Adadaki iki taraf ve üç garantör güç olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'den oluşan kalabalık heyetler üç günlük iddialı bir Kıbrıs konferansı için Cenevre’de. Ne kayak zamanı ne de lüks lokantalarda keyifli anlar geçirebilmek mümkün. Zaten her heyet “otelden çıkmama” konusunda uyarıldılar. Malum, salgın tedbirleri.
Konferansın ev sahibi Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres temkinli. İlerleme olasılığı konusunda "gerçekçi" olduğunu söyledi. Genel sekreter, Rum ve Kıbrıs Türk partilerini, Kıbrıs diplomasisinde dört yıllık çıkmaza son vermek için planlanan ve üç gün doğrudan ve dolaylı müzakereler şeklinde yürütülmesi planlanan konferans sırasında, yaklaşımlarında "yaratıcı olmaya" çağırdı.
Söylemesi yapmaktan daha kolay. İki tarafın pozisyonu, hedefleri ve algıları arasındaki mesafe nasıl yakınlaştırılabilir? Üç günlük doğrudan ve dolaylı diplomasiden, "Hurrah, bu sefer yaptık. Ortaya koyduğumuz bir çerçeve üzerinde çözümün ayrıntıları üzerinde çalışmaya devam etmeyi kabul ettik?" açıklaması çıkar mı? Kimse o kadar nahif değildir herhalde.
Yaramaz bir okuyucu, bu yazara gönderdiği e-posta iletisinde şu yorumu yaptı:
"Cenevre egzersizi ne yazık ki ölü doğmuş bir bebek. Türkler ve Rumların hemfikir oldukları tek anlaşma, Kıbrıs konusunda kavram, bağlam veya çerçeve konusunda tümüyle anlaşmamak olabilir. Salgının hâkim olduğu iç sorunlardan birkaç gün kaçmaktan başka hangi amaca hizmet edecek onlarca Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum siyasetçinin bu Cenevre kaçamağı? Merak ettiğim şey, bu lüks Cenevre gezisinin masraflarını kim karşılıyor?"
Mektubu yazan bir Kıbrıslı Rum muydu, yoksa Rum takma adı kullanan bir Kıbrıslı Türk mü, fark edemedim. Ama, zaten bir şey de ifade etmez; ortak duygu bu.
Son günlerde telefonda konuştuğum Rum ve Kıbrıslı Türk dostların hepsi aynı görüşü paylaştı: Cenevre görüşmeleri herhangi bir sonuç getiremez çünkü iki tarafın tamamen farklı fikirleri, beklentileri, kırmızı çizgileri vardır. Tek fark, Türk tarafının uzun yıllardır ilk kez cesaretle ve resmi olarak farklı bir öneri ortaya koymaya karar vermiş olması. Kıbrıslı Rumlar adanın gücünü, egemenliğini ve kaynaklarını "eşit ortağı" Kıbrıslı Türklerle paylaşmaya hazır değilse, iki bölgeli ve iki toplumlu bir federasyon konuşmakta ısrar etmek, Kıbrıs sorununun devamında ısrar ediliyor demektir.
Aksine, adanın iki halkı iki devletli bir çözüm aramalıdır. Bu tam teşekküllü iki bağımsız devlet, taraflar AB’de iki Kıbrıs devletini kabul ederlerse, AB'de fiili bir federasyon veya merkezi hükümetin büyük ölçüde törensel görevi olan, iki konfedere devletinin neredeyse tam egemenliğe sahip olması koşuluyla, bir uluslararası kimlik ve temsile sahip iki devlet konfederasyonu olabilir.
Askerler, garanti sistemi, mülteciler, toprak konuları, mülkiyet ve diğer tüm sorunlar yoğun ve bütünlüklü pazarlık yoluyla çözülebilir. Açıkçası, AB üyesi bağımsız iki Kıbrıs ülkesi veya AB üyesi Kıbrıs Konfederasyonu seçenekleri tercih edilirse, Kıbrıs Türk halkının ve devletinin ekonomik, siyasi ve fiziksel güvenliği Türkiye’nin Kıbrıs ile sınırlı olarak AB üyesi ülke gibi haklara (Kısaca dört özgürlük – Malların serbest dolaşımı, sermayenin serbest dolaşımı, hizmet kurma ve sağlama özgürlüğü ve kişilerin serbest dolaşımı) sahip olmasıyla en iyi şekilde garanti edilebilir. Doğal olarak bu durum Türkiye AB ülkesi oluncaya kadar veya daimî delegasyon şeklinde, olmalıdır.
Kıbrıs Türk tutumu konjonktür açısından yeni olsa da gerçekten de tamamıyla yeni bir öneri değil. Kıbrıs görüşmelerinde “görüşürmüş gibi” yaparak AB üyeliğini ilerletmeye çalışan Rum liderliğinin tutumundan rahatsız olan rahmetli Başkan Rauf Denktaş 1990ların sonunda seslendirmişti ilk kez konfederasyon çözümünü. Dolayısıyla, iki devletli önerinin yeni bir şey olmadığını iddia eden Kıbrıs Türk solcu muhalefet gerçekten de haklıdır.
Yine de 1990'larda yapılan öneride AB üyeliği boyutu yoktu. Ancak şimdi söz konusu olan ya AB'de iki Kıbrıs devletinden oluşan fiili bir federasyon ya da iki konfedere devletten oluşan bir gevşek konfederasyonun AB içinde “tek temsil” ve “tek vatandaşlık” statüsüne sahip olması konusudur.
Kıbrıslı Rum lider Nikos Anastasiades, “altın pasaportlar” ve diğer “çıkar ilişkileri” ve tekrar seçilmeyi garantileme gibi politik gündemi nedeniyle çöken Crans Montana müzakere süreci sonrasında "ademi merkeziyetçi federasyon" fikrini ortaya atan kişi değil miydi? Bu fikri o kışkırttı. Ancak dönemin Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın tam bir teslimiyet siyaseti içerisinde, Kıbrıslı Rumların talep ettiği hemen hemen her şeyi kabul etmesine rağmen, anlaşmayı yıkan kimdi? Anastasiades… "Ademi merkeziyetçi federasyon" sözüyle Anastasiades cini şişeden çıkarttı.
Eğer yönetimi etkin temsili garanti edecek, politik eşitlik ve egemen eşitlik ilkeleri üzerine bir iki-bölgeli, iki-toplumlu federasyonu inşa etmeyi kabul etmiyor ise Rum liderliği, “ille de federasyon” ısrarı görüşmede çözümsüzlükte ısrar anlamındadır.
Soru... Başarısızlık garanti ise ve adadaki iki tarafın dev heyetlerinin yanı sıra garantörlerin temsilcileri, BM ve AB'nin yetkililerinin Cenevre gezisinin anlamı ne?
Sahi, masrafları kim ödeyecek?
Yorum Yazın