Uyuyamamıştım. Gözüme aşk kaçmıştı benim. Beni öpecek, sonra da doğuracak hiçbir kadın yoktu yanımda. Kökü dışarıda olan hain bir aşkın acısını çekiyordum ve uyuyamamıştım.
Sabah rüzgarında bu koca mahalleye, kara duvarlara ve yağ kokularına doğru yürümüştüm. O kasım ayının sahte ışıklı güneşinin şöyle böyle aydınlattığı Atlı Ases sokağına gelmiştim.
Kış mevsiminde kapatılan ve bu nedenle kalın bir yalnızlık içinde yatan lunaparktaki çoktan unutulmuş atlıkarıncalardan birine oturmuş, bizim sokağa açılan Büyük Kırlangıç ve Eski Çeşme sokaklarına bakmıştım…
Sonra o adam belirmişti. Yıllardır hemen her sabah burada karşılaşırdık. Utanırdık birbirimize bakmaktan. Bazen uzaktan seslenirdi bana. “Ben Ruhi Bey Nasılım” derdi. Bazen de adının “Çağrılmayan Yakup” olduğunu söylerdi. Yakasına hep “Yerçekimli Bir Karanfil” takardı.
Şimdi elinde bir masa, orada dikiliyordu işte. Her sabah seyrettiğim için artık ezberlemiştim. Birazdan masayı yere bırakacak, sonra da masanın üzerine anahtarlarını, bakır vazoyu, yaşama sevincini, kimi sevip kimi sevmediğini, uykusunu ve uyanıklığını, açlığını ve tokluğunu koyacaktı.
Hepsini yaptı. Ayrıca ekmeğin ve havanın yumuşaklığını da koydu masaya. Masanın “Bana mısın” demediğini görünce, son olarak da tuttu bir biranın dökülüşünü koydu masaya ve benim gibi beklemeye başladı…
Sonra öteki adam da geldi. Dalgındı. Bize hiç bakmadı. “Göğe Bakma Durağı” adını verdiği yerde öylece dikildi. Gözlerinde yıldızlar uçuşuyordu. Nedendir bilmiyorum, içtiği tütünler hep ıslaktı.
Üçümüz de sustuk ve onu, o kadını beklemeye koyulduk. Saatlerimiz yoktu. Bu nedenle vaktin kaç olduğunu anlamak için gökteki bulutlara baktık. Martılara baktık. Kilise çanlarına kulak verdik.
Geldi. Kısa saçlı, yüzünde hep o utangaç gülümseme, yaramaz bir kız çocuğu gibi seksek oyunu adımlarıyla yürüyerek geldi. Olanca güzelliğiyle geldi.
O güzelim başını hafifçe eğerek üçümüze de selam verdi. Bize çok kısa bir an için baktı. O bakışta hem acıma, hem sevgi, hem şefkat, hem de mutluluk vardı. O an ağlamaklı olduk.
Güzel kadın şimdi iyice gülümsüyordu. Sonra bize, hayranlıkla ona bakmakta olan biz üç zavallı erkeğe döndü.
Fısıldadı. “Üzgünüm, ayrılık acısı geçer diyemeyeceğim” dedi, “çünkü asla geçmiyor ve katlanarak artıyor” diye ekledi. Sonra yine fısıldayarak konuştu. Bize, acı içindeki o üç erkeğe, “asıl terk edilenin, terk eden olduğunu anlamıyor ki kimsecikler, terk eden görünen, neşteri ortak yaraya batırabilendir, çünkü bu güç iş ona bırakılmıştır, yitirdiklerini, yitireceklerini, çekeceği acıları bilse de gerekeni yapmak zorunda olanındır” dedi.
Sonra gitti ve sokağın kuytuluğunda kayboldu. Geriye yalan ışıklı bir güneş, hüzünlü bir atlıkarınca ve biz, o umarsız, o zavallı üç erkek kaldık. Sonra Atlı Ases sokağından sessizce çıktık ve işlerimizden kovulmaya gittik…
Yazar Tomris Uyar’ı sevmiş olan üç erkek, üç ünlü şair Edip Cansever, Turgut Uyar ve Cemal Süreya, benim yazdığım bu kurgu içinde hiç olmadılar elbette ama gerçekten derin bir aşkla sevdikleri Tomris Uyar için, en güzel şiirlerini yazdılar.
Tomris Uyar 15 Mart 1941’de İstanbul’da doğdu. İlkokulu Yeni Kolej'de, liseyi de Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde tamamladıktan sonra, kendi ifadesiyle ‘Türkçesini geliştirmek için’ çevirmenlik yapmaya başladı.
Daha sonra evlendiği Ülkü Tamer’le arkadaşlığı sırasında, ‘İkinci Yeni’ şairleriyle derin dostluklar kurdu. 1969’da evlendiği Turgut Uyar’dan önce de Edip Cansever ve Cemal Süreya ile arkadaşlık etti. Edip Cansever, Tomris Uyar’ın her doğum gününde ona bir şiir yazdı. “Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Öyle Bir Şiir"de kullandığı “ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç” dizesi, her zaman hatırlanan bir dize oldu. Cemal Süreya’nın ünlü “ay ışığında oturduk, bileğinden öptüm seni” dizesi de Tomris Uyar için yazılmıştı. Eşi Turgut Uyar da ona “Tomris Uyar İçin Bir Şiir Kurma Çalışması” adlı şiirini yazdı.
Hep hayatla ve kendisiyle didişen, hemen her şeyi sorgulayan, kitabına bile ‘Bir Uyumsuzun Notları’ adını verecek kadar uyumsuz, dik başlı ve ilkeli bir insan olan Tomris Uyar’ın bu uyumsuzluğu 4 Temmuz 2003’te sona erdi.
Tomris Uyar, o tarihte “uzun, çok uzun bir yolda yürümeye” çıktı…
Turgut Uyar’ın, “bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur” dediği Tomrisine armağan ettiği şiirinin tamamı: * senin için alışılmış şeyler söyleyemem sana yaraşmaz/ kış gecesi amcamızdır bahar yakından kardeşimiz/ alır başımı Erzincan'a giderim seni düşünmek için/ dörtlükleri bozarım çünkü dağlar ne güne duruyor/ kıyılar ve eskimeyen her şey seni anlatmak için/ * bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur/ ne var ki ıslanır gider coşkunluğum durmadan/ durmadan/ dağ biraz daha benden deniz her zaman senden/ hiçbir dileğimiz yok şimdilik tarihten coğrafyadan/ * kimselere benzemesin isterim seni övdüğüm/ seni övdüğüm zaman/ güzel bir çingene yalnız başsına dolaşmalı kırlarda/ seni övdüğüm zaman
Lemi Özgen bu defa bir başka kadını, “İkinci Yeni”nin aşık üç sairinin adına şiirler yazdığı Tomris Uyar’ı anlatıyor. Tomris Uyar, bir ucu Selanik’e, bir ucu Trabzon’a uzanan İstanbullu aile ortamında kendi deyimiyle, “Kedi kadar bağımsız, kendiyle barışık” kişilik oluşturdu. Kendine aşık erkeklerin ilkiyle kolejdeyken tanıdığı Ülkü Tamer’le kısa bir evliliği ve Cemal Süreya ile de kısa birlikteliği sonrasında geri kalan hayatında soyadını taşıyacağı Turgut Uyar’la evlendi. Emekliliği ertesinde İstanbul’a yerleşen Turgut Uyar, önceki hayatı yatılı askeri okullarda ve askeri kışlalarda geçirdiği münzevi yapısıyla, Tomris’inden bir dakika bile ayrı kalmak istemez. Bu tutum başlangıçta sevilene hoş gelir ancak bağımsızlığına düşkün karakteri O’nu önceden de tanıdığı Edip Cansever’le derin bir dostluğa iter. Cansever, her doğum gününde Tomris Uyar’a, isterse yayınlayabileceği adına yazılı şiirlerini verir. Bu ilişkiden haberdar Turgut Uyar da, yaşamı boyunca hiçbir kitabına koymadığı eşine olan aşkını en derinden hissettiği ve hissettirdiği şiirini armağan eder. Edebi hayatımıza yüzden fazla kısa hikayesi ve çevirileriyle giren bu yetenekli ve bir o kadar bağımsızlığına düşkün kadın bu dünyadan böyle geçti.