Gündem, henüz on altı yaşında bir genç kızımızın kurban edilmesi ile dönüyor. Diğer dönmekte olan kara bulutların siyahı, üstelik geçmemişken. Ya benimsin ya toprağın, yazgısını yırtıp atıp, her şeye rağmen insan kalabilmek için. İçimiz yanarken bizi en güzel, edebiyat iyi eder, deyip soluğu sevginin de aşkında bir günlük kumbaraya atılacak kadar değersiz olmadığının bilinci ile Fransız Kültür Merkezinde alıyoruz.
“Çiçekçilerin ve çikolatacıların, günü bitti ise bizde bir şeyler anlatalım, diye başladı Yazar ve Çevirmen, Yiğit Bener, söze.
Doğru, aşk, hiç bir güne sığar mı? Daha doğrusu, sevgi sığar mı? Sevgi, aşk mıdır? Aşk, ne kadar sevgidir? Birçok sorgulamalara, edebiyat açılımları ile cevap bulabilmek. Şükür ki ancak okuyarak, doğru bilgiye ulaşarak, insan yanımızı besleyip, parlatacağımız sahamız var. Sonunda şefkat duygusu ile bağladığımız, İstanbul Fransız Kültür Merkezinde çok güzel bir “Aşk Okumaları” söyleşisi gerçekleşti.
Yazar ve Çevirmen, Yiğit Bener’ in oldukça özenerek seçkin bir çalışması sonucu bize sunduğu, dünya edebiyatından ve Türk edebiyatçılarımızın da yer aldığı çok katmanlı güzel bir gece yaşattığı için yeniden teşekkür etmek gerekiyor. Ne çok ihtiyacımız var böylesi güzelliklere, insan yanımızı beslemeye.
AHMET ALTAN MOLIERE SEZEN AKSU GÜLTAN AKIN SIMONE DE BEAUVOIR
Edith Piaf, olmak üzere her geçiş araları müzikli ama her şarkının tercümesi, geçen slayt içinde Yiğit Bener tarafından tercüme edilerek aydınlatılmış. Fransız Kültür Merkezinde, her gün bir cinayet, katliam, hayatımızı yaşanmaz hale getiren bir sistem içinde, soluk aldıran ezgiler… Sözler edebiyattı, en küçük yapı taşı şiir ve onu temellerinden yazılar…
Dünya var olduğundan itibaren edebi metinlerden, Aşk Okumaları.
5.bölümde: Simone de Beauvoir’n, İkinci Cinsiyet /Yaşanmış Deneyim eserinden; on ikinci bölümde, Âşık Kadın, tanımlanırken:
“Aşk” sözcüğünün anlamı iki cinsiyet için aynı değildir ve bu onları ayıran vahim anlaşmazlıkların kaynaklarından biridir. Byron haklı olarak şöyle demiştir: Aşk, kadının yaşamının kendisi olduğu halde, erkeğin yaşamında yalnızca bir uğraştan ibarettir. Erkekler varoluşlarının belirli anlarında tutkulu âşıklar olmuş olabilirler, ama “büyük bir âşık” olarak tanımlanabilecek bir erkek yoktur. En şiddetli coşkularında bile hiçbir zaman her şeyden vazgeçmezler; sevgililerinin önünde diz çöktüklerinde bile, istedikleri hala ona sahip olmak, onu ilhak etmektir. Yaşamlarının merkezinde egemen özneler olarak var olmaya devam ederler. Sevdikleri kadın ancak birçok değerden biridir, varoluşlarının tümünü onun içinde boğmayı değil onu kendi varoluşlarıyla bütünleştirmeyi isterler. Tersine kadın için aşk bir efendi uğruna tamamen bir vazgeçiştir.
“Âşık kadının en büyük mutluluğu, sevdiği adamın onu kendi parçası olarak kabul etmesidir. O,”biz” dediğinde, onunla ilişkilendirilmiş, özdeşleştirilmiş olur, onun saygınlığını paylaşır ve onunla birlikte dünyanın geri kalanına hükmeder. O leziz “biz” sözcüğünü tekrar tekrar “ kötüye de olsa” kullanmaktan yorulmaz. Sevdiği, sevildiği ve sevgilisi için zorunlu olduğu sürece, kendini tümüyle doğrulanmış hisseder. Huzurun ve mutluluğun tadını çıkarır. Ama bu görkemli mutluluğun istikrarlı olduğu enderdir. Hiçbir erkek, Tanrı değildir. Mistik kadının orada olmayan tanrısallıkla kurduğu ilişkiler, yalnızca kendi şevkine bağlıdır. Ne var ki ilahlaştırılan ama Tanrı olmayan erkek oradadır. Âşık kadının huzursuzlukları da buradan doğacaktır”
7.bölümde: Annie Ernaux’un, Seneler, adlı eserinden bölümde ise: Toplum, aile ocağından uzaklaşmak zorunda kalanlaraysa erkeklere ayrılan yurtların dışında, Kız Konukevleri sunuyordu, onları erkeklerden ve kötü yola düşmekten korumak için. Hiçbir şey, ne zekâ ne eğitim ne güzellik, hiçbir şey bir kızın cinsel itibarı ayni evlilik piyasasındaki değeri kadar önem taşımıyordu. Bunun da bekçisi, bayrağı kendi annelerinden devralan annelerdi: “Evlenmeden önce biriyle yatarsan, kimse seni istemez” denir, bu sözle kastedilen piyasanın erkek tarafından ıskartası, yani sakat, hastalıklı ya da daha da kötüsü boşanmış bir adam hariç “hiç kimse”ydi.
Evleninceye kadar, aşk hikâyeleri milletin meraklı bakışları ve yorumları altında yaşanırdı. Yine de günden güne daha ileri gidilerek flört ediliyor, tıbbi kitaplar dışında hiçbir yerde dile getirilmeyen oral seks, cunnilingus bazen de anal birleşme deneyimleri yaşanıyordu. Oğlanlar prezervatife burun kıvırıyor, babalarının başvurduğu dışarı boşalma yöntemine yanaşmıyordu.
AŞK DUYGULARIN ŞİİRİDİR-BALZAC
Dünyada bakış açısını, farklı yazarların yorumları arasında içlerinde; Celion Dion’ dan, Fabienne Thibeault gibi şarkıcılarında yorumları ile şekillenen programda, Sezen Aksu’ da, gündemi ve de Gülten Akın inceliği ile sunuldu. Ahmet Altan ve Hayat Hanım’dan pasajda.
En güzelleri ve Türk Edebiyatının taçlanmış kısmı ile Sabahattin Ali’den, Suat Derviş’e, Leyla Erbil’ den, Sevgi Soysal’a kadar çok seçenekli büyüleyici kelimeler ile program, şefkat olmadan sevgide olmaz ile tamamlandı. Nihayetinde tutku, sevgi, arzular, tensellik ama o çekim gücünü muktedir kılan aşk!
Az çok çıkarımlardan aslında daha çok kadınların dünyanın neresinde olursa olsun daha çok maruz kaderleri, yazgıları ya da doğaları sonucu çıkarken, aşk için ölmeli mi ama öldürmeden, sevgiyi giyinerek sevmeli düşüncesi yayıldı. Netice aşk bizi besleyen, büyüten ve yüceltendi.
Fransız deneme yazarı Marcel Proust’un ikiyüzüncü ve Moliere’n(Jean-Baptiste Poquelin) dörtyüzüncü yılında, bir güzel akşam İstanbul, Fransız Kültür Merkezinde.
O aşk ki, Yiğit Bener’in programın sonunda soru-cevap kısmında yanıtladığı gibi:
“Böylesi günlerde aşkı korumak, yaşatmak için de, en büyük gücümüz yine o aşk!
Aşk ile.”
Yorum Yazın