Özellikle Batı Avrupa’da neredeyse yarım yüzyıldır yaşanan ama açıkça dillendirilmeyen bir sorun var. Siyasal İslam’ın Batı Avrupa ülkelerinde iyice yaygın hale gelmeye başlaması siyasileri olduğu kadar aklı başında, aklı selim sahibi düşünürleri de endişelendiriyor. Endişenin en önemli kaynağı insan hakları, ifade özgürlüğü, demokrasi safsatasına sığınarak sol partilerin siyasal İslam’a toz kondurmak istememeleri, merkez sağın soruna kısmen daha gerçekçi ve sağ duyulu yaklaşımı; öte yandan aşırı sağ kesimin ise, kamuoyunun hassasiyetlerinden yararlanarak siyasal İslam’ı iyice ötekileştirip bunun üstünden oy devşirmeye çalışması.
Fransa özelinde bu sorun hele de son yıllarda Fransız halkında büyük rahatsızlık yaratmaya başladı. Ülkenin Afrika’daki eski sömürgelerinden ana karaya göç etmiş birinci, ikinci, üçüncü kuşak Müslümanlar’ın, İhvan, Selefi akımların etkisiyle terk ettikleri ülkelerinin kültürlerini Fransa’ya dayatmak istemeleri bardağı taşırmaya başlayan damlalar haline gelmiş görünüyor.
Le Figaro gazetesinde sol siyaset kültürünü benimsemiş olan Fransız antropolog Dr. Florence Bergeaud-Blackler’le bir söyleşi yayımlandı. Bergeaud-Blackler, söyleşide çok önemli noktalara parmak basıyor. Diyor ki: “İslamcılık kırk yıldır toplumlarımızı istikrarsızlaştırmak için yürürlüğe konulan bir programdır.”
Çok uzun olan söyleşiyi özetleyerek sizlere aktarmak isterim. Bergeaud-Blackler diyor ki:
“Bu sorununun adını koymak ve onu daha iyi tanımak için bu kötülüğün köklerine inmemiz lazım. Kardeşlik adını verdiğim çok yapısal ve sistematik bir istikrarsızlaştırma programı kırk yıldır Avrupa ülkelerinde yürürlükte. Sol siyaset buna komplo teorisi gözüyle bakıyor. Merkez sağ ise soruna daha ciddi biçimde yaklaşıyor ama hem oy kaygısı hem de aşırı sağla yandaş görünmemek için konuya angaje olmaktan kaçınıyor. “
İhvan ve Selefilik olarak Avrupa’da yayılan siyasal İslam’ın özellikle genç kuşak arasında daha çok taraftar bulmasının neyle izah edilebileceği sorusuna ise Bergeaud-Blackler şöyle cevap veriyor:
“Bunda bir kısım medyanın sorumluluğu var. Siyasal İslam tabulaştırılmış. Özellikle konu anti-semitizme geldiğinde 7 Ekim ortaya çıkıyor. Yani Hamas’ın İsrail’e saldırıyı başlatması ve daha sonra İsrail’in misillemeleri. Biraz araştırırsanız, buradaki herhangi bir İslamcı kütüphaneye gidip biraz yayın karıştırırsanız bu Müslümanlara öğretilenlerle Hamas’ın tüzüğünün aynı olduğunu görürsünüz. “
Le Figaro’nun, acaba bu gerçekler neden görülmek istenmiyor, sorusuna Bergeaud-Blackler şu çarpıcı yanıtı veriyor:
“Belki de otuz yıldır bilfiil ortaklık yaptıklarınızı göz ardı etmek istiyorsunuzdur. Ben sol gelenekten geliyorum. Sol hareket bir vicdani muhasebe yapmaya başlasa o kadar acılı olur ki bir daha kendine gelemez, toparlanamaz. O nedenle de LFI gibi siyasal İslamcılarla işbirliği yapan sol partilerle sıkı ilişkilerini koruyor.
“Emekliliklerine az kalmış bazı meslektaşlarım, ‘Haklısınız, ama bunu söyleyemeyiz,’ diyorlar. Gerçekleri söylemek tabii ki aldatıldığınızı itiraf etmek olacaktır. Bu da insana doğal olarak acı verir. Ama her şey meydanda. Yazıldı. Orada duruyor. Çok parlak sosyologlar, zamanında, benimsedikleri laiklik ilkesini bir yana atarak siyasal İslam’la ilgili safsatalar yazmışlardı. “
Ne yapılmalı, sorusuna da tanınmış antropolog özetle şöyle diyor:
“Vatandaşı mutlaka kendi öz değerlerini savunması amacıyla hukuksal alana dair bilgilendireceksiniz. Bu bir meşruiyet sorunudur. Ben demiyorum ki cadı avına çıkılsın. Çok dikkatli ve hakça davranılırken inkar yoluna da sapılmamalıdır. “
Türkiye’de de bir benzerini yaşamadık mı? 1990’lı yıllarda üniversitelerde baş örtüsü sorunu ortaya çıktığı zaman bizim aymaz solcularımız ve liberaller, aa insan hakkı, ifade, giyim kuşam özgürlüğü, diye baş örtülü genç kızları savunmuşlardı. Daha sonra Kasım 2002 seçimlerinde “Milli Görüş gömleğini çıkarttık” sözlerine kanıp AKP’ye müthiş destek vermişlerdi. Hatta 2010 referandumunda “Yetmez ama evet” kampanyası açmışlardı. Daha da ileri gidip AKP’yi “Müslüman Demokrat” olarak tanıtma gafletinde bile bulunmuşlar, Tayyip Erdoğan’ın, “Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İstediğimiz durağa geldiğimizde ineriz,” sözlerini bile göz ardı etmişlerdi. Sonra neler oldu? Baş örtüsü mağdurlarından AKP’li milletvekili Özlem Zengin, Leyla Şahin ve benzerleri bir zamanlar kendilerini ve arkadaşlarını savunan solcular ve liberallere karşı savaş açmış durumda. “Yetmez ama evet” referandumunda kabul edilen Anayasa değişikliği başımıza bela olmadı mı? Ensar Vakfı’nda otuzun üstünde erkek çocuk cinsel istismara uğradığında o dönem Aile Bakanı Sema Ramazanoğlu’yla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, “Bir kereden bir şey olmaz,” demediler mi? İstanbul Sözleşmesi diye ön almak istediniz. Sonra İhvancı kafaların dayatmasına karşı koyamayan tek adam kararıyla sözleşmeden çıktınız. Bütün bu pislikler yaşanmaya devam ediyor. Son noktayı Diyarbakır’ın Tavşantepe Köyü’nde 8 yaşındaki Narin’in bütün köy ahalisinin bilgisi dahilinde ailesi tarafından öldürülmesi koymadı mı? Çocuk gelinler rezaleti yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Bu iktidar döneminde 2008-2016 arası Türkiye’de 104 bin 513 çocuğun kaybolduğu TÜİK kayıtlarında var. Amasya ve Erzurum illerimizde valilik eliyle içki yasakları getirilmedi mi? Tabii bu son yazdığım çok da şaşırtıcı olmamalı. Ne de olsa bu radikal İslamcı gelenekte sulu yerine kuru çekmek mübah. Tekrar ediyorum, bu takımı bizim solcular ve liberaller “Müslüman Demokrat” diye bağırlarına bastılar.
Şu anda Türkiye gırtlağına kadar suça bulaşmış siyasal İslamcı bir iktidarın elinde oradan oraya savruluyor. Çok bilmiş solcu ve liberal entellektüel takımı, birkaçı hariç, ben yapmadım Miki yaptı, modunda. Hayırlı başarılar.
Yorum Yazın