Lemi Özgen

Lemi Özgen


Aşktan söz ettiğimizde neden söz ederiz?

Aşktan söz ettiğimizde neden söz ederiz?

Doktorun odasındaki bekleme yerinde oturuyorum. Oysa ben şu anda evimin salonunda olmak istiyorum. Karım kanepede uzanmış. Pembe geceliğinin önü iyice açılmış. Şehvet uyandıran baldırları görünüyor. Şiir yazıyor. Karımın yılda iki kez şiir yazdığını size söylemiş miydim?

İçkim bitiyor. Bir tane daha alıyorum. Gelip yeniden koltuğuma gömülüyorum. Bir sigara daha yakıyorum. Karım uzandığı kanepede şiir yazıyor. Söylemiş miydim? Karım yılda iki kez şiir yazar. Geceliği iyice sıyrılmış. Sigara yakıyorum. Televizyona bakıyorum.

Televizyonda dünyanın çeşitli yerlerindeki katedraller gösteriliyor. Paris’teki o ünlü katedral, göğe doğru uzanan ürkütücü kuleleriyle ekranı kaplıyor.  Kamera içeriye giriyor. Bu kez tavanı ve duvarları kaplayan freskler çıkıyor ortaya. Fresklere bakarak içiyorum. Karım şiir yazıyor. Yılda iki kez şiir yazar. Geceliğinin önü iyice açılmış.

Bir keresinde bizim eve kör bir adam geldi. Birkaç gün bizde kaldı. İlk gece kanepede oturdu. Karım da aramıza yerleşti. Karım şiir yazdı. Geceliğinin önü açıldı. İçki içtik. Zincirleme sigaralar yaktık.

Televizyon katedralleri gösterdi. Karım yatmaya gitti. Biz kör adamla içki içtik. Sigara yaktık. Televizyona baktık. Ben kör adama katedralleri anlattım. “Hadi resmini çizelim” dedi bana. Bir kesekağıdını açıp düzelttim. Kör adam benim elimi tuttu. Ben kağıda bir katedral çizmeye koyuldum. Kör adam da benim elimi tutarak, benimle aynı hareketleri yaptı. Önce eve benzeyen bir kutu çizdim. Sonra tepesine bir çatı kondurdum. Çatının her iki ucuna sivri kuleler çizdim. Elimi sıkı sıkıya tuttuğu için bütün bunları kör adam da çizmiş oldu. Kör adamla katedraller çizdik.  İçki içtik. Sigara tüttürdük. Karım uyudu. Kör adamla birlikte içi fresk kaplı katedraller çizdiğimizi görmedi. Müthiş bir geceydi…

Biraz sonra doktor geldi. Yüzü asıktı. Elinde birkaç röntgen filmi vardı. Başını iki yana salladı. Filmleri bana verdi. Doktora teşekkür ettim. Elini sıktım. Eve döndüm.

Koltukta sigara ve içki içtim. Televizyona baktım. Katedralleri gösteriyordu. Karım üzerinde kısa bir pembe gecelikle gelip koltuğa uzandı. Şiir yazmaya başlamadan önce “doktor ne dedi” diye sordu. Yeni bir sigara yakarak, bir bardak içki daha doldurarak ve televizyona bakarak karıma cevap verdim. ‘Durum iyi gözükmüyor dedi / durum kötü gözüküyor dedi gerçekten kötü / otuz iki tanesini saydım onların dedi / bir ciğerin üzerinde
saymaktan vazgeçmeden önce / ben memnun oldum dedim bilmeyi istemezdim / ondan daha ne kadar fazla olduğunu orada / yerimden zıpladım ve elini sıktım bu adamın’…

“Kısa hikayeler ustası”, “edebiyatta minimalizmin kurucusu”, “kirli gerçekçilik akımının babası” gibi unvanları olan Amerikalı şair ve öykücü Raymond Carver, aşırı sigara ve alkol düşkünlüğü nedeniyle yakalandığı amansız hastalığı öğrendiği günü, ‘Doktor Ne Dedi’ adlı şiirinde böyle anlattı.

Aşktan Söz Ettiğimizde Neden Söz Ederiz, Katedral, Lütfen Sessiz Olur musunuz Lütfen, Yürek Söken Hikayeler, Kış Uykusuzluğu adlı eserleriyle tanınan Raymond Carver, 25 Mayıs 1938 tarihinde doğdu. Babası kereste fabrikasında işçilik yapan kronik bir alkolikti. Annesi de bulabildiği zamanlarda garsonluk yapan, ciğerlerinden hasta bir kadındı.

Carver’ın yaşamı da en azından ilk başlarda babasının yaşamından pek farklı olmadı. Liseyi bitirdikten sonra işçi olarak bir kereste fabrikasında çalışmaya başladı. Henüz on dokuz yaşındayken, on altı yaşındaki Maryann Burk’la evlendi. Yirmi yaşına geldiğinde iki çocuk sahibi bir babaydı. Çalışmayan eşine ve iki çocuğuna bakabilmek için bulabildiği her işte çalıştı. Gece bekçiliği, tuvalet temizleyiciliği, çıraklık yaptı.

Doğduğundan beri çevresinde var olan alkol ve sigarayı daha on dört yaşındayken düzenli olarak kullanmaya başladı. Bulabildiği her türlü içkiyi içiyordu. İçiciliği öylesine ünlendi ki, bir diğer tutkusu olan ve hatırı sayılır bir ustalığı bulunan olta balıkçılığında tuttuğu balıkların, onun eli değer değmez ‘sarhoş’ oldukları söyleniyordu. Sigara alışkanlığı ise tam bir felaketti. Arkadaşları Carver için ‘sigaraya iliştirilmiş beden’ diyorlardı.

Bütün bu hayhuy içerisinde Carver yazıyordu. Nereye giderse gitsin hep yanında bulunan bir not defterine durmadan notlar alıyordu. Aslında bunlar onun ‘yazıyla çektiği fotoğraf kareleriydi’. Kısa ve sade notlardı bunlar ve Carver’ı dünya çapında bir hikayeci yapacak olan üslubun ilk tohumlarıydı. 
Carver ve ailesi bir süre sonra California'ya taşındılar. Carver üniversiteye ve yazma kurslarına gitti. Klamath Yakınlarında ve Kış Uykusuzluğu adlı şiir kitapları yayımlandı. Nedir, Carver’ın asıl ünlendiği alan kısa hikayeler oldu. Çehov’u seviyordu. Onun gibi yalın bir dille kaleme alınmış kısa hikayeler yazmaya koyuldu.

1976’da yayımlanan “Lütfen Sessiz Olur musunuz Lütfen” adlı kitabı büyük yankı uyandırdı. Ardından “Aşktan Söz Ettiğimizde Neden Söz Ederiz?” ve “Katedral” hikayeleri geldi. Eleştirmenler bu hikayelerin yapısını bir türlü çözemediler. Carver çok yalın bir dil kullanıyordu. Çoğu cümleyi defalarca yineliyordu. Ayrıca Carver’ın hikayelerinde belirli bir olay yoktu. Dahası hikayelerin belirli bir sonu da yoktu. Mesela ünlü Katedral öyküsünde, kör bir adamın bir karı kocanın evine gelişi anlatılıyordu. Durmadan yinelenen cümlelerle devam eden hikayede, kör adam karı kocayla birlikte içki içiyor, sigara tüttürüyor ve televizyondaki katedralleri gösteren bir programı ‘seyrediyordu’.  Sonra da iki adam, bir kesekağıdına birlikte bir katedral resmi çiziyorlardı. İkisi de bunun “müthiş bir şey olduğu” konusunda görüş bildiriyorlardı. Hikaye bitiyordu.

Böyle bir anlatımla nasıl olup da bu kadar başarılı, insanı allak bullak eden hikayeler meydana getirildiğinin sırrı anlaşılamadı. Eleştirmenlere göre, Raymond Carver’ın eserlerini tahlil etmek, James Joyce’un eserleri üzerinde inceleme yapmaktan daha zor bir işti.

Bazı eleştirmenler, Carver’ın tüm hikayelerinde içten içe bir “huzursuzluk” bulunduğunu, okuyanların ‘alabildiğine kırılgan bir dille” yazılmış bu hikayelerdeki huzursuzluğu farkında olmadan algılayıp, aynı huzursuzluğu hissettiğini ve o nedenle de Carver’ın hikayelerinin beğenildiğini öne sürdüler. Onlara göre, Carver’ın öykülerinde Stephen King’in eserlerindeki gizli ve hiç beklenmedik anda ortaya çıkan korku öğesi, huzursuzluk olarak vardı ve bu da insanları çekiyordu.

Carver bu tartışmalara pek katılmadı. Sokaklarda dolaşmaya, barlara, meyhanelere girerek “yazıyla insan fotoğrafları çekmeye” devam etti. Eşinden boşandı. Şair Tess Gallagher ile tanıştı. Bir süre sonra evlendiler. Uzun süren bir tedaviden sonra Carver alkol ve sigarayı bıraktı.

Her şey iyi gidiyordu. Carver ‘aşktan söz ediyordu’ artık. Port Angeles’deki bahçesi güllerle kaplı bir evde yaşıyorlardı. Nedir, içten içe kötü şeyler de gelişiyordu. Göğsündeki ağrılar yoğunlaşınca Carver doktora gitti ve akciğer kanseri olduğunu öğrendi. Doktor ona ‘bir ciğerinde otuz iki tane o şeyden saydım ve saymayı bıraktım’ dedi.

Carver eve döndü. Karısı ona ‘doktor ne dedi’ diye sordu. O da anlattı. 2 Haziran 1988’de karı koca villalarının balkonunda oturdular. Carver güllerin kokusunu duyabildiğini söyledi. İçeri geçtiler. Carver’ın eşi şiir yazmaya koyuldu. Carver televizyon seyretti. Carver televizyonda Marcello Mastroianni  ile Silvano Mangano’nun oynadığı “Dark Eyes” adlı filmi seyretti. Bir tesadüf olarak film, Carver’ın çok sevdiği Anton Çehov’un bir hikayesinden uyarlanmıştı.

Sonra yattı. Karısı şiir yazdı. Raymond Carver, sabah saat altı yirmide öldü. Elli yaşındaydı…

Biliyorum bu bitiş cümlesi kısa ve yalın oldu. Nedir, Raymond Carver da kendi ölümünü yazsaydı eğer, mutlaka benimkine benzer bir cümle kullanırdı.

Lütfen sessiz olur musunuz, lütfen…

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar