Eğitim ve öğretim sadece eğitimcilere bırakıl(a)mayacak kadar komplike bir konu. Daha doğrusu, eğitim ve öğretim sadece anne ve babalar ile öğretmenlere bırakıl(a)mayacak kadar karmaşık ve bir o kadar da önemli. Peki, ne yapmalı?
Eğitim ve öğretim bir ülkenin, halkın geleceğini belirleyecek en önemli birkaç konudan birisi. Tıpkı sağlık ve sanayileşme (teknoloji, bilişim, yapay zekâ) gibi.
Herkes biliyor ki eğitim ailede ve öğretim ilkokulda başlıyor. Sınıf yükseldikçe süreç karmaşıklaşıyor ve aktörler çoğalıyor. Çocuk, anne-baba, okul (fiziki ortam) ve öğretmenden oluşan aktör sayısı da artıyor. Örneğin bilim insanları, staj yapılan ortamlar ve kendi kendine öğrenme gibi faktörler de rol oynuyor giderekten.
Bütün bunların üstünde olan eğitim politikaları ve Müfredat'ı (Curricula'yı) belirleyen çerçeveyi kim belirliyor acaba? Ve bu süreç sonuçta neye ve kime hizmet ediyor? Asil görevi çocukları ve gençleri soru soran, analitik düşünen, itiraz ede(bile)n nitelikli bireyler yetiştirmek olan eğitim ve öğretim giderekten, bu çerçeve içeresinde çocukları ve gençleri formatlamaya ve sanayi ve ticaret dünyasına eleman yetiştirmeye dönüşüyor.
Bu bağlamda eğitim ve öğretim süreci hepimizin alanı. Çocukların, gençlerin, anne ve babaların, öğretmenlerin, bilim insanlarının, psikologların, sosyal hizmet uzmanlarının, beslenme uzmanlarının, sporcuların, sanatçıların, mühendislerin ve mimarların ve de politikacıların... Bu alanda hepimiz kafa yormalı ve fikir üretmeliyiz. Hepimiz bu alana müdahil olmalıyız.
***
Almanya'da eğitim modeli çok sık değişmez. İlkokul (4 yıl) ortaokul (10 yıl) lise (12-13 yıl) şeklinde uygulanan eğitim ve öğretim üniversite eğitimiyle sonlanır. Bu klasik yolun sonunda doktora ve akademik kariyer de söz konusu olabilir. Buna paralel olarak, 4. Sınıfta 9 yıllık okullara
giden çocuklar, bu okulu müteakiben meslek öğrenmeye yönelirler. Tabii ki el sanatları söz konusu.
1960'lı yılların sonu 1970'li yılların başında Avrupa'da esen sosyal devlet rüzgârı bu süreci de alt ve orta tabakaların lehine çok etkiledi. Şansölye Willy BRANDT'ın öncülüğünde sosyal-liberal hükümetin yaptığı reformlar işçi ailelerinin çocuklarının önünü açtı. Devlet tarafından verilen geri ödemesiz eğitim desteği (BaföG) emekçi katmanların çocuklarının üniversitelerde okumasını mümkün kıldı.
1990'lı yılların sonuna doğru, Şansölye Gerhard SCHRÖDER'in yönetimindeki sosyal-yeşil koalisyon sadece sosyal devleti budamadı, geliri düşük ailelerin aldığı eğitim desteğini de yarı geri ödemeli hale getirdi iyi mi?
Tam da bu zaman diliminde, özel okullar yerden pıtrak gibi çıkmaya, çoğalmaya başladı. Artık, öğrencilerin eğitimi ve dolayısıyla geleceği anne-babanın cüzdanına endeksliydi... Eğitim alınıp satılan bir meta haline gelmişti. Artık her koyunun kuzusu koç ol(a)mazdı öyle. 1977'den bu yana üyesi olduğumuz Bilim ve Eğitim Sendikası (GEW: Gewerkschaft Erziehung und Wissenschaft) bu alanda uzun yıllar mücadele verdi. Ama, gücümüz sadece süreci birazcık olsun yavaşlatmaya yetti, yetebildi.
Sonuçta sanayi ve ticaret dünyası kendi ölçülerine göre yetiştirilmiş işgücü istiyordu. Arz talep meselesi... Talep olunca Japonya'da olduğu gibi köşeli karpuz bile yetiştiriliyor! Depolaması ve transportu kolay...
Eğitim de öyle bir bakıma. Talep olunca soru sor(a)mayan, analitik düşün(e)meyen, sadece kendi alanında uzman, formatlanmış işgücü yetiştiriliyor. Dedim ya arz-talep meselesi...
***
Bolonya Üniversitesi'nin 900. kuruluş yıldönümünde, İtalya’nın Bolonya kentinde 29 Avrupa ülkesi, 1999 yılında bu sözleşmeyi (Magna Charta Universitatum) imzalayarak, Avrupa ülkelerindeki eğitim sistemini birbiriyle uyumlu hale getirmeyi hedefledi. Devletler ve üniversiteler arasındaki geçişleri kolaylaştırmayı başlattı. Gerçek hedefin bunlar olup olmadığına, süreci iyice gözlemleyip sorgulayarak siz karar verin lütfen.
Bütün bu süreci, eğitim olgusunu sistemleştirmek için, Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) uygulanan sisteme geçildi geçen yüzyılın sonuna doğru:
Bachelor, Master ve Promotion…
AB ülkeleri bu sistemi uygulamaya başladı. Bolonya Süreci Sözleşmesi'ne Ankara da daha baştan imza attığı için, Türkiye'de de bu model uygulamaya kondu. Eski sistemden Bolonya Süreci'ne geçiş hem Almanya'da hem de Türkiye'de çok yavaş ve sancılı yürüyor...
Lisans, Master ve Doktora sütunları üzerine oturtulan bu sistem Bolonya Süreci (Bologna Prozess) olarak empoze edildi ve uygulamaya geçildi. Almanya'da Tıp ve Hukuk Fakülteleri bu modelde öğretim yapmayı ya reddediyorlar ya da bu modele geçmeyi geciktiriyorlar.
***
Almanya'da özel okullara giden öğrencilerin sayısı şöyle:
1960'larda %3, 1990'larda %5 ve günümüzde yaklaşık %10. Her 5 devlet okulundan birisi kapatılmış durumda. Özel okullara giden öğrencilerin okul parasının %80 gibi bir bölümünü devlet sübvanse ediyor; yani ödüyor. Öğretmenlerin maaşlarının da %80 gibi bir oranda devlet tarafından ödendiğinin altını çizelim. Velilerin ödediği okul ücreti ailenin gelirine göre değişiyor.
***
Özel okulları işleten kurum ve kişilerin dağılımı ise çok ilginç:
1146 okul Katolik Kilisesi, 1089 okul Protestan Kilisesi, 192 okul Waldorfschulen Kurumu ve 836 okul da özel sektör tarafından işletiliyor.
***
Kısacası, Almanya Federal Cumhuriyeti bu alanda da gittikçe ABD'ye benzemeye başlıyor. Sosyal devlet budandıkça budanıyor. Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) de gittikçe oy kaybediyor, küçülüyor.
Bütün bunların üstüne Corona, Pandemi tuz biber ekti. Bu salgın, bütün Dünya'da yaşamın her alanını etkiledi. Ama, en çok da eğitim ve öğretim alanında çocukları ve gençleri etkiledi. Olumsuz anlamda olduğunu belirtmeme gerek var mı? Eğitim ve öğretim sistemi hazırlıksız yakalandı bu salgına. Hele altyapısı zayıf olan ülkeler sel önünde kalmış gibi oldular. Bunların olumsuz ve yıkıcı sonuçları önümüzdeki yıllarda çıkacaktır ortaya.
***
Her şeye rağmen antikorunuz bol ola!.. Sağlık dolu yıllar dilerim efendim. Sakın umudunuzu kaybetmeyin. Ama, umutlarınızın gerçekleşmesi için çok çalışmaktan da geri kalmayın.
Yazımı tamamlarken, Alman filozofu Ernst BLOCH'a Umut Prensibi (Prinzip Hoffnung) kapsamında bir selam gönderelim buradan.
Yorum Yazın