Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu


Bir Zamanların Düşler Ülkesine Yolculuk

Bir Zamanların Düşler Ülkesine Yolculuk

Bir Zamanların Düşler Ülkesine Yolculuk

İnternette geziniyor, dünyada neler olup bittiğini öğrenmeye çalışıyorum. Dış habercilikten yetişmiş olmanın  dürtüsü mü bilmem, gözüm hep yurt dışında neler olup bittiğinde. Yemen’le ilgili bir habere takılıyorum. Yedi yıldır savaş altında inim inim inleyen Yemenliler Kurban Bayramı’nı kutluyormuş!.. İnsanlar akın akın camilere gidiyormuş. Herhalde savaş bitsin diye dua ediyorlardır. Aile ziyaretleri de pek keyifli geçiyormuş. Üstüne üstlük bayramı gördükleri için de şükrediyorlarmış.

Ne diyeyim? Geri bıraktırılmış (Bizler sol jargonda bu ifadeyi çok kullanırdık…) toplumların kadercilikleri, yaşam koşullarını değiştirmeyi akıllarının ucundan geçirmemeleri beni her zaman çok etkilemiş, üzmüştür. Yıllar önce tanıdığım Yemenlilerin de bu kadercilikleri zaman içinde ve genç kuşaklar yetişmesine rağmen anlaşılan hiç değişmemiş.

Yemen’in başkenti Sanaa’ya ilk adım attığım günü hatırlıyorum. 2000’e bir kaç yıl kala olsa gerek. Özellikle Eski Şehir tabir edilen semtinin özgün Yemen mimarisi tarzında taş yapıları görülmeye değerdi. Sanaa’da tanıştığım restoratör mimar, İtalyan asıllı Marco Livadiotti Yemen kültürü ve sanatıyla ilgili beni bilgilendirmişti.

Diyeceksiniz ki İtalyan Marco Livadiotti’nin Yemen gibi bir ülkede ne işi var? Anlatayım.
Marco Livadiotti’nin büyük babası Mario Livadiotti Osmanlının son padişahı Vahdettin’in baş hekimiymiş. Cumhuriyet’in kurulması üstüne Livadiotti ailesi İtalya’ya geri dönmüş.

Mario Livadiotti’nin oğlu Mario da baba mesleği hekimliği seçmiş. Özellikle de Ortadoğu bölgesinde çalışmayı tercih etmiş. 1960 yılında baba Livadiotti altı yaşındaki oğlu Marco’yu da yanına alarak Yemen’e yerleşmiş. Yemen’de çok uzun yıllar hekimlik yapmış. Ölene kadar da bir süre Yemen’in o zamanki Cumhurbaşkanı Abdülrahman el İryani’nin özel hekimiymiş.

Küçük Marco on yıl Yemen’de kaldıktan sonra İtalya’ya dönmüş. Ardından seksenli yılların başında Yemen hasretine dayanamayıp kendine ikinci vatan bellediği topraklara dönmüş. Restoratör mimar olduğu için eski, özgün Yemen mimarisinin korunması için kolları sıvamış. Özellikle Osmanlı’dan kalan binaların koruma altına alınması amacıyla UNESCO’ya (BM Eğitim, Bilim, Kültür Örgütü) baş vurmuş. 1986’da da Sanaa’yı UNESCO nezdinde “dünya kültür mirası” olarak tescil ettirmiş. Yani Yemen’in başkenti Sanaa dünya çapında bir açık hava müzesi niteliği kazanmış.

Ama savaş bu. İran destekli Husi aşiretiyle Suudi Arabistan önderliğinde koalisyon güçlerinin desteklediği Yemen hükümeti arasında yedi yıldır süren kanlı çarpışmalarda o canım binaların önemli bölümü de yerle bir olmuş.

Yemen seyahatim sırasında Marco’nun rehberliğinde, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusunun İngiliz kuvvetleriyla en sert çarpışmalarına sahne olan Huş kentini gezdim. Çok dik bir yamacın üstünde inşa edilmiş, masalların içinden fırlamış bir şehre benziyordu Huş. Özgün Yemen mimarisinin bütün özelliklerini Huş’taki taş binalarda görmek mümkündü. Bunu yazarken Yemen türküsünün “Burası Huş’tur, yolu yokuştur, giden gelmiyor, acep ne iştir” dizeleri geldi. Babamın babası Miralay Hüseyin Ragıp Bey’in Huş savaşı sırasında İngilizlere esir düşmesini, iki yıl boyunca o taş yapılardan birinde esaret yaşamasını gözlerimde canlandırmaya çalıştım.

Kusura bakmayın, arada daldan dala atlıyor, aklıma gelenleri yazıya döküyorum. Huş turunun ardından Marco Livadiotti’nin bizzat restore ettiği  Sanaa’daki taş evine gidiyoruz. Ev çok etkileyici. Beni ev kadar etkileyen Marco’nun karısı Maha. Maha, Çinli, Çek, Yemenli karışımı bir ailenin kızı. O da yıllarca Yemen dışında yaşadıktan sonra Sanaa’ya dönmüş. Mesleği moda desinatrisliği. Butiği Yemenli üst sınıf kadınların gözdesi haline gelmiş.

Maha’yla konuşurken, Sanaa’da hiç “kat”a davet edilip edilmediğimi soruyor. O da ne, diyorum. Anlatıyor. Kat Yemen’in endemik bir bitkisi. Bodur, yapraklarını dökmeyen bir ağaç. Bunun yapraklarını çiğnemek Yemenliler için bir gelenekmiş. Şöyle ki, nasıl bizler arkadaşlarımızı kahveye ya da çaya davet ediyorsak Yemenliler de arkadaşlarına “kat”a gider ya da onları davet ederlermiş.

Sanaa’da “kat” pazarları vardı. Yemenliler 12’ye doğru pazara koşuyor, demet demet kat satın alıyor, sonra da bunun filizlerini ayırıp kart yapraklarını atıyordu. Öğle yemeğinden sonra da çiğnemeye başlıyorlardı. Çiğnedikleri posayı atmıyor, ağızlarının bir köşesinde topluyor, akşama doğru yüzlerinin bir tarafı yumru çıkmış gibi oluyordu. Bir özelliği önce insanı uyuşturması, birkaç saat sonra da uyarıp hiper aktif hale getirmesiydi. Kat bitkisi hem uyuşturucu hem uyarıcı olması nedeniyle çevre ülkelerde özellikle de Birleşik Arap Emirlikleri’nde yasaklanmıştı. Hatta Yemen’de “kat” öylesine bir alışkanlık haline gelmişti ki ülkenin güneyinde, Aden’deki dünyaca ünlü kahve plantasyonları sökülmüş, yerine “kat” ağaçları dikilmişti. Merak edip ben de biraz “kat” çiğnemiştim. Ama uyuşturucu ya da uyarıcı maddelerden korkumdan mı nedir tadını çok iğrenç bulduğumu itiraf etmeliyim.

Bir de buraya bir not düşmek isterim. Sanaa’daki Türkiye Büyükelçiliği’nde verilen Cumhuriyet Bayramı balosuna katılmıştım. Baloda davetli diplomatlarla konuşurken karşıma iki Türk çıkmıştı. Kendilerini eğitim görevlisi olarak tanıtan bu Türklerin kısa bir soruşturma sonucu Fethullah örgütü üyeleri olduklarını öğrenmiş, demek buraya kadar sızmışlar, diye şaşkınlığımı gizleyememiştim.

O yıllarda fazla huzursuzluk yaşamayan bir ülke görünümündeki Yemen’in turizm sektörü kısmen canlıydı, ekonomisini toparlama çabasındaydıi. Husi aşireti arada gözüne kestirdiği, özellikle yabancı uyrukluları kaçırıyor, belli bir fidye karşılığı serbest bırakıyordu. Bugün ise yedi yıldır süren Suudi Arabistan destekli savaştan Yemen’den geriye ne kalacağını düşünmek bile istemiyorum…

NOT: Sevgili okurlarım, sizlerden 10 gün izin rica ediyorum. İyot ihtiyacımı karşılamak için denize gidiyorum!.. Dönüşte görüşmek üzere...

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar