İnsanlar doğunca...
İmtiyazlı,
Anneden-Babadan...
Veya,
İmtiyazlı mahalleden değilse!
Ölmesine gerek kalmadan,
Ölü yaşıyor...
Önce,
Adını koyuyorlar...
Sonra,
Dinine tap diyorlar...
Sonra da,
Önüne,
İdeolojisini dayatıyorlar...
En sonunda...
Tercihinin dışında bir yaşamla...
Hastalık ve kazayla erken ölümün dışında,
Yaşlanıp,
Canlı ölüyken,
Cansız ölüye dönüşüyorlar...
Canlı ölüyken...
Yoksulluk arttıkça,
Dincilik...
Dincilik arttıkça,
Yoksulluk...
Döngüsünde yuvarlanıp gidiyorlar...
Kıvranarak...
Yorularak...
Endişe içinde çürüyüp debeleniyorlar...
Ölüme hasret,
Aşkları oluyor...
Daha doğarken...
Bu adalet vurgusu,
Bu adalet döngüsü nedir?
Ne değildir?
Neden,
Eşit doğmadık?
Günahımız nedir?
Sorularına dahi,
Muhatap edilmeden yönetilip toprağı kabullenen çoğunluktaki “insan yığınlarının yüzünden” doğa da kendiliğinden kirlenip gidiyor...
Azınlıktaki kötülerin,
Çoğunluktaki “suçsuz, günahsız” insan yığınlarını yönettiği sürece,
Bu döngü de hep böyle devam ediyor...
Kötüler,
Hep tehlikelidir...
New York’ta,
Bronx hayvanat bahçesinde...
Dünyanın en tehlikeli hayvanı bölümü var...
İçeri girdiğinizde,
Karşınıza sadece bir AYNA çıkıyor...
Aynaya bakınca,
Kendinizi görüyorsunuz!
Ve anlıyorsunuz ki…
Dünyanın en tehlikeli hayvanı İNSANMIŞ!
George Elliot,
“En iyi arkadaşlarımız hayvanlardır...
Ne soru sorarlar...
Ne kusur ne de kabahat bulurlar...” demiş...
Adam,
İşi çözmüş...
Ölü yaşayan insan yığınlarını güden,
Kötü insanları neyleyim…
Zararsız,
Hayvanlar varken!
Yazınızı okurken bildiğim şeyleri söylediğinizi fark ettim. Fakat sizin yorumunuzla farkına varıp aydınlanma yaşadım. kafam da bildiğim ve dile getiremediğim herşeyi yazınızı okurken dile getirdim. Kaleminize sağlık.