Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde 23 Mart’ta çevrimiçi bir etkinlik gerçekleştirildi. Ve bu etkinlikte Pennsylvania Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü Başkanı ve aynı üniversitedeki Kimlik ve Çatışma Laboratuvarı (Identity & Conflict Lab) kurucusu Prof. Sambanis bir sunum yaptı.
Sambanis; Avrupa genelinde mülteci veya göçmen karşıtlığının ülke bazında araştırıldığı bir çalışmaya göre, göçmen toplumunun varlığı nedeniyle artık kendisini evinde hissetmediğini söyleyenler arasında yüzde 52 oranıyla İtalya’nın başta geldiğini aktardı. Bu oldukça çarpıcı bir rakam, yani kabaca bir analizle İtalyanların neredeyse yarısı ‘kendilerini evlerinde hissetmediklerini’ söylüyor. Fransızların yüzde 47’si, yani yine neredeyse yarısı, Almanların yüzde 44’ü, İspanyolların ise yüzde 38’i ‘kendilerini evlerinde’ hissetmiyor.
Bu rakamlar çok çarpıcı ve Avrupa halklarının ciddi psikolojik, sosyolojik sorunlar yaşadıklarını gösteriyor. Tabii bu ifadeleri kullanan Avrupalılar, huzurunu kaçırdıkları, evlerinden, yerlerinden, yuvalarından ettikleri, bombaların altında ölmekten başka çare bırakmadıkları milyonlarca çaresiz insana silah satan devletlerini hesaba hiç katmıyorlar herhalde.
Dünyanın birçok bölgesinde meydana gelen kanlı çatışmalarda Amerika, Rusya, Avrupa ve silah üreticisi diğer ülkelerin silahlarını teröristlerin ve çatışanların elinde görebiliyoruz. Oysa Avrupa terörle mücadele ettiğini ve barış için çalıştığını ileri sürerken özellikle Fransa, Almanya, İngiltere gibi ülkelerin silahları Ortadoğu ve diğer ülkelerde kolaylıkla elden ele dolaşabiliyor.
İspanyol silahlarını bilemiyorum ama o satılan silahların çaresiz ve perperişan mülteci ordularını sınır kapılarına yığacağını da öngörmemek büyük safdillik, utanmazlık ve cahil cesareti maalesef. Huzurlu huzurlu, gündüz gittiğin işin, her ay aldığın maaşın, senede iki kez çıktığın tatilin hesabını yapıp, sallan yuvarlan modunda yaşayan Avrupa halkları bir zahmet keşke bunları da hesaba katarak, yöneticilerine uyarılarda bulunabilselerdi.
O hiç beğenmedikleri demokrasimiz, sürekli yerin dibine sokulan insan haklarımız acaba bu mülteciler için gerek ve geçerli değil midir? Evet bizim de büyük sorunlarımız, yanlışlarımız var, biz de kusursuz, dert üstü murat üstü bir durumda değiliz ama masum değiliz, hiçbirimiz…
Prof. Sambanis şöyle devam ediyor:
Almanya’daki Müslüman göçmenlerin maruz kaldığı ayrımcılığın nedenlerini araştırmak amacıyla ülkenin 30 farklı kentindeki tren istasyonlarında deneysel bir çalışma yürütülmüş. ‘Hem batı hem de doğu Almanya'daki 30 şehirdeki tren istasyonlarında, 7.000'den fazla seyircinin farkında olmadan katıldığı; çok sayıda araştırma görevlisi ekibinin yer aldığı bu çalışma 1.600'den fazla kez gerçekleştirilmiş. Araştırmacılar, başörtüsü takan kadınların yerli Almanlardan daha az yardım alıp almadıklarını, göçmenler arasındaki etnik-ırksal farklılıkların önyargı oluşturmada dini farklılıklardan daha az önemli olup olmadığını, haç takan göçmenlerin haç takmayanlardan daha fazla yardım alıp almadıklarını ölçmüş. Ayrıca iyi vatandaşlık normlarına uymaları halinde -örneğin kamusal alana çöp atmama- göçmenlerin çevredekilerden daha fazla yardım alıp almadığını incelemiş. Sahadaki gözlemlerinde Müslümanlara yönelik önyargının çok belirgin olduğu ve iyi vatandaşlıkla aşılmadığı görülmüş. Başörtüsü takan göçmen kadınlar, kurallara uysalar bile Alman kadınlara göre her zaman daha az yardım almışlar.
“Aynı zamanda, Müslümanlara yönelik ayrımcılığın ev sahibi toplumun değerlerini önemsediklerini gösterirlerse düşebildiğini; iyi vatandaşlığın da bazı faydaları olduğunu gördük. Ve tek başına etnik veya ırksal farklılıkların ayrımcılığa neden olmadığını da... Ortalama olarak, kabul edilen normu uygulamayan başörtüsü takan kadınlar vakaların yaklaşık %60'ında yardım alırken, Alman kadınlar vakaların%84'ünde yardım aldı. Çöp atan kişiyi uyararak sosyal normları uygulayan bir Müslümana sunulan yardım oranı, aynı normu uygulamayan bir Alman için yardım oranına eşitti.’’
Bir hayli can sıkıcı verilerle karşı karşıya olduğumuz bu araştırmanın sonuçlarından yola çıkarak etnik çatışmaların kaçınılmaz olduğu açıkça ortada. Ancak amaç çatışmayı yatıştırmak veya yönetmek olmalı, her türlü önyargıdan uzaklaşarak, diye düşünmek istiyorum. Mübarek Ramazan Ayı’nın tüm güzelliklere vesile olmasını ve başta pandemi afetinden tüm dünya toplumlarını kurtarmasını diliyorum.
Yorum Yazın