Sevgili Okurlarım,
Çanakkaleli Frida yazım bir hayli ilgi çekti. Türkiye’nin dört bir yanından, hatta dünyanın her köşesinden yorumlar geldi, arayanlar oldu. Sevgili annemin, Frida’nın onca eza ve cefa çekmesine rağmen Türkiye sevdasına, vatanını terk etmemesine, en çok da mücadele azmine hayran kaldılar.
O yazımda sevgili annem Frida’nın yani Feride’nin nikaha kadar olan hayat hikayesini anlatmıştım. Madem bu kadar ilgi gördü ben de daha sonradan aklıma gelen anekdotları yazayım istedim.
Frida iflah olmaz bir Atatürk hayranıydı. Ev işi yaparken Atatürk’ün sevdiği türküleri, şarkıları terennüm edermiş hep. O taptığı adam 10 Kasım 1938’de gözlerini ebediyen yumduğunda tüm Türkiye gibi o da gözleri kan çanağına dönene kadar ağlamış.
Kasım 1938... Türkiye Ata'sına ağlıyor...
Yıllar sonra bana anlatmıştı. Ben de onun ağzından size aktarayım…
Atatürk’ün naaşının Ankara’ya gönderileceğini öğrendim. Yola çıkmadan önce Dolmabahçe’deki naaş 16 Kasım’da halkın ziyaretine açıldı. 7’den 70’e tüm İstanbul Ata’sına son görevini yapmak için Dolmabahçe’ye akın etti. Atatürk’ün önünden geçen kadınlar, erkekler, çocuklar, öğrenciler, iş adamları, askerler ve gayrimüslimler, herkes orada… Babam ve erkek kardeşlerim de…
Babama yalvardım yakardım bana izin vermedi. O zaman kızların evden çıkması bile babanın rızası ile olurdu. Bir türlü müsaade etmedi. Ben de ertesi gün daha önce sözleştiğim iki kız arkadaşımla gizlice Dolmabahçe’nin yolunu tuttum.
Mahşeri kalabalık vardı. Kalabalık bir anda kontrolden çıktı birbirini ezmeye başladı. O izdiham esnasında bir subay beni çekti aldı, ayaklar altında ezilmekten son anda kurtardı. Arkadaşlarımı da kaybetmiştim. O subay elimi hiç bırakmadı beni törenden sonra Beyoğlu’na kadar evime getirip, babama teslim etti.
Evde kızılca kıyamet koptu. Babamın kızılcık sopası meşhurdu. Sopa da beni iyi tanırdı zaten! Ertesi gün öğrendik, o izdiham sırasında ölenler ve yaralananlar olmuş. Kızılcık sopasıyla kurtulduğum için şanslıydım aslında…
Annemin anlattıkları böyle. Aslında ben de Atatürk ve vatan sevgisinin birebir tanığıyım… İstisnasız her 10 Kasım’da sabah bizi erkenden kaldırır, en düzgün pantolonlarımızı, kızlara elbiselerini giydirirdi. Saat tam 9’u 5 geçe evin içinde hazır ola geçer bu ülkenin kurucusuna saygı duruşumuzu yapardık.
Bu kadarla da sınırlı değildi. Evde o dönemin lambalı radyolarından bir adet vardı. Radyo yayınının kapanışı o zamanlar İstiklal Marşı ile olurdu. Frida’nın bir kez oturarak o marşı dinlediğine şahit olmadım. Zaten biz de uyanıksak hepimizi ayağa dikerdi marşı bitene kadar. İstiklal Marşı ayakta dinlerin, derdi. O öyle bir milliyetçiydi…
ASKER KAÇAĞI NASIL OLDU?
Sıra geldi yazının başlığını taşıyan, annemin asker kaçağı olması hikayesini anlatmaya… Efendim, yirminci asrın ilk yarısında, bilhassa Anadolu’da aileler erkek çocuk isterlerdi. Kızlar erkekler kadar önemli değillerdi.
Bizim ailede de öyle oldu. Feride doğduğu zaman ondan önce doğan erkek bebek hastalanıp vefat etmişti. Aile de Feride’ye yeni nüfus çıkarmamış ölen çocuğun nüfus kağıdıyla idare etmişlerdi.
Babam, ki o zaman nişanlılar, Kuzguncuklu Edward ile evlenmeye karar verene kadar da bir sorun yaşamamışlar.
Gerisini Frida’nın ağzından dinleyelim…
-En şık elbisemi giydim. İçim içime sığmıyordu. Yaşadığımız onca şeyden sonra nihayet Edward’la evlenecektik. Rüya gerçek oluyordu. O da ceketini giymiş, kravatını takmıştı. Yürüyerek Beyoğlu Evlendirme bürosuna gittik, memurun karşısına dikildik. Evrak teslimini yapacak, gün alacaktık nikah için. Ancak memur bir türlü işlemlerimizi tamamlamıyor, oyalıyor bizi. Bir ara dışarıya çıktı. Yanında iki polis memuruyla birlikte geldi.
“Asker kaçağı olarak sizi karakola götürmek zorundayız” dediler. Edward şaşırdı, dudaklarından, “Ben askerliğimi yaptım, belgelerim evde” sözleri döküldü.
Edward Debehar vatani görevini yaparken...
Memurlar, “Siz değil Frida Bey! asker kaçağı görünüyor” dediler. Şaşırma sırası bendeydi. Çünkü kızlar askere alınmıyordu. Neyse mevcutlu olarak karakola gittik. Allahtan babacan bir komiser vardı. Beni görünce gülmeye başladı. Nüfus memurunun azizliğine uğradığımızı söyledi. Odasına davet edip çay ısmarladı. Edward’a dönüp, “evladım sen bu hanım kız ile evlenmek için Çanakkale’ye gidip nüfus kütüğünde düzeltme yaptırman gerekiyor. Şu an resmi kayıtlarda erkek göründüğü için bunu düzeltmeniz lazım” tavsiyesinde bulundu...
Yaşadıkları acı olayların ardından yeniden doğup büyüdüğü Çanakkale’yi görmek Feride’de karmaşık duygular uyandırdı. Bir yandan o travmatik günleri hatırladı, diğer yandan dost akrabaları görme fırsatı çıktığı için sevindi. Üstelik sevdiği adamla, nişanlısı Edward’la gidecekti sevgili Çanakkale’sine…
Frida ve Edward Çanakkale'de mutluluk içinde...
O acı olayların ardından gittikleri Çanakkale’de güzel birkaç gün geçirdiler. O trajedinin ardından Çanakkale’ye geri dönen dayısının evinde kaldılar. Sevilen, nüfuz sahibi dayısın sayesinde iki günde kütük düzeldi. Erkek ibaresi kalktı, kadın yazıldı ve bu yeni nüfus kâğıdı sayesinde asker kaçağı durumu son buldu. Ve Feride ve Edward maceralı bir yolculuğun sonunda nihayet evlenebildiler…
Frida ve Edward aşkının fotoğrafı...
Genç çift, malum Varlık Vergisi vakasında tüm birikimlerini kaybettikleri için evliliklerinin ilk yıllarını Edward’ın anne ve babası ile aynı evde geçirdiler. Beyoğlu’nun dar sokaklarından Polonya sokakta bir apartmanın birinci katında idiler. Ben de o evde doğdum.
Aynı dairede Edward’ın kardeşi Jak, ablası ve eşi de yaşıyorlardı. Kayınpederin İstiklal Caddesinde bir terzi atölyesi vardı. Bu atölye o zamanın Vakko’su sayılan Mayer mağazasına çalışıyordu. O küçük dairenin tüm fertleri çalışıyor ve geniş aile bu sayede ayakta kalabiliyordu.
Kıtlık, yokluk yıllarıydı. Temel tüketim maddeleri karneyle dağıtılıyordu. Benim o zamandan kalan nüfus kağıdımda bile “ekmek verildi, şeker verildi” damgaları vardı.
Aile hep birlikte mesut bir şekilde yaşayıp tekrar toparlanıyorlardı ki aynı yıl içinde Edward’ın annesi ve askerlik arkadaşından tifus kapan küçük kardeşi vefat ettiler. Edward ve ailesi çok büyük bir acı içindeydi. Bu hüzünlü ortamda benim varlığım çok işe yaramış. Hiçbir şeyin farkında olmayan ben her akşam şov yaparak, dans ve şarkılarla neşe saçarmışım, onların üzüntülerini biraz olsun hafifletirmişim. Frida bana derdi ki “sen olmasaydın baban yaşayamazdı…”
Annem Frida-Feride, babam Edward ve aşklarının ilk meyvesi bendeniz İsak Nino...
Bu yazının da devamı gelecek elbet. Daha Burgaz Ada yıllarından yaşadıklarımız, 6-7 Eylül olayları var. Şimdilik annemin, Frida’nın hatırasına da saygıyla Atatürk’ün dediği gibi tüm dünyada muasır medeniyete ulaşan ülkeler arasında yerimizi almamızı dilerim.
Saygı ve sevgilerimle
Sevgili Nino Bizlere bir tarih yaşattın.Feridenin cenazesine katılma şerifine nail olduğum ićin kendimi bu tarihin ićinde hissettim.sevgiler