İçişleri Bakanı Süleyman Soylu geçen gün bir televizyon programında, isim vermeden CHP’nin dış ilişkiler sorumlusu ve milletvekili büyükelçi Ünal Çeviköz’ün bir AB büyükelçisine “Altılı Masa Mutabakat Metni”ni götürüp onayını aldığını ileri sürdü. Bununla da yetinmedi. Programın moderatörü şaşkınlıkla, bu doğru mu, diye sorunca da keyifle gülerek, elinde bu görüşmenin kaseti olduğunu söyledi. Soylu ve şürekası anlaşılan kaset hazırlama işinde pek ustalar. Ama bu işin ustaları bilir. Birileri hakkında kasetler hazırlayacaksanız ya da hazırladıysanız marifetlerinizi aleniyete dökmez, yeri geldiğinde münasip bir tavırla işinizi kotarırsınız. Bilgi ve beceri meselesi.
Bu ajanlık çalışmalarının bütün dünyada nasıl yapıldığını en iyi gerçek ajanlar ve onlara sıklıkla muhatap olan ülkelerin diplomatları bilir. Emekli büyükelçi dostum Süha Umar’la bu konuyu konuşurken bana görevi sırasında yaşadığı bazı olayları anlattı. İyi yetiştirilmiş gerçek ajanların nasıl çalıştıkları ve muhataplarının onlara nasıl davranmaları gerektiğini çakma ajanlara öğretelim:
“İçişleri Bakanı Sğleyman Soylu, diğer bir çok AKP’li bakan, hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi, yıllardır bir şekilde devlette üst görevlerde bulunmalarına karşın hala devlet yönetimi ve yönetim dili konusunda ciddi eksiklikleri olduğunu gösteren biçimde davranıyor ve konuşuyor.
Nitekim geçtiğimiz günlerde bir televizyon kanalında yaptığı konuşma bunu hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde gösterdi. Soylu, CHP milletvekili ve dış ilişkilerden sorumlu meslektaşım Ünal Çeviköz’ün Millet İttifakı’nın hazırladığı ‘Altılı Masa Mutabakat Metni’ni bir AB büyükelçisine götürüp onayını aldığını ileri sürdü. Bunun ses kaydı bulunduğunu da söyledi.
“Bir bakanın, çaresiz bile kalsa, partisinin seçimi kaybedeceğini bile bilse siyasi puan kazanmak amacıyla böyle bir şeyi uluorta söylemesi bizatihi yanlıştır. Daha da yanlış olan ise, bu iddia doğru bile olsa bakanın devlet sırrını açıkladığını gösterir ki nereden bakarsanız bakın ayrıca suçtur da...
“İçişleri Bakanı’nın Çeviköz’ün cebine teyp koymuş ya da bir tarafına çip takmış olması uzak bir olasılıktır. Geriye, o hangi AB büyükelçisiyse , Soylu bunu kişisel bir girişim olarak tek başına yapmış olamayacağına göre, o büyükelçinin ve büyükelçiliğin Türk istihbaratı tarafından dinlendiğinin açıklanması gerçeği kalır. Bu, aslında herkesin bildiği bir sırdır ama kimse tarafından, hele resmi makamlar tarafından hiç bir zaman söylenmez. En azından etik değildir. Sorulsa bile yadsınır. Böyle bir sözü en alt düzeyde bir memur söylese sadece işinden olmakla kalmaz, dediğim gibi, devlet sırrını açığa vurmaktan yargılanır.
“Soylu’yu duyunca kafamdan yukarıdaki düşünceler geçti ve bizzat yaşadığım bir kaç olayı anımsadım.
DERS BİR
1990 yılında Viyana’da AKKA (Avrupa Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması) görüşmelerini yapıyorduk. Neredeyse tamamlanmış olan antlaşma uyarınca NATO ve Varşova Paktı’na üye olan devletler silahlı kuvvetlerinin envanterinde bulunan silah sistemlerini ve silah sayılarını bildireceklerdi. Diğer ülkeler gibi biz de Genel Kurmay Başkanlığı’ndan gelen silah listelerini taraflara verdik. Bir sonraki toplantıda, Sovyetler Birliği heyetinin askeri danışmanı General Tatarnikov söz aldı ve, ‘Türkiye silah sistemlerini ve silah sayılarını eksik bildirdi,’ dedikten sonra bir silah sisteminin adını verdi.
“Arkamda oturan, heyetimizin Genel Kurmay Temsilcisi’ne baktım. O da Tatarnikov’un sözlerinden bir şey anlamamış gibiydi. Söz alıp, General Tatarnikov’un verdiği bilgileri araştırıp sonucu bildireceğimizi söyledim. Genel Kurmay’dan aldığımız yanıt bizi doğrusu çok eğlendirdi. Bana da Sovyet heyeti ve Tatarnikov’u biraz sıkıştırmak için fikir verdi.
“Tatarnikov’un sözünü ettiği silah sistemi MKE70 mm havan topuydu ve taraf devletlere bildirdiğimiz listede vardı. Tatarnikov’un, sorusunda belirttiği silah ismi, MKE70mm havan topuna bizim erlerin verdiği takma isimdi.
“İlk toplantıda söz aldım. ‘Dostum Tatarnikov’un sorusunu yanıtlayacağım ama önce benim kendisine bir sorum olacak,’ dedikten sonra devam ettim:’Dostum Tatarnikov, neden bizi casusluyorsunuz (spying on us)?Doğrusu dostluğa yakıştıramadım.’ Tüm heyetler derin bir sessizliğe büründüler. Devam ettim:’Geçen toplantıda sözünü ettiğiniz silah sistemi MKE70mm havan topu. Sizlere verdiğimiz listede de var. Sizin söylediğiniz ise Türk askerinin kendi aralarında bu silahtan söz ederken kullandıkları takma isim. Bunu ancak özel dinlemeyle bilebilirsiniz.’ Tatarnikov kıpkırmızı kesildi. Diğer delegasyonların ise keyfine diyecek yoktu. Konuyu orada bıraktım. Çünkü biz Rusya’nın bizi dinlediğini, Rusya da bizim, üstelik NATO/ABD’nin Türkiye’nin bir çok noktasındaki dinleme tesislerinden yararlanarak onları dinlediğimizi biliyorduk. Ama iki taraf da bunu hiç bir zaman söylemiyordu. Tatarnikov’un sıkıntısı, istemeden de olsa bunu itiraf etmesinden, açığa vurmasından kaynaklanıyordu. Bizde ise bir bakan bunu açıkça, televizyonda söylüyor!
DERS İKİ
“Benzer bir olayı 1994’de yine AKKA konusunda yaşadım. O yıllarda Dışişleri Bakanlığı’nda Milletlerarası Güvenlik ve Silahsızlanma Genel Müdür Yardımcısıydım. AKKA imzalanmıştı. Ancak, özellikle müttefiklerimizin, bizim sırtımızdan Rusya’ya, üstelik bize bitişik Kafkasya bölgesinde ödün vermeye çalışıyorlar, biz de direniyorduk. Konu çok teknikti ve uzun bir geçmişi vardı. Bakanlıkta hiç kimse böyle karmaşık ve sorumluluk almayı gerektiren işlerle uğraşmayı sevmez. Sonunda iş bana ihale edildi. Konu Türkiye’nin güvenliğini doğrudan ve ciddi biçimde ilgilendiriyor, etkiliyordu. Ben de özellikle ABD’nin her geçen gün artan baskısına direniyordum.
Bir gün Müsteşar çağırdı, gittim. Müsteşar hiç bir zaman odasının kapısını kapatmazdı. Ben girince, ‘Süha, kapıyı kapat lütfen,’ dedi. Kapıyı kapatıp karşısına oturdum. Müsteşar çekmecesinden bir sayfalık pelür kağıt çıkarıp bana verdi. Kağıtta ilgili kurumumuzun bir raporu vardı. Rapor, önde gelen Batılı bir ülkenin Ankara’daki Büyükelçisi’nin kendi bakanlığıyla yaptığı telefon görüşmesiydi. Büyükelçi bakanlığına AKKA konusundaki sıkıntıyı anlatıyor ve bu konuda Türk Dışişleri’ndeki tek yetkili kişinin Süha Umar olduğunu, onun kabul etmeyeceği hiç bir çözümün geçerli olamayacağını söylüyordu. Kağıdı okuduktan sonra Müsteşar’a uzattım. Müsteşar aldı, yanındaki kağır kıyma makinesine koyup imha etti.
“Bırakın televizyonlara, basına açıklamayı, Müsteşar da ben de bu konudan kimseye söz etmedik. Hatta o büyükelçiye imada dahi bulunmadık. Şimdi aradan 30 yıl geçtikten sonra ilk kez söylüyorum. Dünyadaki bütün ülkeler, yabancı ülkelerin büyükelçilerinin aldıkları nefesi bile izlerler, dinlerler. Bunu büyükelçiler de bilir, hükümetler de... Ama daha hiç bir hükümetin, devlet başkanını, başbakanının, bakanının bunu açıkça söylediğine tanık olmadım;duymadım.
DERS ÜÇ
“İstihbarat örgütleri büyükelçileri dinlemek dışında başka düzenler de kurarlar. Bunlar da normaldir hatta çoğu kez önceden üzerinde konuşulmamış, anlaşılmamış da olsa, bunlar adeta birer danışıklı dövüştür. Bir örnek vereyim:
“Biliyorsunuz, 1995-98 yılları arasında Haşimi Ürdün Krallığı nezdinde Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi idim. 30 Ağustos 1998’de ‘Yeni Atlantik Girişimi- Nez Atlantic Inıtiative’ toplantısına katılmak üzere Amman’daki Meridien Oteli’ne gittim. Önümdeki masada Ürdün Muhabarat Başkanı General Semih Battikhi oturuyordu. Solumda İsrail Büyükelçisi Oded Eran, sağımda ABD Büyükelçisi (şimdi CIA Başkanı) William (Bill) Burns vardı. Aramızda sohbet ederken bir ara bana dönen Battikhi, ‘Suriye istihbaratı bizi böyle fotoğraflarsa herhalde çok eğlenceli olur,’ dedi. Öyle dedi ama o oturma düzeninin Battikhi’nin bilgisi dışında yapıldığını düşünmek için çok saf olmak gerekiyordu. Zaten Ürdün Muhabarat Başkanı’nın biz üç büyükelçiyi arkasına aldığı fotoğrafının herhalde daha toplantı başlamadan Suriye Muhabaratı’na ulaşması bizzat Battikhi’nin teşkilatı tarafından sağlanmıştı.
“Büyükelçilerin ve büyükelçiliklerin dinlendiği ve bunun hem dinleyen hem dinlenen tarafça bilindiği konusunu yine bir anımla kapatayım.
“Amman Büyükelçiliğim sırasında Veliaht Prens Hasan’ın Saray’daki evinde zamanın Dışişleri Bakanı İsmail Cem onuruna verdiği yemekten kalkmış, salonda mırralarımızı içiyorduk. O tarihlerde Ürdün’de 2002’den sonra Türkiye’de olduğu gibi, herkesin Muhabarat tarafından dinlendiği konuşuluyordu. Bir ara Prens Hasan’ın eşi Prenses Sarwath bana dönüp, ‘Süha, hepimizi dinliyorlarmış. Ne vahim, değil mi?’dedi. Hemen karşımdaki koltukta oturan Muhabarat Başkanı dostum General Battikhi’nin yüzünün asıldığını fark ettim. ‘Dinlerler Prenses. Biz diplomatları da dinlerler. Bunu bütün ülkeler yapar. Çaresi, benim yaptığım gibi davranmaktır. Ben telefonda resmi, özel, her konuyu konuşurum.’dedim. Battikhi bana bakıyor ve yüzü renkten renge giriyordu. Sarwath’ın aklı yatmamıştı. ‘Ama,’diye itiraz edecek oldu. ‘Bir sakıncası yoktur. Her konuyu konuşunca bir süre sonra ilgilerini kaybedip dinlemekten vaz geçerler,’dedim. Battikhi artık dayanamadı ve patladı:’Süha çok insafsızsın.’”
Dersler biraz uzun sürdü ama Bilal’e anlatır gibi anlatmak zorunda kaldık. Çakma ajanlar her şeyi bildiklerini sandıkları için kafalarına dersi sokmak o kadar kolay olmuyor. Olmamayı bırakın, dersleri anladığından hiç emin değilim. Hele de vatandaşların kişisel verilerini içeren KİM uygulamasını cep telefonuna indirip, kahkahalar atarak bunu marifetmiş gibi dünya aleme ilan eden bir ademle muhatapsak!
Yorum Yazın