Hava kurşun gibi ağır. Bodrum’un o bir anda boşanan, ortalığı sele boğan ama yarım saat sonra güneşin yine parladığı yağmuru, indirmek üzere. Çarşaf gibi denize dalmış gitmiştim ki, geldi.
“Ne o dalmışsın. Kafan nerelerde?” dedi hoşsohbet dostum.
“Belirli bir şey düşündüğüm yok. Daldan dala. Hoş geldin. Ama kahve bile yok.” dedim. “Kahveyi boş ver, anlatacaklarım var.”
“Yine mi?” dedim. “Ama ben hiç bir şey dinlemek, bilmek istemiyorum.”
“Öyle değil. Sana ülkede en aklı başında olması gereken kişilerin, grupların bile nasıl baştakini örnek aldıklarını, yaşadıkları yeri nasıl günümüz Türkiye’sine çevirdiklerini anlatacağım. Geçen defa anlattıklarımı köşende yazmışsın.”
“Evet. Belki bir yararı dokunur da hep saygı duyduğum ve söz gelmesini istemediğim diplomasi mesleğimi ve bu mesleğe gönül vermiş benim gibi kişileri de üzen davranışlarından vazgeçer, kendilerine çeki düzen verirler diye düşündüm.”
“Peki vazgeçtiler, verdiler mi sence?”
“Bilemem ki.”
‘Vazgeçmediler. Üstelik senin yazına çok içerlemişler. ‘Zaten baştaki Büyükelçileri aşağılıyor, o da buna katkıda bulundu.’ diyorlarmış.”
“İyi de yaptıklarından dolayı değil de yaptıkları ortalığa döküldüğü için mi aşağılanmış hissetmişler?”
“Sanırım öyle. Biliyorum bu mantıksız ama başka savunma bulamamışlar. Öyle kızmışlar ki ne yapacaklarını bilemez haldeymişler. Yanlış üzerine yanlış yapmaya başlamışlar.”
“Ne gibi?”
“Sitenin son üç yönetimi, Malikler Kurulu kararı olmadan, maliklerden para toplayıp, bu paralarla ruhsatsız yapılar, izinsiz işler yapmışlar. Belediye de gelip bunları mühürlemiş. Siteye yüklü para cezaları kesmiş. Aralarında konutuna çökme planları yapılan Büyükelçinin de bulunduğu bir grup malik bu usulsüz ek ödemeleri yapmayı, Belediyenin kestiği cezaları ödemeyi kabul etmemişler. Bu tür usulsüzlükleri en geniş biçimde yapan bir önceki yöneticiye paraların hesabını sormuşlar. Ne olmuş biliyor musun?”
“Bilmiyorum.”
“Eski Yönetici, direnmesine karşın görevden alındığı son Malikler Kurulu’nda çıkıp, hesap soranlara yanıt vermek gereğini bile duymadıklarını söylemiş. Bu sana birisini anımsattı mı? Hani deprem paralarının ne olduğunu soranlara ‘gereken yere harcadık. Size hesap verecek vaktimiz yok.’ demişti.”
“Bitmedi.” dedi dostum.
“Görevden ayrılmak zorunda kalan eski yönetici, bu usulsüz ek ödemeleri hatta aidatlarını bile ödemeyen çok sayıda malik varken sadece kişisel düşmanlığı olan tek bir maliki, üstelik usulsüz topladığı ve usulsüz harcadığı ek ödemeleri de aidat adı altına saklamaya çalışarak, aidatlarını ödemediği gerekçesiyle icraya vermiş. Malikler Kurulu’nda neden bir tek o kişiyi icraya verdiği sorulunca da, ‘bizim gücümüz bir tek ona yetti. Diğerlerini de bizden sonraki yönetim icraya versin.’ demiş.”
Dostum şaşkınlığımı görünce, “dur dahası da var.” diye devam etti.
“Yargı somut kanıt ister. İcraya verilen malik tüm aidat ödemelerini banka kanalıyla yapmış. Elinde kapı gibi dekontlar varmış. Eski yönetici, bu malikin ve başkalarının da ısrarla, ‘hangi yılın, hangi ayına ait aidatı ödemediğimizi bildirin, insanlık hali, belki atladığımız vardır. Öderiz.’ diye defalarca yazılı olarak talepte bulunmalarına karşın bu taleplere de yanıt vermemiş. Yeni yönetim bu bilgiyi verince icraya verilen malikin aidatlarını düzenli olarak ve zamanında ödediği anlaşılmış. Bunu üzerine eski yönetici, şahsi avukatı vasıtasıyla tanık aramaya başlamış. Sonunda üç tanık bulmuş. Bu tanıklar mahkemede ne demişler biliyor musun?
“Nereden bileceğim?”
“Tanıklardan biri, Malikler Kurulu’nda, icraya verilen malike gıyabında küfreden bir kişi imiş. ‘Yönetici bize, aidatlarını ödemiyor demişti. Ben onu biliyorum’ demiş. Yani Yöneticinin hık deyicisi olduğunu, yoksa konu hakkında somut bir bilgisi olmadığını göstermiş.”
“Ayrıca üç tanığın da ortak bir noktası varmış. İstinat duvarlarının önündeki evlerini duvara kadar kaçak olarak büyütmüşler, terasa kaçak oda yapmışlar. Yukarıdaki araziden istinat duvarına giren suyun tahliyesi için açılmış olan delikleri tıkayıp, sıvamışlar. Duvara, tablolar vs. asmışlar. Malum Büyükelçiler ve eşleri böyle şeylere meraklıdırlar.
“Dışarı akamayıp duvarın arkasında biriken su, duvarı tutan demirleri çürütmüş. Mimar-mühendisler gelip istinat duvarlarının çökmek üzere olduğunu, buna neden olan malikleri ve kaçak inşaatları bir bir saptayıp, fotoğraflarını çekmiş ve raporlarına eklemişler. Duvarların tamirinin birkaç milyon liraya mal olacağı, kaçak odaların yıkılması gerektiği anlaşılmış.”
“İşte eski Yöneticinin, konutuna çökülmek istenen malik aleyhine tanıklık yapması için bulduğu iki sefire ile bir Büyükelçinin miras zengini damadı, daha şimdiden, ‘kim bu zarara yol açtıysa tamirat bedelini onlar öder.’ demeye başlayan malikleri korkutmak için icraya verilen malik aleyhine tanıklık etmişler. Tanıklıklarının nedeninin de duvar onarımının üstlerine kalması olduğunu mahkemede itiraf etmişler. Herhalde yargıç bile şaşmıştır. Bütün bunlar sana neyi veya kimi anımsatıyor?”
Bir kez daha bu kadar kendini ele vermek karşısında nutkum tutulmuştu. İnanılacak gibi değildi. Sustum.
“Biliyorsun.” dedi dostum, “birisi, böyle fena yakalanınca hemen , ‘dış güçler bizi engellemeye çalışıyorlar.’ diye başlar. Suçu dış güçlere atar. Sitede dış güçler olmadığı için bir günah keçisi bulmak gerekmiş. Akıllarınca bulmuşlar ama kendilerini ele vermekte üstlerine olmadığı için yine fena çuvallamışlar.”
“Bu iki sefire hanım tanık, ifadelerinde ısrarla, aleyhine tanıklık ettikleri malikin kaçak inşaatları şikâyet ettiğinden dem vurmuşlar. Herhalde yargıç içinden, ‘iyi de siz neden kaçak inşaat yaptınız?’ demeyi geçirmiştir ama tanıkların söylediklerinin konu ile ilgisi olmadığı için susmuştur. Ama tanıklara notunu verdiği kuşkusuz.”
“İşin ilginç yönü, icraya verilen malik bu tür şikâyetleri kimlerin yaptığını biliyormuş ve bunun yazılı belgelerini, iki yıl önce, şimdi aleyhine tanıklık eden sefire hanıma vermiş.”
“Yok artık!” demişim. “Sen bunları nereden biliyorsun peki?”
“Tanık ifadelerini gördüm. Elden ele dolaşıyor.” dedi dostum. Ve çıkarıp bana da gösterdi. Hatta geçmişte kaçak inşaat yapanları şikâyet eden kişilere resmi makamlardan gelen yazıların örneklerini de gösterdi. Gerçekten şikâyetlerin sonucunu bildiren o resmi yanıt yazıları, sitedeki başka maliklere hitaben kaleme alınmıştı.
“Fantoma romanı gibi.” demişim. “Anlattıklarına bakılırsa bu site günümüz Türkiye’sinin birebir örneği. Başta yöneticiler olmak üzere Sitede yaşayanların büyük bir çoğunluğu da böyle bir Türkiye’yi yönetenlerin tabii ki.”
“Çok haklısın.” dedi dostum. “Ben de zaten bunu söylemeye çalışıyorum. Bir dahaki sefere tanık sefirelerin sık sık yaptıkları bir yurtdışı gezisini de anlatacağım.”
Yorum Yazın