İmam, cenaze töreninde onun sözlerini anlatmış. “Güngör Arslan, ‘Benim cenazem kalabalık olur. Ya omuz vermek için gelirler ya da Güngör Arslan gerçekten öldü mü’ meraklarından gelirler’ demişti.”
Öldürülen Kocaeli Ses gazetesinin sahibi ve yazarı Güngör Arslan, cenaze törenine gelecek insanları, kalabalığı düşünecek ve imama anlatacak kadar yakınında hissediyormuş ölümü. Nitekim dört yıl kadar önce yine bir saldırıya uğradığında bir video hazırlamış:
“Bu ülkede gazeteci olduğu için saldırıya uğrayan, cezaevine giren, silahla öldürülen ne ilk gazeteci benim ne de son gazeteci ben olacağım. Bu ülkede Abdi İpekçi’ler Uğur Mumcu’lar öldürüldü, onlarca gazeteci cezaevinde yattı, yatıyor. Onlarca, yüzlerce gazeteci de fiziki saldırıya maruz kaldı, ben de onlardan bir tanesiyim.”
Bu ülkede gazetecilik zor bir iş, yerel gazetecilik hakkıyla yaparsan daha da tehlikeli. Güngör Arslan, öldürüleceğini bile bile kentte dönen karanlık işler, ihaleler hakkında bildiklerini yazmaktan geri durmamış. 18 Şubat’ta yayımlanan son yazısında Kocaeli Belediye Başkanı Tahir Büyükakın’ın 502 konutluk inşaat işini yakın dostu Haldız İnşaat’a vermesini eleştirmiş. Bir gün sonra da gazetesinde öldürülmüş.
Evet, tetiği çeken yakalandı, toplam yedi kişi tutuklandı. Ama cinayetin arka planı karanlık, asıl failler ortalarda yok. Güngör Arslan cinayeti, diğer gazeteci cinayetlerinde olduğu gibi ıssız arşivlere terkedilmemeli. O “tuğla” bu kez olsun çekilmeli…
Basılı gazete ve internet farkı
Metin Özkan’ın bir kadının çantasından para çaldığı iddiasını ilk kez 22 Şubat akşamı Yeniçağ’ın internet sitesinde okuduk; görüntü kaydını orada gördük. Fakat nedense bu haber Yeniçağ’ın basılı nüshalarında hiç yayımlanmadı. Aynı şekilde Cumhuriyet ve BirGün’ün de internet sitelerinde kullanılan bu habere basılı gazetelerde yer verilmedi.
Yeniçağ’ın Metin Özkan ile ilgili ilk haber yayımlandığında bir okur, bana “Bu haberin yayımlanması etik mi” diye sordu. Oradan dikkatimi çekti, baktım. Uzun süre MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin danışmanlığını yapan, BengüTürk TV’nin eski genel yayın yönetmeni olan ve televizyonlarda yorum yaparken “Gazeteci” olarak anılan bir kişi hakkındaki böyle görüntü ve tanıklarla desteklenen ağır iddia elbette haber değeri taşıyordu.
Ancak haberin eksikleri vardı; suçlayan Enginler’in ve suçlanan Özkan’ın görüşleri alınmamıştı; soruşturma açılıp açılmadığı da net değildi. Bu unsurlar da bulunmalıydı haberde.
Çantasından 700 dolar çaldığı öne sürülen Ufuk Enginler ile daha sonra konuşulması olayın “haber değeri”ni artırdı. Çünkü Enginler, “Bahçeli’nin danışmanı olmasından dolayı çekindim” diyor, olayın siyasi yönüne dikkat çekiyordu. Bir de avukatı Cesim Parlak aracılığıyla suç duyurusunda bulundu; bunu da Erk Acarer sosyal medyada yazdı.
Ardından BirGün de suç duyurusunu 25 Şubat’ta internette ve basılı nüshasında haber yaptı. 27 Şubat’ta da dijital yayımlanan Gazete Pencere’de de Bülent Çelik, yazdı bu meseleyi. Onlarca internet sitesinde yayımlanan bir habere basılı gazetelerin ilgi göstermemesi, “haber değeri” görmemesi iki ayrı mecradaki habercilik anlayışının ne kadar farklılaştığını gösteriyor.
Bütün bunlara Metin Özkan “Saçma sapan montaj, iftira” diyerek kendini savunarak ve “kişilik haklarına zarar verdiği” gerekçesiyle haberlere erişim engellemesi kararı aldırarak yanıt verdi. Düşünün siyasi kimliği ağır basan bir kişi hakkında görüntü ve tanıklarla desteklenen bir iddia var ama suçlamayla ilgili bir soruşturma açılmıyor, üzeri örtülüyor! Medyanın bu iddianın üzerine daha fazla gitmesi gerekirdi.
Soru yoksa halkla ilişkilerdir
Cumhurbaşkanı Erdoğan nezdinde itibarı yüksek gazetecilerden birinin Kongo’dan Senagel’e uçarken sorduğu bir soru bu hafta çok konuşuldu:
“İki hafta önce Kılıçdaroğlu elektrik faturasını ödemeyeceğini söyledi. CHP zihniyeti zaten bu ülkeye verdiği zararın faturasını ödememişti. Fatura ödememe alışkanlığı buradan mı geliyor? Böyle bir muhalefetten elektrik alabiliyor musunuz?”
Erdoğan soruyu öyle sevmişti ki, pası alırken “Müslüm Baba gibi tam damardan soru oldu” dedi. Daha önce Erdoğan’ın “İşte sizin söylediğiniz gibi” dediğine de tanık olmuştuk; bir gazetecinin Erdoğan’a yanıtı fısıldadığına da. Partizanlık mı, göze girme çabası mı, bilmiyoruz.
Yalnız geçen hafta gözden kaçmaması gereken bir “soru soramama” vakası daha vardı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 18 Şubat’ta Ankara’daki medya temsilcileri ile bir araya geldi; sığınmacılarla ilgili yeni önlemleri anlattı. Gerçi bakanlık web sayfasında gazetecilerin sorularını da yanıtladığı yazıyor. Ama medyada yer alan haberlerin tümü birbirine benziyordu, “Suriyeli nüfus için seyreltme projesi” başladığı duyuruluyordu. Birbirinin kopyası haberlerdi hepsi.
Halbuki bir gazeteci için Soylu’nun karşısına oturabilmek altın değerinde bir fırsat. Sığınmacılar sorunu hakkında bile sorulması gereken o kadar çok soru var ki Soylu’ya… Ayrıca Sezgin Baran Korkmaz ile buluşma, Sedat Peker’in iddiaları, Halil Falyalı’nın öldürülmesi ve daha onlarca soruyu sıralayabilirim.
Anlaşılan “akredite” gazeteci, TV ve internet siteleri temsilcileri, bu sorulardan birini bile sormamış, Soylu’dan brifing alıp çıkmışlar salondan. Soru soramayan gazetecilik, halkla ilişkiler faaliyetinden öteye gitmez.
Özür borcu
Star, Akşam ve Güneş gazeteleri, 17 Şubat 2015 günü “Sümeyye Erdoğan’a suikast” manşetiyle yayımlanmıştı. İktidar yanlısı bu üç gazetedeki haberde o sırada CHP Genel Başkan Yardımcısı olan Umut Oran’ın Emre Uslu ve Fuat Avni ile suikast iddiası hakkında yazıştığı öne sürülüyordu.
Bu iddiaları araştıran savcılık, aradan yedi yıl geçtikten sonra takipsizlik kararı vererek dosyayı kapattı. Savcılık, iddiaların doğru olmadığına karar verdi. Sözcü gazetesinin bu kararı duyurmasının ardından Star (artık internet sitesi), Akşam ve Güneş gazetelerinin tavrını izledim. Üçü de bu gelişmeyi okurlarına duyurmadıkları gibi özür de dilemediler. Umut Oran’a ve okurlarına özür borçları var…
ELEŞTİRİ, ŞİKAYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Yorum Yazın