Önce İngiltere’de İşçi Partisi Avam Kamarası’nda 650 sandalyenin 410’unu kazanarak 14 yıllık Muhafazakar Parti iktidarına son verdi. Hoş İşçi Partisi’nin ne kadar sol bir parti olduğu, kazananın İşçi Partisi mi? yoksa kaybedenin sandalyesi 131’e düşen Muhafazakar Parti mi olduğu hala tartışılıyor.
Fransa ise bir kabustan uyandı. Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ardından ortaya çıkan ağır hezimet koşullarında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un aldığı, kendisi istifa etmeksizin Parlamentoyu fesih kararının ardından yapılan ilk tur seçimlerinde, Marine Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi oylarını yüzde 33’e taşıyınca büyük endişe ortaya çıkmıştı. İkinci Dünya savaşından bu yana ilk kez aşırı sağcı bir parti Fransa’da iktidarı ele mi geçirecek sorusu, hem Fransa’nın hem de AB’nin geleceği açısından önemli sorgulamalara yol açıyordu.
Marine Le pen’in 577 sandalyeli Fransız Parlamentosu’nda 289 sandalyeyi ele geçirmesi büyük bir olasılık olarak gözüküyor, umutlar dar bölgeli seçimin ikinci turunda yapılacak seçim ittifaklarına bağlanıyordu. İkinci tura katılmaya hak kazanmış 215 milletvekili adayının yarıştan çekilmesi, bir tür “faşizme karşı omuz omuza!” dayanışması sonucunda, korkulan olmadı. İlk turda sandığa giden yaklaşık yüzde 61 seçmenin yine yaklaşık yüzde 66’ya tırmanması da herhalde ortaya çıkan yeni sandalye dağılımının gerekçelerinden bir tanesiydi.
İkinci tur seçimlerinin ardından sandalye dağılımına baktığımızda Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi 143 sandalye ile ancak üçüncü parti olurken, Jean Luc Melenchon’un önderliğindeki sol ittifak, diğer adıyla Yeni Halk Cephesi 182 sandalye ile ilk sıraya yerleşirken, Macron’un Cumhuriyet için Hep Birlikt ittifakı 168 sandalye ile ikinci sıraya yerleşti.
Doğal olarak bu sonuçların adından Fransa’yı yeni bir yönetim krizi bekleyecek. Başbakan kim olacak? Fransa dış politikası Melenchon’un ifade ettiği doğrultuda İsrail karşıtlığına, Filistin’I devlet olarak tanımaya kadar gdecek mi? Şu an için belirsizliğini koruyan sorular. Ancak hiç kuşkusuz yeni bir “cohabitation” süreci diğer ifadesi ile farklı görüşlerin bir arada yer alacağı bir yönetim tarzı kaçınılmaz.
Hani Fransız solu bu kez birleşerek bir seçim zaferi elde etmiş gibi gözükse de, ister istemez “son Cumhurbaşkanlığı seçiminde aklınız neredeydi?” sorusunu da ister istemez sormak durumuna geliyoruz. Melenchon ilk tur seçimlerinde az farkla Macron’un ardından üçüncü aday olarak kalınca, Le Pen’in Cumhurbaşkanı olmasını engellemek için hemen hemen bütün sol oylar mecburen Macron’a gitmiş, günümüze kadar uzanan Fransız siyasi tarihinin de temelleri atılmıştı.
Evet, iki önemli Avrupa ülkesinde sağa karşı solun yükselişine tanıklık ettik. Peki bu görünüm aşırı sağ tehlikesinin ortadan kalktığı anlamına geliyor mu?Kesinlikle hayır. Sol kendisine yüklenen bu yeni misyonu layıkıyla yerine getiremez ise, aşırı sağ tehdit daha da yerleşerek kapıyı çalmak için fırsat bekleyecektir.
Tabi bu arada Reisi’nin helikopter kazası ile ölümünün ardından yapılan İran seçimlerinde de reformist bir aday olarak Cumhurbaşkanlığı’nı kazanan Pezeşkiyan’ın durumuna da dikkat çekmek gerekiyor. Pezeşkiyan Molla rejimi içinde ne kadar başarılı olabilir, bilinmez ama bizi ilgilendiren yakın coğrafyamızda yeni dip dalgaların oluştuğu da muhakkak.
Bu arada son yazımızda Mehmet Şimşek’in izlediği ekonomi politikasının irrasyonalist olduğuna değinmiş, IMF’nin bile bu kadar gaddar davranmadığına işaret etmeye çalışmıştık. Sosyal boyut gözardı edilerek izlenen gaddar para politikaları doğurduğu sonuçlar itibarı ile ülkeleri aşırı uçta siyasi tercihlere yönelmeye yol açıyor, bu da IMF’yi müzakere edebileceği siyasi muhatap bulmakta zora sokuyordu.
AKP bu çerçevede IMF’nin müzakere edemediği bir siyasi parti mi? Şimşek IMF’nin sözünün dışında mı yoksa IMF’nin müzakere edebileceği yeni bir muhatabı bulması doğrultusunda mı hareket ediyor? Bir sürü komplo teorisi sorusu kaçınılmaz olarak Temmuz ayı zamları öncesinde kafalarda şekilleniyor.
Bu arada yine son yazıma istinaden adları bende saklı iki emekli üst düzey bürokratın itirazlarını da sizlerle paylaşayım.
Mevcut sistemde bakanların üst düzey bürokrattan öteye geçmediğini ifade etmiştim. Kendisi eski üst düzey bürokrat olan arkadaşım alınmış, “orta düzey” desek yeterli olur diye itirazını bana yöneltti.
Bir diğer üst düzey bürokrat olan sevgili dostum da, mevcut sistemde reform yapılabilmesi için Cumhurbaşkanı’nın bizzat kendi yetkilerine sınırlama getirmesi gerektiği, ancak bunun imkansız olduğu için reform yapma rüyamdan uyanmam gerektiğinin altını çizdi.
Ne diyebilirim ki?
Batı’da ve Doğu’da başlayan dip dalgalarhayırlara vesile mi? Bizde son yerel seçimlerde başlayan dip dalgayla birleştirince farklı bir dünyaya yelken açılabilir mi?
Umut etmeye devam edeceğiz. Yaşamdaki en acımasız kötülük umutları yok etmektir. Bu kötülüğe karşı durmaya devam
Yorum Yazın