Fenerbahçe, 1959 öncesi şampiyonluklarının sayılması için Türkiye Futbol Federasyonu’na başvurdu. Şimdiye dek irticalen gündeme getirilen iddia, ilk kez resmiyete kavuştu. Bakalım TFF ne yanıt verecek.
Vereceği yanıtı umursadığımı söyleyemeyeceğim. Elbette karar mercii kendileri. Ancak ne yönde olursa olsun, kararın ne tarihi galebe çalması ne de gerçeği gölgelemesi mümkün. Bu tıpkı “güneşin doğuşunun şahidi olmaz” kabulüne benziyor.
İşin doğrusu uzun zamandır hem Fenerbahçe cephesinden ileri sürülen hem de aksi yönde görüş bildirenlerin argümanlarını takip etmeye çalıştım. Açıkçası işin mevzuatıyla ilgili yapılan tartışmaların sonuç alıcı/sonuç değiştirici önemde olduğunu hissetmedim.
Çünkü bu bir tarih tartışması. O zaman ne yapmak lazım? Her çetrefilli tartışmada yaptığımızı bu konuyla ilgili de devreye alabilir, “işi tarihçilere bırakıp” çıkan sonuçları değerlendirebiliriz. Peki, futbol tarihi konusunda ne durumdayız? Kaç futbol tarihçisi sayabiliyoruz? Anlı şanlı kulüplerimiz kendi tarihlerine ne kadar hâkim? Akademik anlamda futbol tarihiyle ilgili çalışmalar var mı? Varsa kamuoyuyla paylaşıldı mı? Bu alanda hayli zayıf olduğumuzu söylemeye hacet yok. (Tam da bu noktada sadece Fenerbahçelilere değil tüm taraftarlara fenerbahcetarihi.org adresini ve bununla bağlantılı olarak @FBTarihiOrg twetter hesabını takip etmelerini salık veririm. Fenerbahçe tarihini yeniden yazıyorlar, daha doğrusu tarihi bugünle buluşturuyorlar.)
Durumumuz böyleyse geriye taraftarlık kalıyor. Ben bir Fenerbahçe tarafı olarak 1959 öncesi şampiyonlukların hanemize yazılmasını bekliyorum.
Tarihe, mevzuata, statüye dönük tartışmaların ötesine geçiyorum. Göğsümüzdeki yıldız sayısının üçten beşe çıkmasını değil, tarihi yapan ve yazan yıldızların hak ettiği mertebeye yükselmesini talep ediyorum. Tartışmayı tarihçilere ve hukukçulara bırakıp sadece futbol tarihinin görmezden gelinmesine değil aynı zamanda Cumhuriyet tarihinin yok sayılmasına itiraz ediyorum.
Şimdi hangi mevzuat beni, Nâzım Hikmet’in Orhan Selim takma ismiyle 1930’lu yıllarda Akşam gazetesinde Fenerbahçe üzerine yazdığı yazıları hesaba katmamı engelleyebilir?
“Ben iki gözüm spordan anlamam ama, şimdi neden Fener’in taraftarı, Galatasaray’ın balosu, müsameresi çoktur bunu anladım işte. Sporda da olsa, halka dayanalım vatandaşlar!… Halka kapılarımızı geniş açalım iki gözüm!”
Kim bu satırların herhangi bir yıldıza karşılık gelmediğini iddia edebilir?
Beşiktaşlı Baba Hakkı’nın karşılığı kaç yıldızdır? Hakkı Yeten’li yıllar hesaba katılmadığına göre ortada sadece sarı lacivertlileri ilgilendiren bir durum olmamalı.
Ya da kaç yıldız alırsanız Taçsız Kral’ı verirsiniz? Metin Oktay’ın oynadığı birkaç yılı bile hesaba katmayan bir tarih kıyımıyla karşı karşıya bulunuyoruz.
İtirazımız buna. İtirazımız tarihin hoyratça yok edilmesine.
Lefter’in sayılmadığı bir Türk Futbol tarihini kime anlatmayı düşünüyorsunuz?
O Lefter ki, eğer 6-7 Eylül’den sonra Türkiye’de kalmaya devam ettiyse bilin ki şimdi yok sayılan tarih sayesindedir.
Hatırlayalım mı?
6-7 Eylül 1955 Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçti. Başta Rumlar olmak üzere diğer gayrimüslimlere karşı gerçekleştirilen saldırı neticesinde pek çoğu ülkeyi terk etti. Can ve mal güvenlikleri kalmamıştı çünkü. Lefter böyle yapmadı. Türkiye’yi terk etmedi. Yaptığı açıklamada, “15 gün önce gol attığımda omuzlardaydım. O gün ise kaya ve boya tenekeleriyle karşılaştım. En kötüsü harçlık verdiğim çocuklar evime saldırdı. Kızlarım küçüktü, onları öldürmeye kalktılar.” dedi.
“Vurun gâvura” diyerek saldırdılar Lefter’in evine. O da elde silah sabaha kadar nöbet tuttu. Yaşadıkları sadece bu kadar olsaydı, o da ülkeyi terk eder miydi? Bilinmez.
Ancak yaşadıkları bunlarla sınırlı değildi. Lefter’in evinin basıldığını, canına kast edildiğini duyan Fenerbahçeli taraftarlar motorlarla Ada’ya geldi. Lefter’in evinin önüne barikat kurup nöbet tuttu. Bu nedenle mi kalmaya devam etti, bilinmez.
Şimdi biz, belki de, vakti zamanında Lefter için canını siper edenlerin ülkemize kazandırdığı yıldızın gökteki ihtişamlı duruşunu, küçük çıkarlar için, buna oportünizm da deniyor, gölgelemeye çalışıyoruz.
Hiç şüpheniz olmasın, mevzuat engeline takılan ne varsa kalpleri çoktan fethetmiştir. Mevzuat zaten biraz da bunun için icat edilmiştir.
Biz şimdi mevzuatı bir kenara bırakma, “aynı göğün uzak yıldızlarını” yani Ordinaryüs’ü, Baba Hakkı’yı, Taçsız Kral’ı aynı öykünün kahramanları yapma faslındayız.
Yorum Yazın