Bir ülke niye üniversite acar? Niye eğitim sistemleri kurar? Niye araştırma laboratuvarları, merkezleri kurar? İlk bakışta bu soruların anlamsızlığı ortaya çıkar. Bu kadar da anlamsız soru sorulur mu? Diyen çok kişi olacağı kuşkusuz.
Ama ben bir soru daha soracağım: ”Niye bazı meslek dallarında binlerce kişi iş beklerken, ararken, bazı alanlarda yetişmiş eleman azlığı çeker, bazı konularda yetişmiş eleman bulamayız?
İlk sorduğum soruların yanıtını ikinci sorunun yanıtı verir. Bu bir anlamda yazının başlığındaki sorunun da yanıtıdır.
Yani Türkiye’de uygulanan bir bilim politikası yoktur. Hangi üniversite hangi alanda kaç tane eleman yetiştirecektir? Yetişen eleman sayısı Türk ekonomisinin, savunma sisteminin, üniversite sisteminin ihtiyacını karşılamaya yetecek sayıda ve kalitede midir?
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, Yüksek Öğretim Kurulu, Bilimler Akademisi, ulusal savunma sistemine bağlı savunma araştırma ve geliştirme (ARGE) bölümleri, Milli Eğitim Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı, sanayi ve ticaret kurumlarının örgütleri arasında ülkenin yakın ve uzun dönemde insan kaynakları ihtiyacı konusunda ortak bir çalışma var mıdır?
Gecenlerde bir gazetenin insan kaynakları sayfasında şu saptama vardı: “Türkiye’de ekonomi büyüyor ama istihdamda beklenen artış yaşanmıyor. Türkiye resmi kaynaklara göre ekonomik olarak büyürken işsizlik düşmüyor (TUİK hariç) ve İşverenler ise aradıkları kriterlere uygun nitelikte personel bulmakta zorlanıyor”.
Bu saptamadaki ilk cümlenin yanıtları uygulanan dış ticaret, sanayileşme, teknolojik gelişmelerle ilgili, ama son cümle bu yazımızın konusuyla ilgili. Yani işverenlerin aradıkları kriterlere uygun nitelikte personel bulunmaması.
Ne garip bu konudaki ilk yazımı 1979 yılının Aralık ayında Milliyet gazetesinin Ali Gevgilili yönetimindeki “Düşünenlerin Düşünceleri” sayfasında yazmıştım. Aradan uzun yıllar geçti. Yani benim yurt dışı yaşantımın süresi kadar. O zamanki yazdıklarımda dikkati çektiğim konularda hala büyük bir ilerleme yok. Gerçi savunma sanayii alanında bazı adımlar atıldı, yeni kurumlar kuruldu, ama eşgüdüm, ortak plan, kaynakların akılcı ve amaca uygun kullanımı konusunda tam bir başıboşluk, adam sendecilik yaşanıyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Her şey serbest rekabet düzeyinin acımasızlığına terkedilmiş gibi. Her ne kadar serbest ticaret ve rekabet konusunu daha dikkatle uygulanmasını ve kamunun daha belirgin ol almasını destekleyen bir akademisyen olarak ulusal çıkarlar konusunda yasa koyucuya ve devlete ait bazı sorumluluklar, yol göstericilik rolü olmasından yanayım. En liberal ülkelerde bile devletler bu konularda gereken roller üstlenmiş durumdalar.
Beni yanlış anlamayın. Konu bir siyasi parti taraftarı olmak veya olmamak değil, ülkesini seven, ülkesinin çağdaşlaşmasını, bilimde ve teknolojide ileri gitmesini isteyen,, ülkesinin bir otomobil markasının ve çok sayıda küresel markaya sahip olmasını düşleyen bir akademisyenin karınca kararınca vermeye çalıştığı bir mesaj, bir uyarı veya bir öneri. Benim mesajım siyasi bölünmüşlüğün ötesinde, her partiye, her siyasal gruba, ülkesini seven herkese yönelik.
Bilim politikası yahut Bilim ve Teknoloji Politikası kavramları çok eski zamanlara kadar dayanan uygulamalardan günümüze izlediği çizgi içinde ele alındığında “Bir ülkenin bilim ve teknolojiye, araştırmaya ayırdığı kaynaklar ile bunlardan beklenen amaçların birbirine uygun olmasını” öngörür.
Klasik anlayışta sadece temel bilimleri konu alan görüş daha sonra uygulamalı alanlara da kaydırılmış, bir anlamda daha faydacı (utiliterian) hale gelmiştir. Yani bilim, eğitim, teknoloji alanında yapılacak harcamalar, kamu desteği, belirli hedeflere yönelik ekonomik, askeri, siyasal ve kültürel alanlara kaydırılır. AKP iktidarında siyasilerin ikbali için bir çeşit tasdik etme kuruluşu haline getirilen ve adeta içi boşaltılmış olan TÜBITAK kuruluş yasasına göre, ülkede Bilim Politikasından sorumlu bir ulusal örgüt olması gerekirken, politikacıların bilim dışılığının aracı haline getirildi. Türkiye bilim ve teknolojide sadece dışardan alım yapan bir ülke durumundadır. Her yıl milyonarca gencine iş bulmak durumunda olan ülke ne acı ki her alanda olduğu gibi bu alanda da geriye götürülmüştür.
Türkiye’de Bilim ve Teknoloji politikası alanında yapılan araştırma ve yayınlar çok az. Zaten bu alanda ülkede yetişmiş eleman da kalmadı. Siyaset kurumu denen çark adam yetiştirmediği gibi kendinden olmayan hiç kimseye da çalışma şansı bırakmıyor. Bu konuya uzun yıllar kafa yormuş, eğitimini almış, deneyim kazanmış ve çok şükür halen yaşayan tek bir kişi var. Prof.Dr. Ergun Türkcan.
Ergün hoca 1940’ta Muğla’da doğdu. İlk ve orta öğreniminden sonra, 1962’de, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu; askerlik hizmetinden sonra yeni kurulan TÜBİTAK’ta Türkiye’nin ilk Bilim Politikası Ünitesi’ne atandı. Bu alandaki ilk profesyonel araştırıcı olan Türkcan, doktorasını İngiltere’de Sussex Üniversitesi, SPRU’da (Science Policy Research Unit) OECD Fellow olarak hazırladı ve 1972’de Ankara Üniversitesi’nden iktisat doktorasını aldı. 1974’te TÜBİTAK’tan ayrılan Ergun Türkcan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nda, Ankara Belediyesi’nde çalıştı. Hacettepe Üniversitesi ve Gazi Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yaptı ve 1979’da doçent oldu.
1978-1979’da Devlet Planlama Teşkilatı’nda, İktisadi Planlama Dairesi Müşaviri sıfatıyla Dördüncü Plan çalışmalarına katıldı. 1982’de üniversiteden ayrıldı ve çeşitli şirketlerde çalıştıktan sonra 1988’de yeniden üniversiteye döndü. Önce Gazi Üniversitesi’nde, sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde profesör olan Türkcan, 2007’de emekliye ayrıldı. Yazar, 1993’ten 2003’e kadar, kısmı zamanlı, TÜBİTAK Başkanı Bilim Politikası Danışmanı olarak çalıştı; bu arada 2000-2002 arasında kurumun Bilim ve Teknoloji Politikaları Daire Başkanlığı’na vekalet etti. ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Science and Technology Policy Studies (STPS) lisans-üstü programında yer alan Bilim ve Teknoloji Tarihi derslerini veren Türkcan’ın bu alanda birçok makale ve tebliğine ek olarak Teknolojinin Ekonomik Politiği başlıklı bir kitabı var.
Hoca Türkiye’de Planlama Teşkilatının belki de ilk resmi olmayan tarihini de yazmıştır. Kitabın adı çok ilginç: ” Türkiye’de de Planlamanın Yükselişi ve Çöküşü 1960-1980”. Ergün Türkcan 2009 yılında "Dünyada ve Türkiye’de Bilim, Teknoloji ve Politika" adli eseriyle Sedat Simavi Ödülü kazanmıştır,aynı çalışma Türkiye Bilim Akademisince ödüle layık görüldü. Kanımca Türkçede bu alanda bir başyapıt niteliğinde bir bilgi kaynağıdır. Tabi bunun anlamını bilen ve anlayabilenler için.
Yorum Yazın