Ya da Yeni Bir Dünya Metropolü Kuruluyor...
Evet evet, yepyeni bir Dünya Metropolü kuruluyor Almanya`da. Daha doğrusu yeniden ina ediliyor. Hem de tam otuzüç yıldır. Yani, 1989 daki iki Almanya`nın birleşmesinden, Berlin`in tekrar başkent olmasından bu yana. An itibariyle, Berlin sadece Almanya`nın değil tüm Avrupa`nın en büyük inşaat alanı. Ve bu süreç on-onbeş yıl daha sürer. Sonunda Berlin tıpkı I. Dünya Savaşı`ndan önce olduğu gibi tam bir Dünya Metropolü olacaktır. Politik ağırlığıyla, üniversiteleriyle, kültürel yapısıyla, müzeleriyle, meşhur klasik müzik orkestralarıyla, tiyatrolarıyla, II. Dünya Savaşı`ndan sonra başlamış olan Berlin Altın Ayı Film Festivali`yle ve tabii ki kaberalarıyla. Nasıl chanson deyince Fransa aklımıza geliyorsa, kabera deyince de Almanya geliyor insanın aklına. Kabera Almanca`nın dışında hiç bir dilde bu kadar zevk vermiyor. Tıpkı Chanson ve Fransızca gibi...
***
Berlin 3 821 881 (2022 nüfusuyla Almanya`nın en büyük şehri. Başkent. Tam 9 belediyelik bölgeye/ semte ayrılmış durumda. Berlin`de yaşayanların 2,4 milyonu Alman. Yaklaşık 610 000 kişi göçmen kökenli Alman vatandaşı ve 811 000 kişi ise göçmen, yani bir başka devletin pasaportunu taşıyor. Yabancıların nüfusa oranı %20`nin üzerinde.
Bundan birkaç yıl önce İstanbul`da görevli olarak 3 ay çalışan bir Alman sosyal bilimci arkadaşım, ``Yakup, eskiden ben Berlin`i metropol zannediyordum. Üç ay İstanbul`da yaşadıktan sonra öğrendim Dünya Metropolü neymiş. Berlin, olsa olsa İstanbul`un Anadolu tarafı ya da Pera kısmı olabilir.`` dedi Berlin`e döndüğünde. Doğru söze ne denir.
***
Ama, şehirlerin ya da devletlerin gücü ve kapasitesi sadece nüfusla veya toprak büyüklüğüyle ölçülmüyor. Daha başka parametreler, faktörler rol oynuyor. Aksi taktirde Endonazya, Belgaldeş, Pakistan ve Nijerya gibi ülkeleri büyük ülke; Manila, Seul ve Mumbai gibi şehirleri de Dünya Metropolü kabul etmemiz gerekirdi. Bir şehrin gücü, kapasitesi, Dünya Metrololü olup olmaması şehrin planlamasına, kültürel yapısına, politik ağırlığına ve ürettiklerine bağlı. Üretim derken sadece meta üretiminden ve teknolojik verimlilikten bahsetmiyorum. Bunlar kadar önemli olan şehrin kültürel ve sanatsal dokusu...…
***
Eğitim danışmanlığı çalışmalarım için bu ayın başında bir hafta mesai yaparken Berlin`de yaptığım gözlemleri, edindiğim izlenimleri ve bazı istatiksel verileri aktarmak isterim.
Berlin ve Üniversiteleri
Berlin tam bir üniversiteler şehri. Almanya`nın en elit üniversitelerinden bazıları burada: Humbolt Üniversitesi, Berlin Teknik Üniversitesi, Hür Berlin Üniversitesi ve dünyaca meşhur Charite Hastanesi`ni de içeren Charite Berlin Tıp Üniversitesi. Şehirdeki 4 devlet üniversitesi, 5 Yüksekokul, 4 Güzel Sanatlar Akademisi ve 25 özel üniversite birleşerek ``Berlin Üniversiteler Birliği``ni oluşturmuşlar. Aralarındaki bilgi transferi çok yoğun. Bu şekilde Almanya`nın bilimsel araştırmalar yapılan en yoğun bölgesi olmuş Berlin. Muazzam bir bilgi değişimi yapılarak sinerji yaratılıyor.
Bu üniversitelerde, yüksek okullarda ve akademilerde öğrenim görenlerin sayısı 200 000.
2010 yılından bu yana 450 bilimsel araştırma enstitüsü/firması kurulmuş. Berlin`de araştırmaya ayrılan miktar yılda 500 milyon Avro. Araştırma alanında çalışanların sayısı 20 000. Berlin ve yakın çevresinde tam 2 200 yüksek teknoloji firması faaliyet gösteriyor. Buralarda geleceğe yönelik iş alanlarında çalışanların sayısı 62 000.
Berlin`de araştırma labaratuarlarının, yüksek teknolojiyle üretim yapılan fabrikaların ve bunların bürolarının toplam alanı 1 milyon metrekare.
Berlin ve yakın çevresinde Üniversiteler, Sanayi-Ticaret ve Politika uyumlu ve yoğun bir işbirliği içersinde.
Sonuç şu: Berlin`nin ekonomik kapasitesi yılda 8,42 milyar Avro.
Bu sonucu kimler mi ortaya çıkartıyor? Yukarda saydığım üniversiteler, Alman Demiryolları (Deutsche Bundesbahn), Mercedes, Siemens, Sony ve bu yılın başında Berlin yakınlarında kurduğu fabrikada TESLA arabaları üreten TESLA firması...
Berlin`in Müzeleri
Berlin deyince, sadece Federal Meclis nedeniyle politika ve politikacılar, lobicilik, üniversiteler, teknoloji anlaşılmasın. (Sinek pislemedik bir yere not alın lütfen: Berlin`deki Federal Meclis`te partilerin 736 Federal Milletvekili var. Buna karşın, milletvekillerini etkileyerek politikaya yön vermeye çalışan tam 6 500 lobi yapan firma görevlisi, lobiyist mevcut... Bu lobiyistlerin ellerinin altında harcamak için açık kasaları var. Bunlar, görevleri gereği Berlin`de ikamet ediyor ve burada mesai yapıyorlar...) En az bunlar kadar önemli bir yanı da müzeler. Hani denir ya, ``İstanbul`u gezmek için günler değil haftalar gerekir`` diye... Berlin`i gezmek ve tanımak için de günler yetmez, bir iki hafta ister...
Müzeler Adası/Semti (Museumsinsel) diye adlandırılmış semte 8 müze olmak üzere, Berlin`de tam 16 devlet müzesi var. Bunlara ilaveten özel müzeler ve çok önemli galeriler de mevcut. Buraları bir günde mi gezersiniz yoksa bir haftada mı o size kalmış... Bunların içinde ikisi var ki, gezerken çok duygulanıp hüzünleniyorum...…Hüzünlenmemek elde değil.
Birincisi, Pergamon Museum`daki Bergama Altarı... İkincisi de Truva`dan Heinrich SCHLLIEMANN tarafından bulunduktan sonra kanunsuz bir şekilde kaçırılarak Berlin`e getirilen ve burada ziyarete sunulan Truva Kalıntıları... Bunların Türkiye`ye iade edilmesi gerekmez mi? Gerekir. Taş yerinde ağırdır. Bu tarihi eserlerin bulunduğu yerlerde sergilenmesi en doğrusudur.
Bunlara ilaveten Ürdün`den, Mısır`dan, Irak`tan ve Afrika ülkelerinden getirilip Berlin`de sergilenen tarihi eserler de çok. Türkiye gibi, bu ülkeler de bu tarihi eserlerin iadesini istiyor. Haklı olarak...
***
Anlayacağınız, Berlin için sadece `` Berlin`de hakimler var!`` diyemeyiz. Doğrudur, Berlin`de hakimler var, hukuk sistemi çok iyi çalışıyor. Ama, Berlin`de yukarda anlatmaya çalıştığım gibi daha başka şeyler de var. Darısı hem İstanbul`un ve hem de Ankara`nın başına diyelim.
Hocam her yazınızda olduğu gibi,akıcı arı duru bir dil ve aydınlatıcı bilgilerinize teşekkürler.Bu arada Berlindeki TESLA kurulşunun ürünü hayırlı olsun.
Çok haklısınız hocam.
Üstad kabera nedir?
Kreuzberg’deki Türk topluluğu pek çok nedenle Almanlar için ciddi bir sıkıntı oluşturuyordu… Genç gazeteci olarak bakış açımı sonradan da çok etkileyen gözlemlerde bulunmuştum. Yanılmıyorsam muhalif in tanışma kokteylinde ayaküstü selamlaşmıştık. Keşke daha uzun sohbet edebilseydik… Anlamadığım tek nokta “sineğin pislemediği yer!” Bu alegoriyi çözemedim, cahilliğime verin. Sevgi ve saygılar
Değerli Yakup Bey, sevgili yaz komşum, çok bilgilendiğim bir yazı kaleme almışsınız yine… Kutluyorum ve teşekkür ediyorum. Bergama Altarı için üzülmeyin, bizde kalsa çoktan un ufak edilip yok edilmişti! Ah o orkestralar, Berlin Operası… İşte en imrendiğim de onlar. Yaşamımda ilk Avrupa görmüşlüğüm Berlin’e 1980 de olmuştu.Türkiye’de 12 Eylül fırtınası kasıp kavuşuyordu. Berlin Operasında sahnelenen Don’t Cry For Me Argentina müzikalini izlemek içimde tarifsiz duygular yaratmıştı