Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın son olarak gerçekleştirdiği 100 baz puanlık faiz indirimi, Türk Lirası’ndaki değer kaybını tarihi seviyelere taşıdı. Karar sonrasında dolar kuru on bir liranın, euro ise on iki buçuk liranın üzerine çıktı. Döviz kurlarındaki bu yükseliş, doğal olarak hemen hemen tüm ürünlerde yeni zamlar demek, yaşamın daha pahalı hale gelmesi demek. Yoksullaşmak demek, açlık demek.
Ekonomistler faiz indirimi kararı ile zaten darboğazda olan Türkiye ekonomisinin daha zorlu bir sürecin içine girdiğini, dibe doğru sürüklendiğini söylüyor. Ekonomide yeri olmayan ama Cumhurbaşkanının inatla savunduğu ‘faiz sebep enflasyon sonuç’ teorisi ve iktidarın buna karşı çıkamayan bilgisiz ve yetersiz kadroları yüzünden ekonominin batağa sürüklendiği ifade ediliyor.
Ama gerçek böyle mi? Cumhurbaşkanının inadı uğruna olmayan bir teorinin uygulanması, ya da bunun dini motiflerle süslenmesi, ya da yetersiz ekonomi kadrolarının iş bilmezliği yüzünden mi ülkemiz yoksulluğa sürükleniyor? Ülke yoksullaşırken acaba kimler bu gidişten memnun, kimler kazançlı çıkıyor?
Faizin düşürülmesi durumunda doların yükseleceğini bilmemek mümkün mü? Bu daha önce deneyimlendi. Ekim ayındaki faiz indirme kararının sonuçlarını hepimiz yaşadık. Ayrıca ekonomi yazarları, konunun uzmanları, bankalar, iş insanları çıkabilecek sorunları günlerce, defalarca söyledi. Buna rağmen faizi düşürme kararı alanların, dolar kurunun yükseleceğini, paramızın değerinin düşeceğini, üretimin ve tüketimin yani yaşamın daha pahalı hale geleceğini, yoksulluğun artacağını ama bu arada birilerinin de zenginleşeceğini bilmiyor olmalarını düşünebilirmiyiz? Faiz indirme kararının bilerek isteyerek alındığı çok açık.
Ekonominin kötü gidişatından, paramızın pula dönmesinden kimi sorumlu tutacağız? Döviz baronlarını mı, bizi kıskanan kimi batılı ülkeleri mi, dış mihrakları ve onların yerli işbirlikçilerini mi?
Cumhurbaşkanı onların doları varsa, bizim de halkımız var, hakkımız var, Allahımız var diye bir çıkışta bulundu. Sanki dövizdeki kur artışını, faiz indirme kararının bir sonucu değil de; yabancıların bize bir oyunu, dış mihrakların tezgahı gibi sunuyor.
O zaman şu soruları soralım.
Merkez Bankasının 128 milyar dolarlık rezervini onlar mı harcadı? Merkez Bankasının bağımsızlığını onlar mı yıktı? İktisat literatüründe yer almayan ‘faiz sebep enflasyon sonuç’ teorisini onlar mı uyguladı? Paramızın değerini onlar mı düşürdü? Rahip Bronson davası, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına uyulmaması gibi çok sayıda uygulamalarla yargının bağımsız olmadığı düşüncesini onlar mı yarattı? İstanbul Sözleşmesinden onlar mı geri çekildi? Devletin büyük ihalelerini üç beş firmaya hem de davet usulü ile onlar mı dağıttı? Araç garantili, yolcu garantili, hasta garantili, uçuş garantili yap işlet devlet projelerini hem de döviz garantili olarak onlar mı imzaladı?
Ülkemizin içinde bulunduğu bu kötü gidişatın sorumlusu belli. Ülkeyi yönetenler bu sorumluluktan kaçamazlar. Padişahları bile kıskandıracak yetkileri olan ama hesap verme mekanizması bulunmayan bir yönetim sisteminin ülkemizi getirdiği nokta bu. Ülkemiz bu kötü deneyimden dersler çıkarmalı, yoksulluk içinde yaşayan geniş kitlelere acil çözüm üreten, şeffaf ve hesap verebilen bir yönetim sistemine geçiş yapmalıdır.
Yorum Yazın