Mustafa Tiğrek

Mustafa Tiğrek


Ben artık kimseye gülümseyerek “Merhaba” demem…

Ben artık kimseye gülümseyerek “Merhaba” demem…

Eskiden “Merhaba” derdim. “Günaydın” derdim. “N’aber?” derdim, Kollarımı iki yana açar “Ooo…” derdim. Artık demiyorum. Birkaç gün öncesine kadar yani.

 

Artık “usulüne uygun” selam veriyorum.

 

Benim; selam meselesine müdahil olmam, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş tarafından söylendiği iddia edilen “Günaydın demek cahiliye dönemi adetidir” ifadesiyle alakalı değil. Onunla çakışması tesadüf.

 

Birkaç haftalık bir ziyaret nedeniyle Urfa’dayım. Daha önceki gelişlerimde çarşıda, pazarda edindiğim ahbaplıklarım var. Bıçakçı pazarındaki seyyar esnaf onlardan biri. Fırsat buldukça yanına uğrar ayak üstü sohbet ederim. İşte; selam konusunda beni ikna eden, bu arkadaşım oldu.

 

Usulüne uygun selam vermeme durumunda, maruz kalacağım kabir azabından bahsetti. Zebaniler sopayla kafama vurmasıyla yerin yedi kat dibine kadar gideceğimi, oradan etime geçirilmiş kancalarla yeniden yukarı çekilip kafama bir daha vurulacağını… Bunun böyle devam edeceğini anlattı.

 

Kendine has Urfa şivesiyle anlatırken, samimiyetinden kuşku duymazsınız. Kim olsa ikna olur. Ama benim kırılma anım, sözlerinin sonunda alt dudağını hafiften ısırıp kafasını sağa sola çevirirken suratıma bakmasıyla oldu. O anda yüreğimi bir korku sardı.

 

Arkadaşım; elbette Diyanet gibi bir kurum değil… Veya “Banyoya girerken donunu sıyırırsan cinlere naklen yayın yaparsın” diyen Hüseyin Çevik Hoca gibi… “Öldükten sonra azap meleklerine: "Ben Nakşibendi Tarikâtı'nın Hâlidi kolundanım" deyin. Bırakırlar” diyen Cübbeli Ahmet Hoca gibi bir din büyüğü değil… Ama bir tarikat ehli.

 

Bu yönünü başka ortak bir tanıdıktan, bu gelişimde öğrendim. “Aynı dergâha gidiyoruz” demişti. Yani bana yaptığı açıklamaların ilmi bir temeli de var.

 

O andan itibaren, rastladığım birine tebessüm ederek, “Merhaba…” demedim. “Günaydın…” demedim. “N’aber?..” demedim. “Ooo…” demedim.

 

***

Eskiden, kollarımı hafifçe yana doğru açıp “Ooo…” dedikten sonra elimi uzatıp tokalaşırdım. Cübbeli Ahmet Hoca, tokalaşmanın sakıncalarına dikkat çekince, ondan vazgeçmiştim. “Ooo…”dan değil tabii. Tokalaşmaktan…

 

“Tokalaşma sırasında [elini fazla uzun tutma!] Çünkü neden? Belki bir adam karşı taraftaki bir adama cinsel meyil duyar.” demişti. Bunu öğrendikten sonra karşılaştığım birinin potansiyel sapık olabileceği ihtimaliyle, parmak ucuyla şöyle bir dokunup elimi çekiyordum. Kabir azabı korkusundan sonra “Ooo…”dan da vaz geçtim.

 

Tokalaşmanın yarattığı riskte güvenli alan yok. Cübbeli Hoca konudan bahsederken “...Bu camide de olabilir, tekkede de olabilir, Mekke’de de olabilir” diyor. Yani Mekke’de bile güvende değilsiniz. Hoca keşke bu durumun, geleneksel aile yapımız üzerinde oluşturacağı tahribata da dikkat çekseydi. Ne de olsa güncel kaygılarımızdan biri.

 

***

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın “Günaydın demek cahiliye dönemi adetidir” ifadesini kullanıp kullanmadığı tartışılıyor.

DP Milletvekili Cemal Enginyurt meclis kürsüsünden: "Biz millet aç diyoruz sizin Diyanet İşleri Başkanı'nız 'Günaydın demeyin' diyor. Ne diyeceğiz ya? Bunun neyinden rahatsız oldunuz? Ben Arap mıyım ya? Ben Türk oğlu Türk'üm. Bağırma len oradan! Gel buraya!" dedi.

 

Eğer Ali Erbaş böyle dememişse, Enginyurt niye böyle konuşsun. Demek ki demiş.

 

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteren Dezenformasyonla Mücadele Merkezi, Ali Erbaş’ın böyle ifadeler kullandığını yalanladı.

“Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın “Günaydın demek cahiliye dönemi adetidir” şeklinde bir açıklamasının olduğu iddiaları gerçek değildir.” dedi.

Eğer demişse, İletişim başkanlığı niye yalanlasın. Demek ki dememiş.

Zaten Ali Erbaş da bu iddiayı yalanlayarak, kendisinin de “günaydın” kelimesini kullandığını söylemiş.

Lakin konuyla ilgili bir haber: “Ali Erbaş, “Ramazan Günlükleri” adlı kitabında “Cahiliye döneminde insanlar, ‘Sabahınız hayat olsun’ gibi sözler söylerlerdi. Bizde bazı kimselerin kullandığı, ‘Günaydın, tünaydın’ ifadelerine benzer ifadelerdi bunlar” ifadesini kullanmış.” diyor.

Burada durum biraz karışıyor. Söz konusu ifadeler kendi kitabında yer almışsa, Ali Erbaş veya Dezenformasyonla Mücadele Merkezi niye bu iddiayı yalanlasın?

Dezenformasyonla Mücadele Merkezinin böyle bir iddiayı yalanması dezenformasyon olmaz mı? Dezenformasyonla Mücadele Merkezinin, dezenformasyon yaydığı düşünülmeyeceğine göre konunun bir açıklaması olmalı.

Ben şöyle düşündüm: İddia edilen sözler kitapta yazıyor olabilir. Ama Ali Erbaş bu görüşlerini herhangi bir açıklamasında kullanmamış, herhangi bir yerde sesli olarak dile getirmemiştir. Yazmış olması farklı, söylemiş olması farklı bir durumdur. Dolayısıyla söylediğine dair iddialar yalandır.

Bu durumda hem Dezenformasyonla Mücadele Merkezinin, hem de Ali Erbaşın açıklamaları doğru olur. Yani ben, durumu kurtarmak için daha mantıklı bir açıklama, bulamadım.

***

Selâmlaşma; Diyanetin sitesinde “Müslümanlardan birinin diğerine “Selâm sizin üzerinize olsun, Allah sizi her türlü kaza ve belâdan korusun” anlamına gelen “selâmün aleyküm/es-selâmü aleyküm” diyerek hayır duada bulunması; diğerinin de “ve aleyküm selâm/aleykümü’s-selâm” diyerek aynı duayla karşılık vermesidir.” diye açıklanıyor.

Selâma güzel lafızlar eklemek sevabı arttırıyormuş. “Es-Selâmü aleyküm” sözüne, “ve rahmetullâh ve berekâtüh”  gibi sözcükler eklemek suretiyle ayrıca sevap kazanılacağı söyleniyor.

 

Fazlasında gözüm yok. Kabirde yattığım yerde taciz edilmeyeyim, razıyım. O yüzden “Selamün aleyküm- Aleyküm selam“ bana yeter.

 

Artık biriyle karşılaştığımda usulünce selam verip, karşılığını usulünce alamayınca alt dudağımı ısırıp, başımı iki yana döndürerek suratına bakıyorum.

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar