Kabul edelim ki medya, tarihin hiçbir döneminde ve dünyanın hiçbir yerinde kitaplarda yazdığı gibi özgür bir şey olmadı. Meşhur Monte Cristo Kontu Edmund Dantes sürüldüğü adadan zengin dönüp kendisine kumpas kuran güç sahiplerinden intikam almak için ilk iş olarak bir gazete satın almıştı.
Amacı kendisine kurulan kumpasın intikamını başka bir kumpasla almaktı ve bunun için bir gazetesinin olması gerektiğini düşünmüştü…
Batılı anlamda özgür bir medyaya sahip ülkelerde medya görevine göreceli olarak daha fazla odaklanır. Çünkü görevinin dışına çıkarak yapacağı faaliyetler için verimli alanlar bulmakta zorlanır. Özgür olmayan medyanın maliyeti de aslında görevi dışında işlerle ilgilenerek anormal menfaatler elde edebilen medya mensuplarının ilişkilerinden kaynaklanan çürümeyle ortaya çıkar.
Son günlerde üst üste yaşadığımız medya ile ilgili olayların temelinde de hemen her konuda olduğu herhangi gibi bir prensibimizin olmaması sorunu yatıyor.
Geçtiğimiz günlerde, bir partinin yetkililerince beğenilmeyen ve neredeyse tek tek isimleriyle işaret edilen ana akım televizyonlarda çalışan bazı gazetecilerin görevlerine son verildi. Görevden ayrılanların yerlerine arkadaşları tereddüt etmeden görevi kabul etti. Hatta o parti, o televizyona bir de yönetici atadı.
Bu konu üzerinde neredeyse kimse konuşmadı, konuşamadı.
Ardından tiyatroların pandemi nedeniyle kapalı olduğu bu günlerde, bir suç örgütü lideriyle bir gazetecinin başrollerini paylaştığı müthiş reytingli bir tiyatro sahnelendi. Bu tiyatro da bize gazetecilerin, gazetecilik dışındaki ilişkilerden ve işlerden geçimlerini sağlayacak alanları kullandıklarını yani amaçlarının gazetecilik olmadığını gösterdi.
Gazeteciler mesleklerini yapacak alanı hakkıyla bulamadıklarında ya da aslında gazetecilik yapma niyetinde olmayanlar meslek alanlarını işgal ettiğinde, aynı isimle büyük servetler kazanınca doğal olarak mesleklerine olan saygılarını kaybettiler. Bu durumda da alanı ya işgalcilere devrettiler ya da onlara dönüştüler.
Ve son olarak herkesi şaşırtan, bir Anadolu Ajansı muhabirinin, bir bakanla ilgili ipe sapa gelmez soruları…
Öncelikle, teknik olarak asla bir gazetecinin sormayacağı sorulardı bunlar. Kişisel fikirleri üzerinden, yargısını içinde barındıran sorular. Yani gazeteciliğin güme gittiği bir başka olay.
Konuyla ilgili iktidar kanadının pompaladığı hâkim görüş muhabirin FETÖ’cü olduğu yolunda. Ben de kendi çapında bir araştırma yaptım ve bu bilgi doğru görünüyor…
Hatta edindiğim bilgiye göre bahsi gecen muhabirin dahil olduğu bir grup, FETÖ’cü olduğu gerekçesiyle ajanstan atılmış. Bu süreçte, o atılan grupla ilgili gammazlama işini de bu muhabir yapmış. Dönemin bazı yöneticileri onun da atılmasını önermişler ama bazı referanslar sayesinde görevinde kalmış.
Sonuçta bu gün yine iktidar kendisine dokunduğunda bir FETÖ’cünün FETÖ’cü olduğunu tespit etmiş oldu!
Burada da gazetecinin evrilebileceği en tehlikeli noktaya yani terörizme şahit oluyoruz. Daha önce de olduk. Önemli olan bu terörizm ilişkisinin tespit edilmesi için zararı iktidarın görmesinin beklenmesinde. Yani terörist olmanın veya olmamanın göreceli kriterinin maliyeti.
Eğer bir prensibiniz olursa, kurallar çalışırsa, adalet gözleri bağlı bir şekilde terazisini dengede tutmaya çalışırsa, gazeteciler gazetecilik yaparak 4. Kuvvet olma görevlerini layıkıyla yerine getirebilirler. Bunu sağlamak belki biraz siyasi fedakârlık gerektiriyor olabilir ama samimiyetle derdi memleket olanlar için zor olmasa gerek.
Zor olan bu tür gazetecilik yapmak değil.Vicdan sahibi olup ta o durumu hazmedebilmek.Ama erezyon bu şekilde devam ederse yamaçta ne toprak ne de onu tutabilecek ağaç kalacak. Bu önemli tespit için kutluyorum!
Harika bir yorum, anlatı olmuş; emeğinize sağlık. Birden, olması gereken gazetecilik mesleğinin detaylarına ... Tanık oldum, oysa unutmuştuk.