Yatsı namazını kıldıktan sonra Sedefçiler Camiinden çıktılar. Çatır çatır ayazlı bir gecede Çemberlitaş’ı geçtiler ve Hoca Rüstem sokağına girip, konağa ulaştılar. Girişteki sofaya kurulmuş olan büyük çini sobanın etrafına toplandılar. Isındılar. Samur kürklerini, kaftanlarını ve ‘İlmiye Sınıfı”ndan olduklarını gösteren, kallavi beyaz sarıklarını çıkardılar.
Suriye’den getirilmiş Şam ipeklileriyle kaplı alçak sedirlere yerleştiler. Görevlilerin getirdiği kahveleri içtiler. Sonra, içlerinden en yaşlısı olduğu görülen adam, konuşmaya başladı. Hastalığının iyice arttığını, çektiği bu ‘Nikris’ hastalığı yüzünden zorlandığını ve görevini bırakmaya hazırlandığını söyledi.
Öteki iki adam, onun görevini sürdürmesinden yana olduklarını belirttiler ve ille de böyle bir şey olacaksa, yerine kimin getirilmesini düşündüğünü sordular. Uzun süren bir sessizlik oldu. Adam gür beyaz sakallarını karıştırdı. Kalktı. Sonra da adamlara dönüp, yerine getirilmesini istediği kişinin adını söyledi.
Yine bir sessizlik oldu. İsmi duyan iki adam, uğradıkları hayal kırıklığını gizlemek için gözlerini yumdular ve düşünüyormuş gibi yaptılar. Sonra iyice şişman olanı, “sizce buna layık mıdır” diye sordu. Öteki de ona katıldı ve “bunun için bilgisi elverir mi” dedi. Sobanın yanındaki beyaz sakallı adam, bu sorulara alındığını, bilgisine ve ‘liyakatine’ emin olmadığı birisini zaten kendi yeri için düşünemeyeceğini söyledi.
Şişman adam ansızın ve biraz da yüksek bir ses tonuyla, “iyi de içkisini ne yapacağız bakalım” diye bağırdı. Beyaz sakallı adam, şaşkın bir şekilde “ne içkisi, içer mi” dedi. Deminden beri hiç konuşmayan öteki adam ise alçak bir sesle “ant etmiş artık içmiyormuş” diye mırıldandı.
Son derece öfkelendiği şimdi açıkça görülen şişman adam, beline doladığı lahuri kuşağı biraz karıştırdı. Sonra kuşağın kıvrımları arasından bir küçük kâğıt çıkardı. Duvardaki büyük kandile yanaşıp, ışık açısını ayarladı ve okudu. “Baki yine mey içmeye ant içti demişler / Divane midir bade dururken içe andı”.
Sonra sustu.
Sessizlik bu kez daha da uzun sürdü. Sonra beyaz sakallı adam, “öyleyse bize bir başka adam gerektir” diye konuştu. Öteki iki adam cevap vermedi. Şişman adamın yüzünde belli belirsiz bir gülümseme dolaştı.
Osmanlı İmparatorluğu Şeyhülislam’ı Bostanzade Mehmet Efendi’nin Çemberlitaş’taki konağında toplanan üç adam, biraz daha konuştuktan sonra kararlarını verdiler. Nikris yani gut hastalığı nedeniyle görevini bırakmaya hazırlanan Şeyhülislam Bostanzade Mehmet Efendi, yeni Şeyhülislam’ın kim olması gerektiği konusunda görüşlerini istediği Hoca Sadettin ile Sunullah Efendi’den olumlu bir cevap alamayınca, önerdiği ismi geri çekti. Özellikle Sunullah Efendi’nin, yeni Şeyhülislam olarak önerilen kişinin “içki içtiğini” söylemesinden sonra, yapabileceği bir şey kalmadı.
Üzüntüyle içini çekti ve Sunullah Efendi’nin, kendi yerine Şeyhülislam olarak atanmasını kabul etmek zorunda kaldı. Belki de üçüncü kez son anda Şeyhülislam olması engellenen Baki’nin buna ne kadar üzüleceğini biliyordu ama işin içine ‘içki’ karıştığı için fazla bir şey de yapamıyordu.
Asıl adı Mahmud Abdülbaki olan, Divan şiirinin en büyük ismi sayılan ve bu nedenle kendisine ‘Şairler Sultanı’ denilen Baki, 1526 yılında İstanbul’da doğdu. Medreseye girmek istemesine rağmen, parasızlık nedeniyle uzun bir süre bu isteğini gerçekleştiremedi.
Sonunda medreseye girebilen Baki, şiirleriyle yavaş yavaş tanınmaya başlandı. Ekim 1561’de devlet yönetiminin en üst sivil rütbelerinden olan ‘Danişmentliğe’ ve kısa bir süre sonra da ‘Mülazım’lığa getirildi.
Mart 1579’da Mekke Kadısı oldu. Döndükten sonra önce İstanbul sonra da Anadolu Kazaskerliğine atandı. Sürekli olarak arzu ettiği şeyhülislamlık makamına çok yaklaşan Baki, şeyhülislamlıktan önceki son durak olan Rumeli Kazaskerliği’ne de tayin edildi.
Baki her gün şeyhülislamlık beklerken, onun yaşadığı hayatı hiç sevmeyen çevreler de harekete geçtiler. Tam iki kez Rumeli Kazaskerliği’ne getirilen ve şeyhülislam olacağı sayılı günleri bekleyen Baki, bu arzusuna ulaşamadı.
Son olarak Mart 1600 tarihinde Bostanzade Mehmet Efendi’nin konağında yapılan bir toplantıda, Baki’nin şeyhülislamlığı yine engellendi ve “içki içtiği” gerekçesiyle ondan nefret eden, yükselmesini önlemek için her yola başvuran Sunullah Efendi, şeyhülislam oldu.
Haberi öğrenen Baki, adeta yıkıldı. Evine kapandı. 7 Nisan 1600 tarihinde bir sinir krizi geçirdi. Evindeki görevlilere bağırıp çağırırken öldü.
Baki'nin cenazesine dönemin bütün devlet büyükleri, tanınmış kişiler ve çok sayıda İstanbullu katıldı. Cenaze namazını kıldıran Şeyhülislam Sunullah Efendi, “Ey Baki, dostların senin değerini ancak musalla taşında anladılar ve karşında sıra sıra el bağladılar” anlamındaki ünlü “Kadrini sengi musallada bilüp ey Baki…” diye başlayan dizelerini okudu.
Neticede Baki de gitti ve geriye bu kubbede bir hoş sada kaldı…
Yorum Yazın