Bir ülke niye üniversite açar? Niye eğitim sistemleri kurar? Niye araştırma laboratuvarları, merkezleri kurar? İlk bakışta bu soruların anlamsızlığı ortaya çıkar. ‘Bu kadar da anlamsız soru sorulur mu?’ diyen çok kişi olacağı kuşkusuz.
Ama ben bir soru daha soracağım: ”Niye bazı meslek dallarında binlerce kişi iş beklerken, ararken, bazı alanlarda yetişmiş eleman azlığı çeker, bazı konularda yetişmiş eleman bulamayız?
İlk sorduğum soruların yanıtını ikinci sorunun yanıtı verir. Bu bir anlamda yazının başlığındaki sorunun da yanıtıdır.
Yani Türkiye’de uygulanan bir bilim politikası yoktur. Hangi üniversite, hangi alanda kaç tane eleman yetiştirecektir? Yetişen eleman sayısı Türk ekonomisinin, savunma sisteminin, üniversite sisteminin ihtiyacını karşılamaya yetecek sayıda ve kalitede midir?
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, Yüksek Öğretim Kurulu, Bilimler Akademisi, ulusal savunma sistemine bağlı savunma araştırma ve geliştirme (ARGE) bölümleri, Milli Eğitim Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı, sanayi ve ticaret kurumlarının örgütleri arasında ülkenin yakın ve uzun dönemde insan kaynakları ihtiyacı konusunda ortak bir çalışma var mıdır?
Hürriyet İnsan Kaynakları (İK) ekinin eski bir sayısında şu saptama vardı: “Türkiye’de ekonomi büyüyor ama istihdamda beklenen artış yaşanmıyor. Türkiye 2011’de yüzde 9,5 büyüyen Çin’den sonra yüzde 8.5 oranıyla dünyada ikinci olurken işsizlikte bir düşüş yaşanmadı. İşveren ise aradıkları kriterlere uygun nitelikte personel bulmakta zorlanıyor”.
Bu saptamadaki ilk cümlenin yanıtları; uygulanan dış ticaret, sanayileşme, teknolojik gelişmelerle ilgili, ama son cümle bu yazımızın konusuyla ilgili. Yani işverenlerin aradıkları kriterlere uygun nitelikte personel bulunmaması.
Ne garip bu konudaki ilk yazımı 1979 yılının Aralık ayında Milliyet gazetesinin Ali Gevgilili yönetimindeki “Düşünenlerin Düşünceleri” sayfasında yazmıştım. Aradan 45 yıla yakın bir zaman geçti. Yani benim yurt dışı yaşantımım süresi kadar. O zamanki yazdıklarımda dikkati çektiğim konularda hala büyük bir ilerleme yok. Gerçi savunma sanayii alanında bazı adımlar atıldı, yeni kurumlar kuruldu, ama eşgüdüm, ortak plan, kaynakların akılcı ve amaca uygun kullanımı konusundaki tam bir başıboşluk, adam sendecilik yaşanıyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Her şey, serbest rekabet düzeyinin acımasızlığına terkedilmiş gibi. Her ne kadar serbest ticaret ve rekabet konusunu bir akademisyen olarak desteklesem de ulusal çıkarlar konusunda yasa koyucuya ve devlete ait bazı sorumluluklar, yol göstericilik rolü olmasından yanayım. En liberal ülkelerde bile devletler bu konularda gereken roller üstlenmiş durumdalar.
Beni yanlış anlamayın. Konu bir siyasi parti taraftarı olmak veya olmamak değil, ülkesini seven, ülkesinin çağdaşlaşmasını, bilimde ve teknolojide ileri gitmesini isteyen, ülkesinin bir otomobil markasının ve çok sayıda küresel markaya sahip olmasını düşleyen bir akademisyenin karınca kararınca vermeye çalıştığı bir mesaj, bir uyarı veya bir öneri. Benim mesajım siyasi bölünmüşlüğün ötesinde, her partiye, her siyasal gruba, ülkesini seven herkese yönelik.
Bilim politikası yahut Bilim ve Teknoloji Politikası kavramları kökü çok eski zamanlara kadar dayanan, ha uygulamalardan günümüze izlediği çizgi içinde ele alındığında “Bir ülkenin bilim ve teknolojiye, araştırmaya ayırdığı kaynaklar ile bunlardan beklenen amaçların birbirine uygun olmasını” öngörür.
Klasik anlayışta sadece temel bilimleri konu alan görüş daha sonra uygulamalı alanlara da kaydırılmış, bir anlamda daha faydacı (utiliterian) hale gelmiştir. Yani bilim, eğitim, teknoloji alanında yapılacak harcamalar; kamu desteği, belirli hedeflere yönelik ekonomik, askeri, siyasal ve kültürel alanlara kaydırılır.
Kaleminize sağlık...Tümüyle yazdıklarınıza katılıyorum...