Kamuoyu anketlerinin, seçmen tercihlerini etkileyip etkilemediği tartışmalı olsa da, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayının kim olacağı konusunda kamuoyunu yönlendirmede birinci derecede sorumlu oldukları söylenebilir.
Millet İttifakı’nın adayı konusunda anketler, öylesine etkili ki, AKP iktidarının gitmesini isteyenler, birinci ya da ikinci çıkan kişi dışında birinin adı geçtiğinde hemen büyük bir öfkeye kapılıyor, “Seçimi kaybetmek mi istiyorsunuz?” diye tepki göstermeye başlıyorlar.
Fazıl Say, Şubat ayında, twitter’da, “Kılıçdaroğlu’nun ve tüm CHP’lilerin çok iyi anlaması gereken bir şey var; bu toplum umutlarla ayakta kalabildi. Umutlar tükenirse, bu iş bitecek, milyonların umutları. Ve o umutlar, bir tek anketlere ve topluma da yansıyan rakamlardadır. Açık ve net; aday Ekrem İmamoğlu olmalıdır.” diye yazmıştı.
Ama Fazıl Say, tartışmalı Karadeniz gezisinden sonra Mayıs ayında, “Büyük hayal kırıklığı yaşadım. Ekrem İmamoğlu’nu savunmuş biri olarak hesap verme durumu yaşattı bana. Ben de mağdur edildim, kusura bakmasın. Dolayısıyla toplumdan af diliyorum, pişmanlığımı da söylemek istiyorum. Ondan sonra vız gelir tırıs gider, akıllı olun diyerek topluma ayar vermeye kalktı. Hiç hoş olmadı. Gözümden düştüğünü belirtmek istiyorum.” diye yazdı.
Fazıl Say’ın tepkileri, anket sonuçlarının yanıltıcı olabileceğini ortaya koyan bir örnek. Anketlerle parlatılan isimlerin, yıllara dayanan biriktirilmiş bir başarıları yoksa, bir hata yaptıklarında, altın kaplaması dökülmüş metale dönüşmeleri kaçınılmaz oluyor.
Anket sonuçları tabii ki önemli ama bu sonuçları nasıl okumalı?
Birçok anketin ortak sonucu, Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısında en şanslı adayların ilk sırada Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, ikinci sırada da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu olduğunu gösteriyor.
Bu iki isim dışında birinin adı ortaya atılınca ise büyük tepki oluyor.
Peki, bu anketler gerçekten, Cumhurbaşkanlığı yarışında başarılı olacak isimleri mi, yoksa kamuoyundaki popülerliği mi gösteriyor?
İmamoğlu’nun, bazı siyasi açıklamaları olsa da, siyasi görüşleri tam olarak tam olarak bilinmiyor. Yavaş’ın ise, siyasi tartışmalara bilinçli olarak katılmadığı için, siyasi görüşlerini açıkladığında kamuoyunda nasıl bir tepki alacağını kestirmek zor.
Her iki isim, aday olmaları durumunda, her şartta iktidarda kalabilmeyi başarabilmiş 20 yıllık iktidar karşısında başarılı olabilirler mi? Siyasi birikimleri böyle bir kampanyayı yürütmeye yeterli mi? Belediye başkanlığı kampanyası ile cumhurbaşkanlığı kampanyasının farkları neler? HDP ile milliyetçiler arasında nasıl denge kuracaklar? Seçim kampanyasının önemli gündem maddelerinden biri olabilecek Selahattin Demirtaş konusunda hangi görüşü savunacaklar? Sermaye ile emek arasında nasıl denge kuracaklar? Sermayeyi küstürmemek için zaten perişan alt gelir gruplarını daha da mı perişan edecekler? Hangi ekonomik modeli savunacaklar? Millet İttifakı’ndaki partiler arasında denge sağlayabilecekler mi? İttifakın hazırladığı siyasi ve ekonomik programı uygulayacaklar mı, yoksa mevcut yetkileri kullanmaya devam ederek, yeni bir AKP dönemi mi yaşatacaklar?
Anketler ne yazık ki, bu sorulara cevap vermiyor?
Popülerliği temel kriter alarak yola çıkınca, anketler, bu isimlere belki gereğinden fazla övgü olmasını sağlayarak, aslında onlara zarar veriyor. Oysa siyasetçilerin en büyük düşmanlarının, aşırı övgü olduğunu bilmeleri gerekiyor. Siyasetçiyi ayakta tutan ve başarısız olmalarını engelleyen şey ise çok istemeseler de eleştirilerdir.
Başarılı belediye başkanlığından sonra, başarısız hükümet dönemi olabileceğini gösteren bir örnek, Murat Karayalçın’dı. Merhum Süleyman Demirel’in, 1993’te Cumhurbaşkanı seçilmesiyle, DYP’nin başına geçen Tansu Çiller’le çalışmak istemeyen SHP Genel Başkanı merhum Erdal İnönü, partideki görevini de, hükümetteki başbakan yardımcılığı görevini de bırakarak, yerine Karayalçın’ın gelmesini sağlamıştı.
1993- 1995 yılları arasında Çiller’in Başbakan, Karayalçın’ın da Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptığı dönem, hem siyasi hem de ekonomik olarak, siyasi tarihin en ağır ve sıkıntılı yıllarındandı. Faili meçhullerin yaygınlaştığı bir dönemdi. Karayalçın, Çiller’in hükümet etme modeline hiçbir şekilde müdahalede bulunup etkileyemediği için, ana muhalefet partisi SHP, barajı geçemeyecek hale geldi. Karayalçın, SHP’yi CHP ile birleştirerek kapattı.
Henüz belediye başkanlıklarında, ikinci kez sandıktan çıkma başarısını göstermemiş kişilere büyük ümitler bağlanması, Millet İttifakı’nın en büyük handikaplarından.
Muhalefetin, hem popüler hem seçimi kazanabilecek hem de seçim sonrasının ağır ekonomik tablosunu başarıyla yönetebilecek, aynı zamanda AKP iktidarını aratacak hayal kırıklıklarına neden olmayacak bir aday bulma gibi zorluğu var.
Aksi halde, 1989’da büyük ümitlerle yerel yönetimleri alan ama ağır borç yükü altında, hazırlıksız yönetime gelen sosyal demokratların, 25 yıl yönetimden uzak kalmalarına neden olan gelişmeler olabilir. O nedenle, muhalefetin hem seçimi hem de seçim sonrasını iyi planlamadığı takdirdi işi zor görünüyor.
Yorum Yazın