Lemi Özgen

Lemi Özgen


Balık düşünmez çünkü her şeyi bilir

Balık düşünmez çünkü her şeyi bilir

Geniş omuzları, artık enikonu bir bıyık şeklini almış dudak üstü tüyleri, güçlü kasları ve yere sımsıkı basan kocaman ayaklarıyla bir delikanlıyı andıran kadın öğretmen, önündeki son kum tepesini de aştı ve biraz aşağılardaki köyü seyre durdu.

Sessiz bir Temmuz öğlesiydi. İnsansız, ağaçsız, hareketsiz ve tümüyle ıssız bir manzara gözlerinin önünde uzanıp gidiyordu. Sonra ansızın fırtına başladı. Öğretmenin doğup büyüdüğü yer de çöle yakın sayılırdı ve orada da ara sıra fırtınalar olurdu ama böylesini o zamana kadar hiç görmemişti. Güneş bir anda sönükleşti. Rüzgar kuvvetlendikçe kum tepelerinin başları daha da koyu tütüyor, hava kumla doluyor ve bulanıklaşıyordu. Daha biraz önce yakıcı ışıltılarla dolu ve parlak olan gün, şimdi karanlık ve ölgün aylı bir gece gibi görünüyordu.

Genç kadın öğretmen ilk kez çölün derinliklerinde gerçek bir fırtınayla yüzleşiyordu. Sonra akşam oldu ve fırtına dindi. Çöl eski haline döndü. Öğretmen kumlarda kayarak aşağıya indi. On kadar evden oluşan köyün sakinleri onu karşıladı. Eskiden muhtarken, devrimden sonra bir anda henüz kurulmamış bir ‘kolhoz’un yöneticisi, parti sekreteri ve Kızıl Ordu Komiseri oluveren kır saçlı bir adam onu karşıladı. Biraz konuştular. Öğretmen kağıtlarını çıkardı. Çocuklara matematik, coğrafya, resim, müzik ve elbette ‘sosyalizmin temel kurallarını’ öğreteceğini söyledi.

Kır saçlı adam güldü. “Bunları boş ver” dedi. Sonra da “şu bizi, bizden öncekileri, her gün, her saat yavaşça boğup öldüren kuma karşı ne yapılabilir sen onu öğret asıl” diye konuştu. Ayağa kalktı. Uzaklarda bir yere bakarak, “artık sen bir kum öğretmenisin” dedi.

Öğretmen, uçsuz bucaksız Rusya’da ilk kez bir ‘kum öğretmeni’ olmanın ağır sorumluluğu altında sustu.  Kendisine verilen odaya gitti. Yatağa uzandı. Yeniden başlayan fırtınanın savurduğu kum tanelerinin, camlara çarparken çıkardığı sesleri dinledi. Uyudu.

Köyün birkaç kilometre ötesindeki bir başka köyde mühendis, iki gündür kazıklarla çevrelemeye uğraştığı kocaman alandaki çalışmanın sonunda bittiğini gördü ve çukurdan çıktı. Alan bir dağdan ta karşılardaki öteki dağa kadar uzanıyordu ve buraya işçilerin hep birlikte yaşayacakları büyük bir şehir kurulacaktı.

Yanına gelen sendika temsilcisiyle konuştu. “Devrimci Yapı İşçileri Sendikası” temsilcisi, inşaata başlamak için gereken yüz kadar işçinin henüz gönderilmediğinden yakındı. Kalın kağıtlara sarılmış ‘kesmik’ tütünden sigaralarını tüttürdüler.

İlerilerde bir yerde genç bir kadın, kucağındaki ölü bir bebeği sımsıkı tutarak, saçları tarazlanmış yaşlı falcıyla konuşuyordu. “Mantar suyu iyi geldi” diyordu genç kadın. “Bebeğim senin verdiğin o suyu içer içmez uyudu, bak gözleri kapandı” diyordu.

Bembeyaz saçları birbirine karışmış yaşlı kadın da “mantar suyuna bandırdığım ve üstüne de o eğrelti otlarını döşediğim ekmeği yiyen herkes cennete gider” diye konuşuyordu. Bebeğinin “gözlerinin kapanmasına” memnun olan genç kadın, falcıya “borcunun” ne olduğunu soruyordu. Yaşlı kadın da “şu etekceğizinle evindeki ütüceğizini veriversen yeter” diye cevap veriyordu.

Mühendis ile sendika temsilcisi sigara içerek araziye bakmayı sürdürdüler. Gözün alabildiğine uzanan bu boşluğa, belki de on bin işçinin çoluk çocuğuyla birlikte yaşayacakları yepyeni bir kent kurulacaktı.

Yeni kurulan “İhtilalci İş ve İşçi Bulma Kurumu”nun göndermeyi taahhüt ettiği yüz kadar işçinin gelmesini beklediler. Mühendis o işçilerin inşaat alanının yanındaki çimenlikte öylece yatıp durduklarını gördü. Niye çalışmadıklarını sordu. Adamlardan biri “en büyük proleter güneştir yoldaş, o her şeyi halleder” diye cevap verdi. 

Köydeki en tuhaf insanlardan biri olan Semyo, her zamanki gibi alet yapmayı sürdürüyordu. Nedir, savaş nedeniyle ortalıkta hiç maden, sac, metal kalmadığından, aletleri artık ağaç parçalarından yapıyordu. Şu anda da kalın bir kütükten kestiği parçayı kocaman bir tava haline getirmekle meşguldü.

Çocukluğundan beri onunla birlikte olan arkadaşı Zahar, tavayı yapmasının anlamsız olduğunu çünkü tahta bir tavanın ateşte yanacağını söyledi. Bir yandan da acıyla yüzünü buruşturup, midesini ovuşturuyordu.

Sonra ansızın  “tava meselesinin” çok önemli olmadığını çünkü pek yakında öleceğini belirtti. Anlattığına göre, birlikte kaldıkları kulübenin yakınlarında bir kertenkele bulmuş ve onu kızartıp yemişti. Son lokmayı aldıktan sonra da kertenkelenin zehirli olduğunu anlamıştı. “Birazdan ölürüm herhalde” dedi. Biraz sonra da öldü. Semyo tahtadan bir tava yapmaya devam etti.

Sigaralarını bitiren mühendis ile sendika temsilcisi, henüz hiçbir işçinin çalışmadığı dev inşaat alanına doğru yürüdüler. Mühendis tekrar bu kadar büyük bir site kurmanın saçma olduğunu söyledi. Sendika temsilcisi de onu “proletarya düşmanı olarak” partiye şikayet edeceğini söyledi. Yumruklaştılar...

Çukur, Çevengur, Dönüş ve Can gibi eserleriyle tanınan Rus romancı Andrei Platonov, kitaplarında gerçek ile gerçeküstünü birlikte kullandı. Eserlerini bazen mizah bazen de en uç noktada ‘saçma’ bir dille kaleme aldı. Sovyet yönetimi ve Stalin ile ters düştüğü için eserleri 1987’den sonra gün ışığına çıkabildi ve ancak o zaman ne kadar büyük bir romancı olduğu anlaşılabildi.

Andrey Platonoviç Platonov, 1889 yılında bir işçi ailesinin çocuğu olarak Voronej’de dünyaya geldi. 1913 yılına kadar dökümcülük ve tornacılık yaptı. İç savaştan sonra Voronej Politeknik Üniversitesi’ni bitirdi. Rusya’nın kırsal bölgelerinde elektrik mühendisi ve arazi ıslah uzmanı olarak çalıştı.

1918 yılından itibaren çeşitli gazete ve dergilerde makale, şiir ve denemeleri, 1926 yılından itibaren de kısa öyküleri yayımlanmaya başladı. Yeteneği Maksim Gorki tarafından keşfedildi ve Gorki’nin de çabalarıyla edebiyat dünyasına parlak bir giriş yaptı.

Nedir, Platonov’un eserlerinde kullandığı ‘absürd’ dil, Sovyet yöneticileri ile partinin pek hoşuna gitmedi. Özellikle Stalin, Platonov’un eserlerindeki gülünç ve saçma olayların, devrimi küçük düşürmeye çalışan girişimler olduğunu öne sürdü. Platonov’un kitaplarındaki kişileri kasten bozduğu bir dille konuşturması da Stalin’i kızdırdı. Kendisi bir Gürcü olan Stalin, Rusça’yı belirli bir aksanla konuşuyordu ve muhaliflerinin alay ettiği bu aksanlı konuşmasının, Platonov tarafından bilinçli olarak kitaplara konulduğunu düşünüyordu.

Birkaç kez “özeleştiri” yapması istenen Platonov, kendini elinden geldiğince savunmaya çalıştı. Stalin’in bu savunmalara cevabı ise çok sert oldu. Platonov için “aptal”, “hain” ve “salak” dedikten sonra, “Platonov bir süprüntüdür, süpürülmeli” diye kestirip attı.

Stalin’in bu yargısından sonra Platonov gerçekten de “süpürüldü”. Kitapları toplatıldı. Kendisi de kısa adı KGB olan Devlet Güvenlik Komitesi tarafından izlemeye alındı. Sudan bahanelerle sık sık tutuklandı. İsmi tüm resmi kayıtlardan çıkarıldı ve Platonov’a ‘hiç yaşamamış’ gibi davranıldı.

Yasaklandı. Hesaptan silindi. Adı unutturuldu. Platonov’un sadece kendisinin ve yakın çevresinin bildiği acılı yaşamı 5 Ocak 1951’de sona erdi. Gönderildiği toplama kampından verem hastalığına tutulmuş olarak dönen oğlundan aynı hastalığı kaptı. Baba ile hasta oğlunun birlikte barındıkları tek odalı bir dairede Platonov’un verem hastalığı hızla ilerledi. Gıdasızlık ve ilaçsızlık da bu hızı artırdı.

Platonov’un eserleri ancak Sovyet sisteminin tasfiye edildiği 1987 yılından sonra gün ışığına çıkabildi. KGB’nin el koyup gizlediği binlerce ‘sakıncalı’ kitabın yer aldığı ünlü “KGB Edebiyat Arşivi”nde bulunan kitapları, onun ne kadar büyük bir edebiyatçı olduğunu ortaya koydu.

Platonov’un ölümünden çok sonra ortaya çıkan eserleri, batıda da büyük yankı uyandırdı. Romanları çok sayıda dile çevrildi. Bu arada Emir Kusturica'nın 1993 yılında çektiği ünlü Arizona Rüyası adlı filmde, Platonov’un Çevengur romanından etkilendiği anlaşıldı. Platonov’un bu romanda kullandığı “balık yaşam ile ölüm arasında durur, onun için yüzü ifadesizdir, düşünmez çünkü her şeyi bilir” şeklindeki konuşma, Kustirica’nın filminde “balık düşünmez çünkü o her şeyi bilir’ diye verildi.

Platonov da hep yaşam ile ölüm arasında durmuştu ve yüzü genellikle ifadesizdi. Belki de her şeyi biliyordu.

Kim bilir?...

telif

Makale Yorumları

  • Ferruh Yavuz 14-11-2022 12:35

    Lemi Özgen bu yazısında, Muazzam Kıpçak Bozkırı’nın bir ucunda yer alan Başkırtistan’a yerleştirilen Rus demiryolcu babanın oğlu Andrey Platonoviç Platonov (Eflatunoğlu, Eflatun)’u tanıtır bize. Platonov’un gönül verdiği Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisince görevlendirildiği komünü anlattığı Çevengur romanından bir parça; “Eskiden muhtarken, devrimden sonra bir anda henüz kurulmamış bir ‘kolhoz’un yöneticisi, parti sekreteri ve Kızıl Ordu Komiseri oluveren kır saçlı bir adam ….(ona). … ‘sosyalizmin temel kuralları … (yerine).. bizi, bizden öncekileri, her gün, her saat yavaşça boğup öldüren kuma karşı ne yapılabilir sen onu öğret asıl” dediğini aktarır. ************* Andrey, yine aynı romanda, komün üyesi herkese istediği tanınmış ismin ismini alabildiği Platonoviç, Platonov lakabını, yazdığı bütün eserlerinde kullanır. ************* Andrey henüz 18 yaşındayken Rusya, başında Çar Nikola Romanov’un bulunduğu feodal toprak soylularına aitti. Şubat 1917’de Çarın çekilmesi ardından iktidar, parlamento (Duma)’da başka bir sınıfa, burjuvaziye geçse de, Petrograd’da fiilen iktidar, işçilerin ve askerlerin elindedir. Şubat-Ekim arasında Duma’da değişen ittifaklar, kurulan koalisyonlar ülkede topraklarına el konulan büyük toprak sahibi feodallerin “beyaz” orduları ile topraklara el koyan komün (sovyet) “kızıl”larının savaşına müdahale edememektedir. Platonov da bu dönemde kızılların arasındadır. ************ Ekim 1917’de Duma’da çoğunluğu (Bolşevik) alan, ülkede beyaz orduyu gerileten kızıllar, Paris Komünü tipinde bir devlet inşasına girişirler. Küçük sanayi işletmelerine ve küçük toprak mülkiyetine dokunulmayan bu demokratik geçiş sürecine “(NEP)Yeni Ekonomik Politika” adı verilir. Ancak, Lenin’in erken ölümü ardından Stalin, NEP’in sona erdiğini ve ülkenin sosyalizme geçtiğini ilan ettiği parti kongresinde bütün iktidarı kendinde toplar. İşlevini tamamlayıp sönecek komünal devletin yerine, her şeyi yöneten ve kontrol eden mutlak bürokratik yapı oluşturur. Kuruluş idealinden tamamen farklı bu yapıya itiraz edenler ise susturulurlar. Aralarında Andrey Platonov da vardır. Hikaye ve romanları Stalin’in ölümünden yaklaşık 35 yıl sonra, o bürokratik yapının rengini değiştirmeye başladığı döneme kadar “arşiv”de kalacaktır. ************ İşte o arşiv açıldıktan sonra, Platonov’un muhteşem hikaye ve romanlarının büyük bir kısmını Türkçeye kazandıran; iki asır önce Kafkaslardan Anadolu’ya gelen atalarının toprağına dönüp Rusça eğitimi alan Çerkes kızı Günay Çetao Kızılırmak’a da teşekkürler.

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar