Beleş tepe yokuşundan aşağı indikçe, sessizliğin o dingin yeli, Roman havalarının coşkusu ile yırtılmakta. Sanki rüzgâr bir delik açmışta içinden gökkuşağını, salına salına serpmekte.
Oynaya oynaya iniyoruz.
Her meydan kan, gözyaşı, acı, keder olacak değil ya! Eğlenmesini, hayattan her şeye rağmen keyif almasını bilen Romanlar. Yaşadıkça, gördükçe, bildikçe..Savaşlardan, ihtiraslardan, nefretlerden, onda var bende niye yok, söylemlerinden uzaklaşıp, şöyle o güzel gökkuşağına bakınca, Hitler’i anlamak mümkün. İçinde sanat yeteneği olabilir ancak sevgisiz ya da içinde ki mevcut sevgi enerjisini yeşertememiş her varlık ki; hayvanları ve doğadaki diğer canlıları ayırarak ifade etmek isterim. Evet, ona, İnsan, deniliyor ben ise İNSANSI, diyorum. Homo Sapiens dönemlerinin, buhranını hala yırtamamış olmak.
İLLE DE ROMAN OLSUN
Kimileri der, çamurdan yaratıldık. Roman olsun, ille de! İsterse, çamurdan olsun! Derken, bir bildik olmalı. Dünyada bu kadar zulümler, ötekileştirmeler ekseninde hiç yüzünden tebessümü, tebessümün içinden kahkahayı, kahkahasının ardında göbeciğinin nabız atışlarını buram buram serpen ve kimseye aldırmadan yaşayan kültür, Romanlar..
Malum, dünya baharı 5 Mayıs’ı, 6’ya bağlayan gün, gül ağaçlarına adaklar niyetler sunar. Bu ritüel yıllardır süregelir. Çocukken tebeşir ile taşlara, kaldırımlara yazılan niyetler, büyüdükçe öğrenilir ki bir Hızır, bir de İlyas var. Hızır, toprak. İlyas, su. Ve bir diğer yılın döngüsüne kadar kavuşmak üzere bir araya gelir, bir araya gelmişken de amaçları olan kâinatın tüm yaratılmışlarını; birliğe, beraberliğe ve de sevgiye davet ederler.
Bakmayın işgalci insanoğlunun, her zaman olduğu gibi sadece DÜNYANIN kendine ait olduğu ütopyası içinde olmasına. Dünya, tüm galaksiyi kapsar. Kendi içinde bir dünya, galaksi içinde bir toplu iğne başı bile olmayan düzende, insan da ne?
İnsan, insan derlerdi İNSAN nedir? Şimdi bildim.
“Kendisinde buldu, bulan.
Bulamadı, taşrada kalan.
Muhyiddin Arabi, ne de güzel yazmış değil mi? Peki, bu güzel eser Fazıl Say tarafından bestelenmese, müziğin evrenselliğinde biz neyi, nasıl bilip de anlayabilecektik?
Her dilde ama Ederlezi, dediğimizde bir de yanında kallavi bir demli çay gibi Emir Kusturica “Çingeneler Zamanı” der, bir sinema filmi, sanat ve açılımında film ile müzik.
Peki, o muhteşem filmin müzikleri kime aittir. Dünya sanatçısı Goran Bregoviç.
Balkanların en iyi yansıması.
Sahne performansı ile bizleri, aldı gençliğimizden kanımızın, genlerimizin bağlarından büyülü bir seremoni ve ardından, dedi yaklaşık üç kez bis yaptığı sahneden.
SİZ ÇILGINSINIZ!
BU CENTİLMEN SEYİRCİYİ KIRMAYACAĞIM!
O ZAMAN, NE DENİYOR TÜRKÇE “ İLERİ!”
İstanbul, Şişli Küçükçiftlik Parkında, yok yok!
Ahırkapı Roman Orkestrası ile başlayan ve tam benim alana girmem ile çıkışım arasında tam altı buçuk saat olmasına rağmen bittiğinde sanki bir saat ya olmuş ya olmamış gibi hissettiğim bir an.
Hayal edin böyle güzel bir müziğin, müzik topluluklarının, müzisyenlerin gücünü.
Ahırkapı Roman Orkestrası
“Zeytin ağaçları yerinde kalacak, İstanbul sokakları direniştir” diyen, BabaZula
Gençliğimizden beri hiç eksilmeyen Shantel ve elbette ilerleyen saatlerde gerek çimde gerek piste akın akın alanı dolduran Goran Bregoviç hayranları.
Köfte ve sucuk kokusu, bira kuyruğu ve tıpkı gezi parkındaki gibi dostluk.
Hiç birbirimizi tanımadan sadece bir selam ile;
Ankara’nın bağlarından, Diyarbakır’a,
Oradan bahar şarkılarına nasıl da güzel eğlenilirmiş. Bahar komşusu, sahibinden kaçıp kaçıp herkesi seçerek kucağına, oradan bir yanağımı, bir bacağımı yalayarak selam veren Bafi, nasıl unutulur.
Ya Shantel’den, Zorba!
Disco disco Partizane!
Goran’dan,
EDERLEZİ…
Cia Bella!
Az kaldı İzmir Marşına, girdik gireceğiz.
Goran dedi, bende gerilerden sahneye biraz daha yaklaşmışken “Siz çılgınsınız!”
Göz göze geldik ve sanırım heyecanı hissetti ki, daha doğrusu o koşulsuz sevgiyi:
Sizler, centilmen insanlar, sizleri kırmayacağım o zaman devam!
İLERİ!
HOŞGELDİN BAHAR!
Yorum Yazın