kimseler siyasi partilerde mücadele ederler, orada üye, delege, yönetici olurlarsa, ikinci maddedeki bürokrasiyi kırar... Üçüncü maddedeki işçinin,işverenin, doktorun, avukatın,mimarın hakkını savunur... Savuna bilir, birlikte hareket ederek güçlü sivil toplum kuruluşları oluşturabilir... Birlikte hareket ederek daha da güçlenip, siyasi olarak ülkeyi yönetecek kadroları oluşturabilir... "işte, diyeceğim o ki ; ÜLKESİNİ SEVEN, NAMUSLU, DÜRÜST, DEMOKRAT, İNSAN" HAKLARINA SAYGILI, AYDINIM diyen herkesin, ama herkesin, ikinci ve üçüncü maddedeki derneklere üye olma, sendikalara yönetici olma gibi görevler yanında siyeasi partilere girmesinde, kendisi, çocukları, torunları, yarınları, ülkesi için yarar vardır diyorum... Ancak, ne aydınların ve ne de halkın siyasi partilere iyi gözle bakmadıkları bellidir. Aydınlar ve dürüst namuslu insanlar istiyorlar ki kendilerine siyasi partilerden teklif gelsin ve kendilerine millet vekilliği teklif edilsin... Siyasi partilerdeki adamlar aptalmı ki kendi yerlerini bir dernek yöneticisine, bir sendika başkanına, bir oda başkanına bıraksın veya kendine ortak veya rakip yaratsın. Eşyanın tabiatına aykırıdır. İşte bana göre bu iş, yani ülkemizin, çoluk çocuk, hepimizin geleceği, siyasi partilerin tavır ve davranışlarına bağlıdır. Çünkü yasaları onlar bizim adımıza çıkarıyor, uyguluyor... Öyleyse hep birlikte aydınım diyen herkesi siyasi partilere girmeye davet ediyorum. O beğen- mediğimiz siyasi partilere, kapıdan kovulsalar bile bacadan girerek o partilerde, üye, delege, yönetici, meclis üyesi, kurultay üyesi olarak faaliyet göstermeleri, kendi o güzel fikirlerini kabul ettirmelerini birlikte girerek mücadele ederek sağlamaları gerekir ki, siyasi partilerde faaliyet gösteren o beğenmediğimiz kimselerin kulağına kar suyu kaçsın ve DÜRÜST, DEMOKRAT, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, AKILLI VE ÇALIŞKAN iyi namuslu insanlar partilerdeki müvcadeleleri sonucunda yeni yeni görevler üstlenerek, istenmeyen kimselerin seçilmelerini önlesinler... "Yoksa bir bilgenin dediği gibi ""SİYASETİ DÜZEYSİZ BULDUKLARI İÇİN" İLGİLENMEDİKLERİNİ SÖYLEYEN KİMSELERİN UĞRAYABİLECEĞİ EN BÜYÜK CEZA, KENDİLERİNDEN DAHA DÜZEYSİZ KİMSELER TARAFINDAN YÖNETİLMEYE MAHKUM "OLMALARIDIR...""" Haydi aydınım diyenler siyasi partilerde mücadeleye... Yeni yılda siyasi partilerde mücadele etmek umuduyla, aydınım diyenlerle birlikte tüm ulusumuzun yeni yılını candan kutlar, sağlık mutluluk, başarı dolu nice yıllar dilerim... Erhan Karataş İstanbul, 26.12.2002 AYDINIM DİYENLERE !..... Çok uzun zamandır bende bir fikir oluştu, fikir dediğim sabit fikir... Şimdi bu sabit fikri kafamdan atmak için uğraştıkça bu sabit fikirlilik daha da sabit fikirlilik haline geliyor. Aklı başında, yazan, çizen ve konuşan kiminle konuşsam, bu sabit fikirlilik konusunu tartışsam bana hak vermiiyorlar değil, ama, bu sabit fikirliliğimi, onların da sabit fikirliliği haline getiremediğim için çok üzülüyor, adeta kahroluyorum. Hani yakında yitirdiğimiz büyük şair Melih Cevdet Anday'ın o meşhur "şiirindeki gibi ""Rahatım Kaçıyor"". Ne diyor şair ""RAHATI KAÇAN AĞAÇ""" "adlı şiirinde ""Tanıdığım bir ağaç var/Etlik bağlarına yakın/Saadetin" adını bile duymamış/Tanrının işine bakın. Geceyi gündüzü biliyor/Dört mevsimi, rüzgarı, karı/Ay ışığına bayılıyor/Ama kötülemiyor karanlığı. Ona bir kitap vereceğim/Rahatını kaçırmak için/Bir öğrenegörsün aşkı/ Ağacı o vakit seyredin. İşte rahatımın kaçmasına,kahrolmama üzülüşümün sebebi şu:... Bana göre ülkesini seven, çocuklarının geleceğini düşünen , insanca yaşamayı haketmek isteyen, dürüst, demokrat, insan haklarına saygılı ve akıllı olan herkesin ama herkesin ideal olarak yapması gereken dört şey "vardır. Bana göre bu dört şey idealdir. Bu dört şey ise ;" 1. Zor kullanarak veya gönüllülük esasıyla yasal olmayan kuruluşlara katılmak ve oralarda faaliyet göstererek idealine kavuşmak isteği, 2. Dernek, vakıf, cemiyet, spor klübü, lions klübü, cami derneği, gibi yasayla kurulmuş örgütlere katılarak, oralarda yönetici vb. gibi ünvanlar alarak idealine kavuşmak isteği, 3. İkinci maddedeki yasayla kurulmuş, dernek, vakıf, cemiyet vb. gibi yasal kuruluşlarda üye, yönetici vb gibi ünvanlar almakla birlikte, aynı zamanda meslek sahibi olanların (avukat,doktor,mimar,muhasebeci vb) odalar kurmaları, barolar kurmaları ile işçi ve işverenlerin sendikalar kurarak, kurulmuş bulunanlara katılarak üye, yönetici vb ünvanlar alarak idealine bu yönden kavuşmak isteği, 4. Yukarıda sayılan iki ve üçüncü maddedekilerle birlikte aydınım diyen, insanım diyen, düşünen herkesin, kendi kafa yapısına ve düşüncesine göre üye olacağı, orada, üye, delege, komisyon üyesi, yönetim kurulu üyesi, başkan vb bir faaliyet içinde olacağı SİYASİ PARTİLER dir... Bilmiyorum, bu dört maddeye ilave edilecek bir başka ideal varmıdır... Şimdi bunları yeniden başa dönerek irdeleyelim... "Birincisi; gene yukarıdaki dürüstlük,demokratlık,insan haklarına saygı" ve akılllılık bazında ele alırsak, bu özelliklere sahip herhangibir kimsenin yasal olmayan bir örgüt kurması, kurulmuş bir örgüte katılması düşünülemez ve düşünülmemelidir. "İkincisi; dernek, vakıf, cemiyet, lions,kanarya sevenler, cami yaptırma" dernek ve vakıfları gibi kurumlardır ki bu da iyi birşeydir. Ve herkesin kendi evinin bulunduğu sokağın temizlenmesini istemek kadar bu konuda dernek kurmak, kurulu bulunan derneklerde görev almak çok ama çok güzeldir. Ancak, bilindiği gibi kurumlar bürokrasinin çok sıkı denetimi altında olup, ayrıca da beyaz karanfil sevenler derneği, kırmızı karanfil sevenler derneğinin tüzükleri farklı olduğundan birbirlerine karışamaz, destek veremez, dahası ve en önemlisi tüzükleri dışında hiçbir görüş ve düşence ileri süremez, bir bez afiş asması bile bir sürü bürokrasiyi aşmasıyla mümkündür. -2 "Üçüncüsü; avukatların baro, doktorların tabib odaları, mimarların mimar" odaları, muhasebeci mali müşavirlerin kendi odalarını kurmaları, işçi ve işverenlerin ise sendika kurmaları, her biri için, ayrı bir yasa çıkartılarak oluşmuş meslek kuruluşları olup, bunlar da ikinci grup kurum ve kuruluşlar gibi birbirlerine karışamaz, destek veremez, kendi yasası dışında hiçbir konuda faaliyet gösteremez. Konuya sadece kendi mesleksel penceresinden bakar... "Dördüncüsü; İşte ancak ve ancak bu maddedeki SİYASİ PARTİ de ise, gerek" ikinci ve üçüncü maddedeki kimseler, gerekse sıradan kimseler siyasi partilerde mücadele ederler, orada üye, delege, yönetici olurlarsa, ikinci maddedeki bürokrasiyi kırar... Üçüncü maddedeki işçinin,işverenin, doktorun, avukatın,mimarın hakkını savunur... Savuna bilir, birlikte hareket ederek güçlü sivil toplum kuruluşları oluşturabilir... Birlikte hareket ederek daha da güçlenip, siyasi olarak ülkeyi yönetecek kadroları oluşturabilir... "işte, diyeceğim o ki ; ÜLKESİNİ SEVEN, NAMUSLU, DÜRÜST, DEMOKRAT, İNSAN" HAKLARINA SAYGILI, AYDINIM diyen herkesin, ama herkesin, ikinci ve üçüncü maddedeki derneklere üye olma, sendikalara yönetici olma gibi görevler yanında siyeasi partilere girmesinde, kendisi, çocukları, torunları, yarınları, ülkesi için yarar vardır diyorum... Ancak, ne aydınların ve ne de halkın siyasi partilere iyi gözle bakmadıkları bellidir. Aydınlar ve dürüst namuslu insanlar istiyorlar ki kendilerine siyasi partilerden teklif gelsin ve kendilerine millet vekilliği teklif edilsin... Siyasi partilerdeki adamlar aptalmı ki kendi yerlerini bir dernek yöneticisine, bir sendika başkanına, bir oda başkanına bıraksın veya kendine ortak veya rakip yaratsın. Eşyanın tabiatına aykırıdır. İşte bana göre bu iş, yani ülkemizin, çoluk çocuk, hepimizin geleceği, siyasi partilerin tavır ve davranışlarına bağlıdır. Çünkü yasaları onlar bizim adımıza çıkarıyor, uyguluyor... Öyleyse hep birlikte aydınım diyen herkesi siyasi partilere girmeye davet ediyorum. O beğen- mediğimiz siyasi partilere, kapıdan kovulsalar bile bacadan girerek o partilerde, üye, delege, yönetici, meclis üyesi, kurultay üyesi olarak faaliyet göstermeleri, kendi o güzel fikirlerini kabul ettirmelerini birlikte girerek mücadele ederek sağlamaları gerekir ki, siyasi partilerde faaliyet gösteren o beğenmediğimiz kimselerin kulağına kar suyu kaçsın ve DÜRÜST, DEMOKRAT, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, AKILLI VE ÇALIŞKAN iyi namuslu insanlar partilerdeki müvcadeleleri sonucunda yeni yeni görevler üstlenerek, istenmeyen kimselerin seçilmelerini önlesinler... "Yoksa bir bilgenin dediği gibi ""SİYASETİ DÜZEYSİZ BULDUKLARI İÇİN" İLGİLENMEDİKLERİNİ SÖYLEYEN KİMSELERİN UĞRAYABİLECEĞİ EN BÜYÜK CEZA, KENDİLERİNDEN DAHA DÜZEYSİZ KİMSELER TARAFINDAN YÖNETİLMEYE MAHKUM "OLMALARIDIR...""" Haydi aydınım diyenler siyasi partilerde mücadeleye... Yeni yılda siyasi partilerde mücadele etmek umuduyla, aydınım diyenlerle birlikte tüm ulusumuzun yeni yılını candan kutlar, sağlık mutluluk, başarı dolu nice yıllar dilerim... Erhan Karataş
Aydınlatıcı düşündürücü uyarıcı... Teşekkürler.
Harika.
Çok teşekkürler bizi dışarılarda temsil ettiğiniz için, bilgileri bizimle paylaştığınız dan dolayı kolaylıklar dilerim
Bizleri bilgilendirdiğiniz için sağolun varolun.
Sevgil Yakup abim ! Içerik dolu güzel yazinizi,bir solukda okudum.Bilgi zenginliği okuyucuyu hem mutlu ediyor hem de dar ağacini zenginleştiryor. Eline kalemine sağlik. Saygilarimla... Hüseyin Yüksel