Geçen yıl 9 Eylül’de Daniel fırtınası ve sellerle gelen afet önce Derne’yi sonra Libya’nın Doğu’sunu tamamen esir almış, iki barajı birden patlatıp, önüne ne geldi ise sürükleyip götürmüştü. 12 Eylül 2023 de Derne Belediye Başkanı şehrin yüzde 20 sinin haritadan silindiğini, yaklaşık 12 bin kişinin hayatını kaybettiğini, binlerce kişinin sel sularına kapıldığını açıklamıştı. Zaten bir siyasi kargaşa içindeki Libya’da, açlık, susuzluk ve salgın hastalıklar kapıyı çalınca, kaz adımları ile yürüyüp, Trablus yönetimi ile uzlaşmayı reddeden Halife Haftar’ın da, servetine servet katmaktan başka hiç bir şey düşünmeyen Abdul Hamid al-Dbeibeh’in de gerçek yüzü ortaya çıkmıştı. Kişisel çıkarlara kurban edilen iç barış nedeniyle, Libya’da yaklaşan bir felaketle ilgili gerekli uyarıları ve ilk yardımı yapması gereken kamu kurumları kalmamış, böylece ülke doğanın acımasız pençesine teslim olmuştu. Yine önce uluslararası yardım ekipleri devreye girmiş, Birleşmiş milletler 5000 aileye yemek dağıtmaya başlayarak 10 milyon Dolarlık acil yardım fonundan hemen yardıma başlamıştı. Kanada 5 milyon Dolar, AB 536 bin Dolar, Bileşik Krallık 1.25 milyon Dolar, ABD ise 1 milyar Dolarlık ihtiyaç malzemesi ile kervana katılmıştı. Bu arada Trablus yönetiminin müttefiki Türkiye de harekete geçip 3 uçak dolusu insani yardım malzemesi, 168 personel, iki arama ve kurtarma aracı ve botu göndermişti[1]. Muhtemelen büyük felakette Türkiye’den Derne’ye uzanan dostluk eli, Ankara ve Tobruk ilişkilerinin biraz daha yumuşamasında etkili olmuştur.
Hasmane İlişkilere 2022 Ayarı
Türkiye, Trablus hükümetiyle 27 Kasım 2019 da bir “Deniz Yetki Alanı Mutabakat Muhtırası” ve “Askeri İşbirliği Anlaşması” imzaladığında Trablus hükumeti hemen bu anlaşmalara bağlı olduğunu bildirmiş, TBMM de onamıştı. Bu çıkışla Türkiye sadece Doğu Akdeniz’de, deniz sınırlarının kendisine verdiği hakkı değil, aynı zamanda, Libya’nın, Libya Denizindeki hakkını savunmaktaydı. Ancak anlaşmayı reddeden Haftar Türkiye’ye karşı, Mısır ve Mısır’la bir başka “Deniz Yetki Alanı Anlaşması” imzalayan Yunanistan’a arka çıkmış, Türkiye’nin muhtemel bir askeri müdahalesine karşı ortak önlem aldıklarını dünyaya duyurmuşlardı. Türkiye o zaman nasılsa Haftar’a Libya’nın çıkarını anlatamadı. Oysa anlaşma en çok petrol kaynaklarının büyük bir kısmı ülkenin doğusunda bulunan Libya’ya lazımdı. Bir iç kargaşanın pençesindeyken, Yunanistan’ın kendi başına veya İsrail, Mısır, Güney Kıbrıs ve İtalya ile Libya’nın deniz yetki alanlarını ihlal ve bu alandaki haklarını gasp ederek Girit açıklarında doğal gaz aramasının önüne geçilmiş, taraflara gözdağı verilmişti. Zaten o gün, bugün ülkesinin çıkarlarına karşı yapılan tasarruflara Haftar’ın neden itiraz etmediği de bir soru işareti olarak kaldı. Ama tarih Mart 2022 yi gösterdiğinde Ankara-Tobruk ilişkileri yeni bir düzleme geldi. O tarihte Haftar’ın üçüncü oğlu Belkasem ve Tobruk Yüksek Devlet Konseyi Başkanı Halid El Mişri’nin Ankara ziyareti, hem Trablus hükumeti, hem de Türkiye ile yeni bir diyalog fırsatı aranması olarak algılandı. Şimdi mahdum Haftar’ın yeniden Ankara’ya gelmesi[2], Trablus-Tobruk ilişkilerinin olmasa bile Tobruk-Ankara ilişkilerinin olumlu bir yola girdiğinin sinyali. Ama neden?
Aile Boyu İlişkinin Önemi
Turgenyev’in dünya edebiyatına damgasını vuran “Babalar ve Oğullar” adlı eseri beni etkilemişti. Eski ve yeni kuşak arasındaki değer ve kişilik çatışmaları, gelenek ve otoritenin gençler tarafından reddi, Rus edebiyatının psikolojik gerçekçiliğe yaptığı bir başka katkıydı. Ama demek her baba-oğul ilişkisi Turgenyev’in romanına uymuyor ki, oğulları ile iyi geçinen babalar ya uzun ömürlü şirketler kurup yaşatabiliyor veya siyasette birlikte boy gösteriyor. Kişiselleşmiş yönetimleri ile özellikle kurumları yıkılmış ülkelerin gününe ve geleceğine hükmediyorlar. Ülkelerinin beşeri ve ekonomik açıdan kalkınmasına hizmet yerine, babaları gibi kişisel çıkarlarını, ülke çıkarlarının önüne koyan oğullar sadece Libya’da yok. Bu bakımdan Türkiye’de Libya heyeti ile müzakereleri hala bir Dışişleri Bakanının yürütmesi ve Belkasem Haftar’ın karşısına, bilindik bazı mahdumların çıkarılmaması, Türkiye’nin henüz bir kabile devletine dönmediğini gösteriyor. Şimdi baba Haftar ile Ankara’nın ilişkilerinin normalleşmesi için Belkasem Haftar’ın gösterdiği çabaya dikkat etmek ve nedenlerini değerlendirmek zamanı.
Türkiye’nin her zaman önem verdiği bir ülke olan Libya, Afrika kıtasının beşinci en büyük ülkesi. Petrol rezervleri açısından dünya dokuzuncusu, üretimi açısından ise otuzuncusu. GSYİH sının yüzde 60 ı petrol ve hidrokarbon ihracatından. Belli bir formüle göre ülkenin batısı ile paylaşılması gerek petrol gelirlerinin sel felaketinden bir yıl sonra ancak toparlandığı, bununla birlikte enkaz kaldırma ve yeniden yapılanmanın yapılamadığı biliniyor. Bu 1.8 milyarı aşan zararın maddi olarak karşılanmasındaki güçlükten çok Libya’da hala kamu kurumları ve güvenlik boşluğu olması nedeniyle, inşaatların başlayamamasından. Yabancı şirketler ve çalışanları gidemiyor. Çünkü Libya seyahat uyarıları yapılan tehlikeli bir ülke. Buna rağmen gözü pek Türk müteahhitleri ile derin bir krizin ortasında işçiler kelle koltukta gider mi?
“Mavi Vatan” için bir Deneme Daha
Belkasem Haftar her şeyin bir fiyatı olduğunu, Türk işçi ve girişimcilerin yüksek karlar için yüksek riskler almaktan çekinmediğini iyi biliyor. Şimdi Ankara’ya felaketten bir yıl sonra gelmesinin en önemli nedeni aradan geçen zamanda kaldırılamayan enkaz ve yeniden yapılamayan barajlar için olmalı. Ama bu konularda Türkiye’den medet umuyorsa Hatay ve Kahramanmaraş’ın durumunu bilmiyor olmalı. Keşke deprem bölgesinde yaraları başarı ile sarmış olsaydık ta Derne sellerinin bıraktığı hasarın onarımı için Libya’nın doğusuna yardım edebilecek kapasitemiz olduğunu gösterebilseydik! Paranın olduğu yere baştankara koşmak Ankara için kötü ve sonunda hayal kırıklığı yaratan bir davranış olur. Şimdi Haftar mahdumu ile yaptığı görüşmeden sonra Dışişleri Bakanımız Libya’ da siyasi istikrarın Doğu Akdeniz için önemli olduğunu ve bunun sağlanması için birbirine düşman Trablus ve Tobruk yönetimlerinin barışması gerektiğini söylemiş. Ayrıca bu konuda Mısır ve Türkiye’nin artık aynı çizgiye geldiğini de belirtmiş. Acaba daha önce aklımız neredeydi? Türkiye gecikmiş bir kararla imzaladığı ve hala geçerliliği tartışılan Deniz Yetki Alanı Anlaşması ile oralara uzanan “Mavi Vatan’ı” korumak zorunda kaldı. Bunun Türkiye’ye maliyeti, önce ikide bir yola çıkarılan gambot lar ve kaybedilen yumuşak güç oldu. Ya sonra? “Görülen lüzum üzerine” devamından vazgeçilen sismik araştırma ve sondajlar için satın alınan gemilerin maliyeti ile bunların kızağa çekilmesinden doğan batık maliyet nedir? Deibeibeh gitti ya! Şimdi galiba Haftar’a sarıyor veya sarılıyoruz. Bizim tarafta bir mahdum olmasa da kişisel tercih ve çıkarlarla şekillenen bir dış politika var. Bu esnek değil, güvenilmez bir politika. “Derne ve Bingazi’yi mamur edersek, Baba Haftar anlaşmayı kabul eder” beklentisi ise yeni bir deneme.
[1] Sema Kalaycıoğlu (18 Eylül 2023) “Barışa Kapı Aralamayan Libya’nın Selle Sınavı”, tasam. org.tr
[2] Safa Alharathy (25.7.24 “Turkish FM reveals ongoing talks with Haftar and his sons” https://www.libyamonitor.com/
Yorum Yazın