Ülkemiz Cumhuriyet döneminin en derin ve en uzun süreli krizini tartışırken, hiç gündemde olmayan bir anayasa tartışması gündeme taşınmıştır. Son yirmili yıllarda ülkemiz her alanda, Cumhuriyet değerlerinde ve ulu önder, büyük lider Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ilke ve devrimlerinden uzaklaştı ve içi boşaltıldı. Bunlardan biri de laikliktir.
Dini inançların devlet yönetiminden uzaklaştırılması, siyasi karar alma sürecinde rol oynamaması esasına dayanan laiklik ilkesinin uygulama alanı bulamamasından milletimiz yüzyıllar boyunca çok zarar görmüş; bilim yolunda gelişme ve ilerlemesi geri kalmış; devlet yönetimi ile özdeşleşen din adamları, Osmanlının son döneminde giderek güçlenmiş, çağdaş düşüncenin önüne engeller koyarak Cumhuriyetin ilk yıllarında da varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Aslında bugün de yeni anayasa süreciyle yapılmak istenen mevcut yönetimin en çok rahatsız olduğu laikliğin anayasadan çıkartılması kaçınılmaz gözükmektedir. Şu ana kadar yapılan uygulamalar bunu doğrulamaktadır.
Hiç şüphesiz Atatürk devrimlerinin en önemli öğesi laikliktir. "Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse, hiçbir kimseyi ne bir din ne de bir mezhep kabulüne zorlayabilir. Din ve mezhep, hiçbir zaman siyaset aracı olarak kullanılamaz." diyen Atatürk, dinin siyasetten ve devlet işlerinden uzaklaştırılmasını ve vicdanlardaki yüksek yerini korumasını amaçlamış, çağdaş Cumhuriyet de dinin her türlü hesap ve çıkardan uzak tutulmasını ilke edinmiştir. Ancak, bugün din tekrar devlet yönetiminde temel referans olmuştur. Bunla birlikte dinde sapma ve yol ayrımının temel göstergelerinden bir olan cemaatler, bunu fırsat bilerek devlet yönetimine hâkim olmuşlar, siyasette, ticarette ve eğitimde kendilerine özgü bir sınıf oluşturmuşlardır. Dinde sapma ve yol ayrımının temel nedenlerinden biri olan cemaatler, emperyal güçlerin de iş birliğiyle devlet yönetiminin her alanında kendilerini hâkim kılmışlardır.
3 Mart 1924 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 431 sayılı Yasa ile kaldırılan halifelik, yani “Kutsal Kitap Devleti”, başka bir deyişle “Din ve Şeriat Devleti” açık ya da sinsi akımlarla örgütlenerek diriltilmek istenmesi üzerine bilim ile din karşı karşıya getirilmiş, fakat galip gelen bilim olmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki bu devrimci yaklaşım hiç şüphesiz halk egemenliğini esas almış, ortaçağ karanlığında kalan bir toplumu aydınlığa çıkarmıştır.
3 Mart 1924 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde üç yasa görüşülmüş ve onaylanmıştır. Bunlardan birincisi, bugünkü anlamına “Din Bakanlığı” veya “Şeriat Bakanlığı” olarak adlandırılabilecek, laik ve demokratik bir devlette yeri olmayan “Şer’iye ve Efkaf Bakanlığı”nın kaldırılmasıdır. Diğer ikisi ise “Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu”nun kabulü ve hilafetin kaldırılmasıdır. Ayrıca bu tarihte Osmanlı hanedanının ve Osman Oğullarının yurt dışına çıkarılması yasası da meclisten geçmiştir.
3 Mart 1924 tarihi halifelik kurumunun kaldırılması ile dinin devletten kesin olarak ayrıldığı gündür. Ancak, bugün yeniden devlet yönetiminde hâkim kılınmaya çalışılmaktadır.
Atatürk zamana ve akla uymayan, eskiyen hukuk kurallarını bir yana bırakarak devleti laikleştirmiştir ama İslamiyet’in inanç ve ibadete dayanan kurallarına hiç dokunmamıştır.
Ülkemiz bugün yol ayrımındadır. Ya yeniden orta çağ karanlığına ya da güçlü bir parlamenter sistem ile bütçe hakkının bir gereği olarak halk egemenliğine karar vermek zorundadır.
Atatürk, dinin siyaset aracı olarak kullanılmasının sakıncalarını şu sözleriyle dile getirmiştir: "Masum halka beş vakit namazdan başka, geceleri de namaz kılmayı vaaz etmek ve öğütlemek, belki de ömründe hiç namaz kılmamış olan bir politikacı tarafından vâki olursa, bu hareketin hedefi anlaşılmaz olur mu?".
Laiklik dinsizlik olmadığı gibi tam aksine, çıkarcı kimselerin milleti din adına sömürmelerine karşı çıkmak, zamana ve akla uymayan bazı hukuk kurallarını geride bırakmak; dini insanların vicdanına teslim etmektir.
Laiklik, Tanrı’ya yönelmede insanı, ülke yönetiminde ve dünya sorunlarını yönetmede devleti özgür bırakmak demektir. Ne devlet insanı belirli bir dinsel yöneliş için zorlayabilir ne de insan ya da insan toplulukları devleti dinsel anlayışa, baskıya zorlayabilir.
Atatürk devrimlerine ve tam bağımsızlığa savaş açmak, Türkiye Cumhuriyeti devletine savaş açmaktır. Anadolu güneşinin halkça, insanca düzeni yeniden kuruluncaya dek laiklik mücadelesi güçlü parlamenter sistem ile birlikte çağdaş demokrasinin zaferi olacaktır.
Hocam iyi ki varsınız Yazınız tek kelime ile mükemmel Kaleminize sağlık.Bütün yazılarınızı takip ediyorum .Sevgiler.
Yüreğine sağlık değerli hocam. Demokratik Laik Türkiye Cumhuriyetimizin temelinde bu Milletin canı, kanı emegi var. Kimsenin haddi değil bunu değiştirmek. Atamızın emaneti Gök kubbe yerinde durdukça dimdik ayakta duracaktır.
Harikaa keşke herkes gelip okusa da biraz bilinçlense
Atatürk ilke ve devrimlerinden uzaklaşmak bizim için felaket olur.
"Laiklik, Tanrı’ya yönelmede insanı, ülke yönetiminde ve dünya sorunlarını yönetmede devleti özgür bırakmak demektir." tek kelimeyle harikasınız.
Son kaledir "LAİKLİK". Emeğinize sağlık.