“Bakkal Amca…
Unun var mı, şekerin var mı?
Ne duruyorsun? Helva yapsana!”
Diye, bir şarkı modaydı bir zamanlar da; işte o bir zamanlar, mahalle, denilen kavramlarında içinin henüz boşaltılmadığı zamanlara denk geliyor. Hatırlayan var mı?
Hani çocukluğumuzda, eskiler ne kadar anımsar ya da ne kadar, eskidirler? Eski denileni, eskimesin diye pamuklara sarıp, saklamışlardır? Yenileyen, durmadan yenilendiğini haykıran ama esas değerler sisteminden yoksun. Üstüne üstlük, bizim toplumun öğelerinden uzaklaşmış, modernleşmenin yenileri, öncüleri, sözcüleri elbette böyle söylemiyor. Onlar çağ atladı. O güzelim gökkuşağının üzerinden, basa basa hem de.
Eskinin ip atlamasına, ya da lastik oyununa da pek benzemiyor, bu arsızca atlayışlar.
Teneke kutular içinden alınan, bisküvi çeşitlerinden, kaybolup giden mahallerimiz ve içindeki bakkal amcalarımız. Annelerimiz, komşuyu bulamazsa bizi emanet ettiği, bakkal amcalar.
Bakkal amcalar, seksen darbesinden sonra sözde, “yenilenme” çığırtkanlıkları arasında üstelikte küçümsenerek, küçümsetilerek, kaybolup gitti hayatlarımızdan.
Çocukluğumdan beri benim mahallemde; beş mahalle bakkalı var. İçlerinden sadece biri en dirayetli olanı çıktı. Benim kuşağın çocuklarının; bazıları da şanslı kesim olarak tanıyıverdi, bu iyimser, yardımsever, bizim insanlarımızı.
Nerelidir, kimdir, kimin nesidir, diye sorup sorgulamadan. Çünkü biz çocukken; insanların nereli olduğunu hiç sormazdık. Öyle terbiye görmüştük ayrı ama aklımıza gelmezdi, çünkü “İnsanların nereli olduğu, ne kadar para kazandığı,…” gibi gibi ayıp denilen gayet insani ve medeni kurallarımız vardı. Biraz da doğal refleks olarak gelişmişti.
SON BAKKAL
Yolum düşmese bile özellikle düşürdüğüm, Bakkal Amca.
Küçücük, iki kişinin zor sığacağı ömrünü geçirdiği, biricik dükkânında; daracık tezgâhında, mecali kalmamış, iki büklüm önünde ki eski gazete kâğıdının kenarında, hesap yapıyor. Geçen gün yine alışverişe girdim. Sohbet ederken; yaklaşık dört kişi girdi, çıktı ve sadece sigara aldı.
Düşünün, küçücük dükkânı içinde helva yapacak malzemesi de var, ancak alacak yok.
Netice de marketler, siteler içinde cıvıl cıvıl albenili mağazalar varken; kim bakar, mahalle bakkalına?
Ayrıca mahalle bakkalı bize haftalık broşür mü sunuyor, bunu sosyal medyada da mı paylaşıyor?
Etiketi de hazır: Geçti, o devir!
Belki geçmiştir ve biz diğerlerine göre hâlâ eski kafalıyızdır.
O zaman neden masumiyetinizi; dönüp dolaşıp varsa köyünüz yoksa en ücra olan ve insan olmayan alanlara kaçmakta arayıp, duruyor ve her seferinde tatminsizlik duygusu içerisinde boğuluveriyorsunuz?
Neredeyse benim bildiğim, altmış koca yılı deviren bakkal amcanın yanına, üstelik “Afrika Kuaför” açıldı!
Bakkal Amca, direndi direndi. Hem kendisini, hem mahallesini korudu ancak yanına bir komşu geldi. Komşusu, Kuaför/Berber çünkü bazı Avrupa ülkeleri gibi her iki cinse de aynı anda kendisi hizmet etmekte. Kapısı çoğunlukla açık olduğundan film izler gibi değişen dünya kadar, mahallemin de evrensel hayat düzleminde yenilenmeye mecbur bırakılmış yüzünü görüyorum. Elbette kendi halkına hizmet önceliği ile mahallede yenilenmiş renk oluşturuverdi. Ama her mahallenin kendine ait doku, koku ve onu var eden insanlarının yaşanmışlıklarından zerre haber olarak.
Bizim kültürümüz, dışlamayı değil kucaklamayı severde,
Ben hâlâ bizim bakkal amcayı düşünüyorum; yürümeye başlayışımı, okula gidişimi, ilk heyecanlarımı, hayata karşı hayallerimi ondan almış olduğum bir gofretin, ilk tadına sıkıştırıverdiğim duyguları, mahallenin annelerinin ve erkeklerinin evde olamama hallerinde teklifsiz, evinin anahtarını kendisine teslim edebildiği, o güzelim bakkal amca.
Bakkal Amcaları, herkes unuttu.
Aslında bakkal amcaların, kocaman veresiye defterleri olurdu. Yani marketler gibi peşin para ya da kart gibi sonradan alacaklı hizmetleri yoktu.
Olduğu gibi yalın bir esnaf, Bakkal Amca.
Bakkal Amcaların, dışarıda asılmış topları, içimizi ısıtırken; onlar aynı zamanda tüm mahallenin muhtarıydılar. Ve özellikle çocukları, kendi çocukları gibi koruyup, kollayan. Gerçek anlamda kol, kanat gerendi.
Bakkal Amcalar uzun yıllardır, kendi yağlarını kendileri kavura duruyor da değişen, değiştiğini yahut yenilendiğini söyleyen, hayat değirmeninde, devri daim insan manzaraları; sözüm size. Yaşamımızın üstelik sadece bizim toplumun üyelerine has, bu güzelim renkleri nasıl da terk edebildiniz?
Bayram günlerinin maytaplarını, gülümseyen, çocukların kimini kızdırırken bile, “Seni gidi kerata!” diye arkasından söylenirken, aslında hiçbir şey yapmayacağını bildiğinden, iyice bir aile bireyi gibi şımartıldığınız, o güzel günleri.
Siz, hâlâ bir Bakkal Amca efsanesine sahipseniz, bence hayatın iki kat tadına varıyorsunuz. Ve kesinlikle şanslısınız. Adeta bir müze gibi gezmeli ve hem kendinize, hem ona katkıda bulunmalısınız.
Üstelik ne olursa olsun, kaç yaşında olursanız olun.
Orası sizin çocukluğunuzun, gençliğinizin, ergenliğiniz ve olgunluğunuzun sandığıdır.
Kaybettiklerimizi rahmetle anarken; bu hoyrat hayata direnen, o güzelim can insanlarımıza sonsuz saygıyla…
Yorum Yazın