Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu

Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu


Bir karamsarlık anı

Bir karamsarlık anı

Hayvan severlerin, bireysel ve organize etkinliklerle sokak hayvanlarını korumak için gösterdiği çabayı takdir ediyorum. Bu kendi başına bir sivil toplum hareketi oldu çıktı. Ama aynı zamanda kedi-köpek tutkunlarının insanlara, komşularına ve çocuklara göstermedikleri sevgi, ilgi ve saygıyı patili dostlarına göstermesini anlamaya çalışıyorum. İnsanın yaşam kalitesini bozmayan, komşuya rahatsızlık vermeyen tutkuyu, bir başka yaşam tercihi olarak kabul ediyorum. Yine de sokak hayvanları için gösterilen çabaların onda birinin sokak çocukları için gösterilmemesi beni karamsarlığa iten nedenlerden. Tabii çocuk kolay değil.

Ölçüsüz Sevgi ve Tutkunun Bencilliği

Ölçüsü kaçan sevgiyi eleştirmekten vaz geçmediğimi de söyleyebilirim. Sokak kedilerini gıda artıkları ile beslemek, mahalleye kedilerin bile mücadele edemediği azman kemirgenleri, kemeleri davet ediyor. Artıkların veya yapay mamaların çocuk parklarına bir tür sevap işlercesine bırakılması, çocukları umursamayan bir hijyen anlayışını gösterince, çocukların sağlığını umursamayan, nasıl kediye/köpeğe bu kadar düşkünlük gösterir diye hayret ediyorum. Köpeğini, yardımcısına dolaştırtan, garajda ihtiyacını gidermesine izin verenlerin komşusundan esirgediği saygıyı, nasıl köpeğe duyduğu sevgi diye iddia ettiğini düşünüp, hayıflanıyorum. Kış aylarında “üşümesinler” diye sokak kedilerini garajda besleyenler, kedi gibi temiz bir hayvanın huyunu bozuyor. Pisliklerini minik pençeleri ile eşeleyerek toprağa gömme alışkanlığı olan hayvan betonda bunu yapamayınca, o da kendi pisliğinde yuvarlanıyor. Karanlıkta yaşayıp, karanlıkta doğuruyor. Yavrularını karanlıkta büyütüyor. Sözde kedi dostları onlara ne kadar büyük kötülük ettiklerinin farkında bile değil. Ama dün köpeğini dolaştıran bir hanımın, bir başka köpeği koklamaya takılan inatçı “Fifi” sine, “haydi yürü anneciğim” demesi cinleri iyice tepeme çıkardı. İstanbul 2. İdare Mahkemesinin 2014 yılında 2554 sayılı kararla hakaret olmaktan çıkardığı “züppelik” bu duruma en yakışan sıfat diye düşündüm. Köpeğini annesi ile bir tutan bir sevgiyi kınamaktan da kendimi alamadım. Annesine köpek diyebileceğini düşünüp, fevkalade içerledim.

VeBir An-ı Meyusiyet”[1]

Neo Osmanlıcılık kisvesindeki özenti beni başından beri hep rahatsız etti. Siyasi gündeme yaranmak istercesine “Osmanlı Ekmeği” ister misiniz?” diye soran fırıncıyı “öyle bir ekmek yok” diye azarladım. Olmadık yerlerde “Osmanlı Mutfağı” diye açılan lokantaların menülerinde zaten özgün Osmanlı sayılabilecek yemekleri olacağını hiç düşünmedim. Akıl almaz kavramlara Osmanlı sıfatı takanların “Osmanlı Tokat’ını” nasıl unuttuğunu hiç anlamadım. Eğer bir şey ifade ediyorsa Osmanlı’nın kültürel referanslarından, hitap biçimlerinden, nezaket ölçülerinden nasibini almamış olanların, imparatorluk mirasını, Batı’dan ve özellikle ABD den gördükleri teşvikle Orta Doğu’ya yeniden yayılma hakkı olarak düşünmelerinde hep tehlike gördüm. Türkiye, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesinden vaz geçip Büyük Orta Doğu veya adı ne olursa olsun herhangi bir projenin önünden veya arkasından, bölgesel müdahalelere girişmemeliydi. Orta Doğu’ya geri dönmek için yapay bir yeni Müslümanlık ölçüleri geliştirilmesini, Camii sayılarını arttırarak, desibeli yükseltilen Ezan sesinde iman aranmasını asla içime sindiremedim. Alışık olmayan gırtlakla Türkçeyi Arapça gibi telaffuz etmeyi, hacda, umrede siyasilerin devlet kesesinden yaptıkları farizede tek omuzlu ehramlarla fotoğraf çektirmesini gereksiz bir Araplaşma veya Araplardan daha fazla Müslümanlaşma çabası olarak görüp, riyakârlıktan tiksindim. Ama en son neye çok canım sıkıldı? Size anlatayım.

Sonradan Olma bir Kayserili Olarak[2]

Geçen gün Kayseri’de vefat edenler listesine bakıyordum. Çoğu cenaze töreninin, Genelkurmay eski Başkanı ve Milli Savunma Eski Bakanı adına Kayseri Melik Gazi’de inşa edilen, hem de dört yıldızlı general unvanı da ihmal edilmeyen camide yapıldığını görünce, 2018 yılındaki duyarlılığım aklıma geldi. 26 Ağustos Büyük Taarruz Yıl dönümünün, İslam’ın zaferi olarak takdim edilen Malazgirt Zaferi ile ikame edilme çabası karşısında duyduğum karamsarlıkla bu eski öfke işte bu satırlara yansıdı. Çocukken bazılarını tanımak onurunu taşıdığım, 4-5 cephede savaşan, sonunda Kurtuluş savaşını büyük zafer ile kazanarak bize bir vatan bahşeden komutanların hiç biri kendi adına camii yaptırmamıştı. Buna zaten onların ne vakitleri, ne nakitleri, ne de devlet olanaklarını böyle işler için kullanma niyetleri olmuştu. Siz Fahrettin Altay veya Asım Gündüz Camii gördünüz mü hiçbir yerde? Kazım Karabekir’in adı ise, kendisinin ve ailesinin bilgisi dışında Sarıkamış’ta eski bir yapıya, Bağcılar’da mahallenin adı dolayısı ile bir camiye verilmiş. Ama yaşayan akrabalarına sorulsa “babam, dedemiz, Orgeneral değil, Korgeneral olarak emekli oldu” diyen o dürüst insanlar, bundan bir ikbal ummazlardı. Belki mevcut bir camiye Karabekir adının verilmesine, “biz para vermedik” diye itiraz bile ederlerdi. O vatan kurtarıp, Cumhuriyeti kuran generaller, Tanrı korkusunu, kul hakkı bilincini, beyt-ül mala el uzatmama özenini ve ahlaki değerleri gönüllerinde taşır, duyulmayan ezanla bile vakit namazlarını etrafa gösteriş yapmadan kılarlardı. Böyle özünde inançlı ve gösterişe ihtiyaç duymayan bir gelenekten nasıl sapıldı! Nasıl sırf tepelemek için bizzat eski bir ordu mensubu tarafından laiklik tepelendi!  

Osmanlı Özentisi mi?

Ama Osmanlı döneminde askeri veya sivil paşalar, adlarına camii inşa ettirdikleri için, eski Genel Kurmay Başkanı ve Savunma Bakanı’nın Camileri bol memleketi Kayseri’de bir camii daha yaptırmış olmasını Osmanlıya beyhude bir öykünme olarak kabul ediyorum. Keşke kendi cebinden, kendi adına bir veya birkaç okul yaptırtsaydı! Tabii ne söylesem boş. Şairin dediği gibi “Diyorlar ki döner bu âlem; Encamına varır, bu devr-i sitem; Benim gözümde fer kalır mı bilmem; Bu uzun geceler gündüz olunca”. İşte size “Bir An-ı Meyusiyet” ten bir iki dize.  

[1] Rıza Tevfik Bölükbaşı veya Feylesof Rıza Tevfik’in bir şiiri olup “Karamsarlık Anı” nın eski dildeki söylenişidir.

[2] Kendimi bazen gerçek Kayserililere “Mahrumlar Bağının Gelini” olarak takdim ediyorum. Akıllı, tutumlu, hesaplı, kitaplı insanlarla 55 yıllık ünsiyet beni de biraz Kayserili yaptı sayılır.

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar