Döndük yine HDP kapatılsın mı tartışmasına… Bana kalırsa kapatılsın mesela… Ama bana kalmaz, kalmamalı. Yani mesele hukukun meselesi, kapanması için gerekli ve yeterli delil varsa, meri yasalar kapatılmasını gerektiriyorsa kapatılır. Aksi halde de kapatılmaz.
O bakımdan bu bölümü beni ilgilendirmiyor. Benim bu yeni tartışmalarda dikkatimi çeken birkaç detay var. Mesela Yargıtay’ın dosyayı yeniden Anayasa Mahkemesi’ne gönderirken yazdığı metindeki bir cümle:
“Siyasi partilerin kapatılması tedbiri tüm İLERİ DEMOKRASİLERDE uygulanmaktadır…”
Ben siyaset bilimi literatüründe ileri demokrasi diye bir tanımlama duymadım. En fazla çağcıl veya modern demokrasi ifadelerine denk geldim. “İleri demokrasi” ifadesi AK Parti tarafından siyaset pratiğine eklenmiş tanımlama. Muhtemelen modern Batı Demokrasisi anlamına geliyor ama bir yüksek mahkeme başkanı tarafından kullanılırken mesaj içerikli duruyor. Bir yüksek mahkeme reisinin siyaset biliminden değil de pratik siyasetten esinlenerek cümle kurması makamının entelektüel ağırlığına da pek uymuyor açıkçası.
Bir de bu davanın başında hukuku harekete geçiren saikin Sayın Bahçeli’nin telkinleri olduğu düşünülürse meselenin hukuki boyutu elbette biraz yara alıyor. Eğer Bahçeli’nin telkinlerinin konuyla alakası olmadığı söylenirse de insanın aklına şöyle bir ihtimal geliyor tabii:
“HDP 13 yıldır var ve 13 yıldır bu günkü durumundan farklı bir görüntü vermedi. Demek ki Yargıtay’ın delilleri toplaması 13 yıl sürdü…”
Mümkün elbette…
Ama Sayın Bahçeli’nin Anayasa Mahkemesi’nin dosyayı iade etmesinin ardından hızını alamayıp AYM’yi de kapatmak gerektiği şeklindeki cümlesi ve Yargıtay’ın bu ikinci başvurusu sonrasında yaptığı açıklamalar delil toplamak için 13 yıldır uğraşıldığı şeklindeki iyi niyetli tahminimi ortadan kaldırıyor…
Yani kâğıda bağımsız ve tarafsız yazmak güzel ve kolaydır, hatta okumak da öyle. Ama uygulama her konuda olduğu gibi biraz zor oluyor bizde.
Bu konuda bana ilgi çekici gelen bir başka konu da aslında genel mesuliyet sorunumuz. Bu konu her açıldığında aklıma 82 Anayasasının meşhur geçici 15. Maddesi geliyor. O madde içerik olarak “Cuntacıların darbe sürecindeki her türlü uygulamasının anayasaya aykırılığı iddia edilemez” şeklinde bir düzenlemeydi. Yani 12 Eylül darbesini gerçekleştirenler yaptıkları anayasaya koydukları bir madde ile işledikleri zulümlerden dolayı hiçbir şekilde mesul tutuklamayacaklarını garanti altına almışlardı.
Elbette 12 Eylül zulmü hiçbir şeyle mukayese edilebilir değildir. Bende oluşan bu çağrışım da bu büyük zulümden sonra bile mesul tutulmanın mümkün olmasından kaynaklanmakta.
HDP’nin 13 yıllık tarihi boyunca dönem dönem siyaset tarafından muhatap alınan, masaya oturulan bir unsur olması bir tarafa bugünkünden bile daha cüretkâr olduğu dönemlerde nasıl hoş görüldüğü de hafızalarda henüz taze.
Neticede bugün kapansın kapanmasın şeklinde yargının önünde hesap vermek durumunda olan HDP ve 500 civarı sanık artık hukukun konusu ve bence siyasilerin üzerine mütemadiyen tercih beyanında bulunması doğru değil.
Bu arada suç ve ceza ayrı tabii ama mesela ihmal, dirayetsizlik, ferasetsizlik gibi şeyler de en azından belli bir mesuliyet gerektirmez mi? O mesuliyet şuuru bir bedel ödeme davranışı gerektirmez mi? Hani hiç değilse Allah bizi affetsin denebilir mesela.
Yorum Yazın