Viyana’nın en zengin ailelerinden birine mensup olan Bayan Adele Bloch-Bauer, her zaman olduğu gibi öğleye doğru uyandı ve hizmetçisinin yardımıyla hazırlanmaya başladı. Saçlarına bir Venedik kalyonu biçimi vermek için çeşitli boylarda saç maşaları ve bigudiler kullandı. Rengini koyulaştırarak kaşlarını biraz daha kalınlaştırdı. Göz çevrelerini siyaha boyadıktan sonra, çıkık elmacık kemikleri ile yanaklarına koyu kırmızı allıktan bolca sürdü. Dudaklarını da karanlık bir kırmızıya boyayıp, hazırlıklarını bitirdi ve ressamı beklemeye başladı. Üstünü değiştirmedi. Her zaman giydiği kadife sabahlıkla kaldı. Çünkü ressam ona resimde boyalarla kendi yaratacağı bir elbiseyi giydireceğini söylemişti.
Biraz sonra sanatçı da geldi. Bayan Adele’yi ışığın en uygun biçimde yansıdığı bir yere oturttu. Bayan Adele zarif bilekli kollarını göğsüne yakın bir yerde birleştirdi. Sonra ressam tümüyle kendi yarattığı “Art Noueveau” biçimindeki garip desenlerle tabloyu bir güzel donattı. Bunları o şekilde kullanıyordu ki, Bayan Adele’nin fonla hiçbir bağlantısı kalmıyor ve kadın kahverengi, mavi ve altın renkli geometrik desenlerin ortasında yüzüyor gibi görünüyordu.
Bayan Adele’nin oturduğu “muhayyel” koltuk ile giydiği “varsayılan” elbiseye sarı ve büyük üçgenler yerleştirmekle meşgul olan ressam, Bayan Adele’ye “bunları altınla boyuyorum” dedi. Gerçekten de bu tablosunda, bundan önceki bazı tablolarında olduğu gibi, toz haline getirilip boyaya karıştırılmış hakiki altın kullanıyordu. Bayan Adele, “desenize çok pahalı bir tablo olacak bu” diye cevap verdi. Yıllardır arkadaşlıkları devam eden iki dost gülüştüler.
Art Noueveau akımının bir temsilcisi olmakla birlikte, belki kendisi de farkında olmadan “kübizm” fırtınasının kaynaklarından biri olmaya doğru yollanan ressamın adı ise Gustav Klimt’di. O günkü şakacı konuşmalarından tam bir asır sonra bu resmin gerçekten de pahalı, hem de dünyanın en pahalı tablosu olacağını tabii ki ikisi de bilemezlerdi. Derken daha sonra öğreniyoruz ki, Klimt’in “Adele Bloch-Bauer 1” adlı bu tablosu, tam 135 milyon dolar gibi dudak uçuklatan bir fiyata satılmış…
Resimlerinde gerçek altın kullandığı için değil, gerçekten de çok beğenilen, çığır açıcı, usta bir sanatçı olduğu için yaklaşık bir asır önce yaptığı resimler günümüzde inanılmaz fiyatlara alınıp satılan Gustav Klimt, 1862’de Viyana yakınlarındaki Baumgarten’de doğdu. Genç yaşta resme yöneldi. Viyana Süsleme Sanatları Okulu’ndan mezun olduktan sonra, mimarlıkla resmi birleştirmeye yönelik çalışmalar yaptı. Kısa zamanda ünlü oldu. Viyana’nın en zengin aileleri ve özellikle de kadınlar, ona bir resimlerini yaptırabilmek için yarışıyorlar ve tabii Klimt’e inanılmaz ücretler vermekten de geri kalmıyorlardı. Gustav Klimt, genç yaşında paraya ve üne kavuşmuştu. Üstelik yakışıklı bir adamdı ve kadınlarla arası çok iyiydi.
Bu imkanlara sahip bir insan, oturup bütün bunların keyfini sürerdi ama Klimt gerçek bir sanatçıydı ve bütün gerçek sanatçılar gibi, devrimciydi. Durmadan düşünüyor, şartları sorguluyordu.
Aynı tarihlerde, Klimt’ten pek de uzakta olmayan bir başka ressam da resim sanatına getirdiği yorumlar ile belki de hiç farkında olmadan yüzyılı değiştiriyordu. Bu ressamın adı Pablo Picasso idi ve resimde giriştiği modernizm, kübizm gibi devrimler, kısa bir zamanda yirminci yüzyılın sadece sanatını değil, düşünme ve yaşam biçimini de derinden etkileyecekti.
1907’de Picasso Paris’te yepyeni bir çağın manifestosu sayılabilecek olan “Avignonlu Kızlar”ı tamamlarken, Klimt de Viyana’da “Bayan Adele Bloch-Bauer’in Portresi”ni bitiriyordu.Yani, yıllar sonra 135 milyon dolara satılacak olan ünlü tabloyu…
Günümüzde, modernizmin iki başyapıtı sayılan bu her iki eser de aşkla suçun, cinsellikle ölümün tarihini ele alıyordu. Sonra her iki sanatçı da kendi yollarında yürüdüler, ama öncü ve devrimci tutumlarından asla taviz vermediler. İşte bu yüzden gerçek sanatçı diye nitelendirildiler ve eserleri aradan bir asır geçtikten sonra dahi olsa, hak ettikleri fiyata ulaştı.
Darısı başka gerçek sanatçıların, mesela parasızlık yüzünden güzelim eserlerini bir bardak şaraba vermek zorunda kalmış Fikret Mualla gibi yaşarken kıymeti bilinmemiş gerçek sanatçıların eserlerinin başına…
O şarap belki de yıllanmış Kalecik Karası idi, değmez mi! Şimdilerde, Fransız menşei bağların şarapları gündemde.