Sevgili Okurlarım…
Sizlere bu kez Çanakkaleli Frida’yı anlatmak istiyorum. Emimim ki Frida’nın yaşam öyküsü Zülfü Livaneli gibi iyi bir yazarın elinde olsaydı ondan iyi bir roman çıkarırdı! Ben de elimden geldiğince çok yakından tanıdığım Frida’yı anlatmaya çalışacağım…
Eskilerin kullandığı şekliyle, Nüfus Hüviyet Cüzdanı’nda her ne kadar Frida yazsa da komşuları, dostları, sevenleri, arkadaşları ona Feride derlerdi. O da bu ismi çok severdi açıkçası.
Feride ismini ben de çok seviyorum. Bu isme Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu isimli o eşsiz romanında rastlamıştım. Ortaokulda okuduğum bu romanın kahramanı olan Feride’ye âşık olmuştum. Romandaki Feride ile Çanakkaleli Feride’nin hikayeleri aslında birbirine çok benziyordu…
Benim Feride’min de iyilik dolu, sevecen, kocaman bir kalbi vardı, tıpkı Reşat Nuri’nin Feride’si gibi…
Benim Feride’m yufka yürekliydi. Her fırsatta muhtaç insanlara yardım için çırpınırdı. Tıpkı Reşat Nuri’nin Feride’si gibi…
Benim Feride’m kimseyi dini, dili, ırkı farklı diye ayırmazdı; modern bir kadındı. Tıpkı Reşat Nuri’nin Feride’si gibi…
Ben aslında iki Feride’ye de âşık olmuştum. Biliyorum ki bu can bu bedenden ayrılmadıkça hiç bitmeyecek Feridelere olan o derin aşkım…
Çanakkaleli Feride İstiklal Savaşı’nın en amansız cephe savaşlarının verildiği yıllarda, 1922 senesinde doğdu. Sekiz çocuklu Yahudi bir ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldi.
O yıllarda Çanakkale nüfusunun yarıya yakını Yahudi, Rum, Ermeni kalanı Müslümandı. Malum nedenlerden dolayı Rum nüfusun çoğu Bozcaada’ya göçtü… Yahudiler ise böyle bir sorun yaşamadılar. Çünkü kendilerini azınlık hissetmiyorlardı. Bilahare 1934’te bunun doğru olmadığını acı bir şekilde öğreneceklerdi.
Penso Ailesi mutlu günlerinde... Frida sevgili babası Liya Penso'nun omuzuna elini atıp poz vermiş...
Biz tekrar Feride’ye dönelim…
Feride çok akıllı, çok zeki, zeki olduğu kadar yaramaz, ele avuca sığmayan, tüm komşu ve akrabaların hem çok yaka silktikleri, aynı zamanda çok sevdikleri afacan bir çocuktu. Henüz altı yaşındayken ata biniyordu. Erkek çocuklarla top oynuyordu. Zayıf çocukları zorbalardan koruyordu.
Çanakkale merkez o dönemde çok küçük bir yerleşim yeriydi. 5 bin civarı nüfusuyla ilçeleri Biga ve Bayramiç’ten bile küçük bir yerdi. Haliyle merkezde sadece bir ortaokul vardı. Tüm çocuklar oraya giderdi. Orta birinci sınıfta iriyarı bir kız küçük bir kıza sataşırken Feride araya girmişti. İri yarı kız sertçe itince dengesini kaybetmiş ve başını kapı tokmağına vurmuştu Feride. Çarpmanın etkisiyle bayılmış, komaya girmişti.
Bir süre sonra doktorlar Feride’nin vefat ettiğini ailesine bildirmişlerdi. Musalla taşında Feride’nin vücudu yıkanırken, onu çok seven halası yıkayanları kovup Feride’yi var gücü ile sarsmaya başlamıştı. O sırada Feride belki de o sarsmanın etkisiyle yeniden nefes alıp vermeye başlamıştı. Halası sevgili yeğenini diri diri gömülmekten son anda kurtarmıştı.
Feride’nin hikayesi veya romanı burada bitmiyor…
1934 yılında toplu bir baskı hareketi ile Trakya ve Marmara bölgesindeki Yahudiler 442, yazıyla dört yüz kırk iki yıldır yaşadıkları evlerinden kovulmuşlardı. Feride ve ailesi de bu acı olaylardan nasiplerini almışlardı.
Feride’nin babası Liya Penso, Çanakkale’de çok sayılan, sevilen bir kişiydi. Şehrin ileri gelenleriyle sevgi ve saygıya dayanan bir dostlukları vardı. Dönemin Çanakkale Boğazı Komutanı makamına giderken her gün Liya Bey’in evine uğrar ve birlikte Ester Hanım’ın yaptığı kahveyi yudumlarken sohbet ederlerdi.
1492 senesinde, Sultan Bayezid’in gönderdiği kadırgalarla İspanya’dan Anadolu’ya göç eden Yahudi Cemaati’ne yine göç yolları görünmüştü. Hepsi de yüzyıllardır Osmanlı, sonrasında Türk vatandaşı olan Yahudiler ve Feride’nin ailesi, yani Penso’ların göç yollarına hazırlandığı gün, Komutan her nedense kahve içmek için uğramamış, evin önünden geçerken başını bile çevirmeden yürüyüp gitmişti.
Az sonra komutanın emir eri Liya Bey’e bir not kâğıdı getirmişti. İyice katlanmış notta, “Liya Efendi, oğullarını ve kızlarını hemen buradan kaçır” diye yazıyordu. Liya Penso da öyle yapmış ve derhal 3 büyük çocuğunu İstanbul’daki kız kardeşine yollamıştı. Kendisi de toparlanıp birkaç gün içinde diğer 5 çocuğu ve eşi ile İstanbul’a gidecekti.
O meşhur gece kapısı yumruklandı. Birtakım adamlar ellerinde kazma, kürek, bıçak ile evin kapısına dayanmış Liya Efendi’den kasasında ne var ne yoksa boşaltıp vermesini istiyorlardı. Liya’nın tereddüt ettiğini gören Ester Hanım kocasına yasları 1 ile 12 arasında olan 5 küçük çocuğunu göstererek, “Liya Efendi, Liya Efendi… Bunların sana ihtiyacı var... Derhal ne istiyorlarsa ver… Ver de gitsinler...” demişti ağlamaklı bir ses tonuyla. Belki te katledilmekten göz önündeki varlarını yoklarını teslim ederek kurtulmuşlardı o gözü dönmüş kalabalığın elinden.
Ve henüz 12 yaşında olan küçük Feride o meşum gece yaşananların hepsine tanık olmuştu. Benim Feride’m yaşadığı o kâbusu ömrü boyunca unutamamıştı…
O gecenin sabahında Feride ve ailesi İstanbul’a doğru yola çıktılar kurtarabildikleri birkaç parça eşyayla… Önceden yola çıkan çocuklarla sağ salim buluşmayı başardılar. On kişilik aile Galata Kulesi’nin civarında bir daireye akrabalarının yardımı ile sığındılar. Yaşadıklarını hiç unutmadı Feride ama hayat devam ediyordu. Abileri ve ablaları ile hem çalışıyor hem de İstanbul Kız Lisesi’nde eğitimine devam ediyordu.
Neyse ki Ester Hanım yağmacılara tüm servetlerini kaptırmamış, altın ve mücevherlerden oluşan birikimlerinin önemli bir kısmını yanlarında getirmeyi başarmıştı. Liya Bey bu birikimlerini paraya çevirmiş ve Taksim Talimhane'de (Burası yeni bir semt olmuştu) kooperatif dedikleri, bugünkü anlamda bir market açtılar. İşler iyi gidiyordu ve kısa sürede dönemin gözde semti Beyoğlu’nda asansörü bile olan güzel apartmanlardan birindeki daireye taşındılar.
Benim dünyalar güzeli Feride’m sabah gün doğarken marketi açıyor sonra da okula gidiyordu… Her şey yoluna girmiş gibiydi. Feride de yaşadığı o travmayı atlatmış görünüyordu. Büyümüş, serpilmiş genç ve çok güzel bir kız olmuştu.
Abisinin bir arkadaşı sık sık onu görmeye geliyor ama bir türlü konuşmaya cesaret etmiyordu. Delikanlı İstanbullu bir ailenin iyi tahsil görmüş bir ferdiydi ama bu taşradan gelmiş kara kuru, muzip bakışlı genç kıza gönlünü kaptırmıştı…
Feride liseyi bitirince bir avukatlık bürosunda işe girdi. Bir yandan çalışıyor bir yandan da üniversiteye hazırlanıyordu. Ama ne yazık ki Feride’nin planları istediği gibi gelişmedi. Hitler Almanya’sının Nazileri Trakya’ya dayanmıştı. Hükümet 1941’de tüm erkekleri tekrar askere çağırdı. Feride ve bir yaş küçük kardeşi çaresiz babalarının marketinde çalışmaya başladılar yeniden.
Neyse ki Türkiye savaşa girmedi. Evin erkeklerinin askerden dönüşüne çok sevindi Feride. Bir de abisinin arkadaşının sağ salim dönüşüne çok sevinmişti…
Bu arada Feride’ye talipler gelmeye başlamıştı. Ama o abisinin arkadaşı İstanbullu o delikanlıyı kafasına koymuştu. Talipliler geri çevriliyordu çünkü kalbini o gence kaptırmış, onu bekliyordu. Nihayet o İstanbullu genç, yakın arkadaşına Feride’nin abisine açıldı. Abi de kız kardeşe bu ilgiyi söyledi.
O zaman Yahudi ailelerde kız tarafı erkeğe drahoma denen başlık parası verirdi, adet böyleydi. Ama asi kız Feride farklıydı. Onu isteyen erkek eğer drahoma isterse ona varmayacaktı. Kalbini çoktan Feride’ye kaptıran İstanbullu genç tabii ki drahoma istememişti. O sadece kara kuru kızı istiyordu.
Genç çift evlilik planları yapmaya başladı hülyalar içinde. Para biriktirmeye başladı ikisi de… Yıl 1942… Heyhat bu kez de tarihimizin kara lekesi Varlık Vergisi engel oldu hayallerine. Tüm gayrimüslimler gibi onların paralarına da Varlık Vergisi adı altında el konuldu. Yetmedi bir de borçlu kaldılar…
Feride’nin büyük abisi hamile eşini geride bırakarak borç ödemek için çalışma kampına, Erzurum Aşkale’ye gönderildi. Aile, on sene sonra bir daha yıkıldı.
Herkes endişe ile sevdiklerinden haber bekliyordu. Feride bu arada markette çalışıyordu. Nişanlısının vergisini çalıştığı firma ödemişti. Nişanlısı çalışma kampına gitmekten kurtulmuş ama borcunu ödemek için senelerce o işyerinde çalışmak zorunda bırakılmıştı.
1942’nin sonunda Abi Aşkale’den geri dönünce aile yeniden birleşti. Hep birlikte yeniden hayat mücadelesine giriştiler. Kırıldılar ama 1492’den beri vatan bildikleri ülkelerine küsmediler. Kenetlendiler ve hem kendileri hem ülkeleri için var güçleriyle çalıştılar.
Feride ancak 1944 yılında sevdiği genç ile evlenebildi ve kendi yuvasını kurdu. Çanakkaleli Frida ya da Feride bu evliliği üç çocuk ile taçlandırdı. 6 torun bu sevgiden doğdu.
Frida ve sevgili eşi Edward en mutlu günlerinde... Düğünlerinden bir anı...
Şimdi diyeceksiniz ki bu kadar ayrıntıyı nereden biliyorsun?
Hemen söyleyeyim. Çanakkaleli Frida, namı diğer Feride benim annem olur! 1945’in temmuz ayında doğurmuş beni, yani ilk çocuğunu...
Frida, abisi Jak (Foterli olan) ve eşi Edward'ın arasında. İstanbul'dan mutlu bir anı...
Sevgili okurlarım, annemin yaşadıklarından aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin bir tarihi kesitini yansıttım. Benim Feride’min, annemin hayatından çıkarılacak dersler var. Çok acılar çekmesine rağmen bu ülkeden ne gitmeyi düşündü ne de umudunu kesti… Her şeye rağmen hayatın devam ettiğini bizlere gösterdi. Benim Feride’min yaşam felsefesi sevgi üzerine kurulmuştu. Onun hepimize aşıladığı sevgiyi ben de hepinize yolluyorum. Birbirimizi severek dünyamızı cennete çevirebiliriz…
Sevgi ve saygılarımla…
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün cephede bile yanından ayırmadığı Çalıkuşu ve Feride güzel yürekli, sevgi dolu Anneciğiniz Frida. Yüreklerinin Ferleri her ne olursa olsun sönmeyen güzel insanlar ve güzel insanların temsilcileri, sizin vesileniz ile onlara sevgi dolu dualarımı gönderirken bu içten ve yaşam dolu yazınızı bize aktardığınız için teşekkür ediyorum. Güzel insanlar hala var!
Nino Bey, icinde bir cok duyguyu ve olayi barindiran yazinizi buyuk bir keyifle okudum. Elinize, yureginize saglik. Sevgilerimle...
Eline, kalemine, yüreğine sağlık, Usta!
Tebrikler, sayende,acı gerçek ,hikaye kivaminda yazıya donusmus,bir solukta okudum.
Kalemine, anılarına saygılarımla sevgili Nino’m
Nino bey; yazınızı büyük ilgi ve beğeni ile okudum; ailenizin Çanakkaleden Istanbul'a yolculuğunu ve o dönemi çok güzel anlatmışsınız. Diğer yazılarınızı da okumak için sabırzılanıyorum
Ne , Nasıl ve Niçin denir ki. Baştan sonuna kadar heyecanla okudum. Kim, nerden ve ne olduğun değil insan olman yeter. Kalemine sağlık.
Çok güzel yazmışsın Nino. Tebrikler
Sn. Debehar, annenizi öne çıkararak anlattığınız hikayenin benzerler Türkiye’de bütün cemaatlerin başına geldi. Ailesiyle İzmir’den önce Fas’a, ardından Fransa’ya göçmek zorunda kalan Henri Nahum, tıp alanında profesörlüğünden sonra ileri yaşında merak saldığı tarih, öğrenimi gördüğü Sorbonne Üniversitesi’nde 1995 yılında sunduğu “19ncu ve 20nci yüzyılda İzmir Yahudileri” adlı doktora tezinde (İzmir Yahudileri adıyla Türkçe kitaplaştırıldı) türdeş (üniter) ulus-devlette bir azınlık cemaatinin yeri hakkında ipuçlarını verir. Yaşatılan bütün hikayeler el koyma ve arındırma üzerinedir.
Maalesef tarih bilincimiz o denli zayıf ki, Varlık Vergisini salan hükümetin başı olan zatın adı ülkenin en büyük spor kulüplerinden birinin stadına verilmiştir. Şu aralar bir biskivüt ve çukulata üreticisinin adı stadyumda önplana çıktığı için utancım hafiflemese de bu rezillik aklıma daha az geliyor!
Nino'cugum çok güzel duygusal bir yazi
Kalemine sağlık Nino Not. Meyva ağacından uzak düşmezmiş
Canım annem?❤️?
Kutlarım ?
Tebrikler. Gercek bir hikaye ile bir tarihi ortaya koydun. ????
Bir (Kilitbahir) Çanakkale'li olarak şu "keşke" tanımı hayatımızdan çıkarmak lazım.. Ne diyebilirimki sözün bittiği yer..
Benzer bir hayat hikayesini annem de yaşadı Edirne’den ailece göç ettirildiler, istanbulda büyüdü, genç kızken aileye katkı için tercüman sekteter olarak çalışırken salınan Varlık vergisi onun bir yıllık maaşına karşılık geldi,
Nino’cum, gözlerim yaş içinde okudum. Şu an yaşananlardan gına gelip ülkeden kaçıp başka ülkelere yerleşmeye koşan gençlere ders gibi. Frida iskemlenin kenarına emaneten ilişenlerden olmamış, aksine sahip çıkmış ..❤️❤️
????, çok güzel ve oldukça duygusal bir yazı... Tebrikler sevgili Nino...?
Müthiş , nino bey kaleminize yüreğinize saglık,çok güzel olmuş.
Kaleminize sağlık. Ne kadar güzel bir yazı olmuş. Bu arada ben de Frida'ya aşık oldum! Saygıyla anıyorum kendisini... Bu topraklarda bir daha böyle acılar yaşanmaması dileğiyle
2 kez yazdım. Silindi. Bir daha yazamam.
Kullanilan ismiyle Feride benim teyzemdir. Cok buyuk bir kalbi vardi. Yillarca hicbir sekilde gostermeden bana ve benim gibi bircok kisiye destek oldu. Inaniyorum ki benim gibi yuzlerce veya binlerce kisi ona hergun duasinda yer veriyordur. Eminim su anda Cennet'te mukemmel insan olan esi Edward la nurlar icindedir.