"Milyonlarca yıldır çiçeklerin dikenleri var ve milyonlarca yıldır koyunlar çiçekleri yiyorlar. Çiçeklerin hiçbir işlerine yaramayan dikenleri neden büyüttüklerini anlamaya çalışmak gereksiz bir şey mi? Evrende başka hiçbir gezegende yetişmediğini bildiğim bir çiçeğim varsa ve küçük bir koyun onu bir sabah, ben fark etmeden, tek bir ısırıkta yok ederse, bu önemsiz bir şey midir? Eğer bir insan milyonlarca yıldızın arasındaki tek bir gezegende yetişen bir çiçeği severse, bu onu mutlu etmeye yetecektir. Çünkü yıldızlara baktığında, 'Benim çiçeğim oralarda bir yerlerde' diyebilir".
Antoine de Saint - Exupery'nin unutulmaz eseri 'Küçük Prens'te, uzak, çok uzak bir yıldızdan dünyamıza düşmüş olan Küçük Prens böyle konuşur. Uçsuz bucaksız çölde uçağı arızalanmış pilota çiçeklerle ilgili bir soru sormuş ve pilot, "Benim şimdi çiçeklerden daha önemli işlerim var" deyince kızmış, üzülmüş ve böyle konuşmuştur.
Gerçekten de çiçekler önemlidir. Şehirlerde yaşayanların neonlarla aydınlatılmış bir çiçekçi dükkanının önünden geçerken fark etmediği o beyaz papatyalar, mor sümbüller, sarı laleler, ateş topu gibi kırmızı karanfiller, pembe güller, gerberalar, frezyalar, ada kokulu mimozalar önemlidir. Lale, nergis, fulya, hezaren çiçeği, ortanca, buhurumeryem, civan perçemi, hanımeli, inci çiçeği ve daha yüzlercesi de önemlidir.
Adı ne olursa olsun, nereden gelirse gelsin hepsi çiçektir ama hiçbiri birbirine benzemez. Adları adlarımız olmuş çiçekler, biz insanlar gibi rengârenktir ve başka başka dururlar, farklı farklı kokarlar. Aslında bütün bu güzelim çiçeklerin hepsinin insanoğlunun hayal aleminde yeri vardır. İnsan, bu güzellik karşısında o kadar şaşırmıştır ki, çiçeklere tanrısal anlamlar bile yüklemiştir.
Annelerimizin o eski İstanbul evlerinin bahçelerine diktiği ak zambağın Zeus'un çapkınlığı sonucunda doğduğunu bilir miydiniz? Zeus, Thebai Kralı'nın eşi Kraliçe Amphitron'a aşık olmuş. Kral bir askeri sefere çıkınca, Zeus da Kraliçeyle buluşmuş. Bu beraberlikten bir erkek çocuk doğmuş. Zeus da aynı zamanda kendi eşi de olan ana tanrıça Hera'nın çocuğu emzirmesini istemiş. Hera reddetmiş. Zeus da gece Hera uyurken çocuğu onun kucağına bırakmış. Kaç gündür aç olan çocuk öyle bir emmiş ki, sütler ağzından fışkırmış. Dünyamıza düşen süt damlaları da bildiğimiz ak zambaklar olmuş.
Bir başka mite göre de Ekho, yani 'yankı' bir zamanlar Anadolu kırlarında tek başına dolaşan bir kızcağızmış. Kalabalıktan çok korkar, yalnızlığa ise bayılırmış. Bir gün yine dağlarda tek başına dolaşırken, adı Narkissos olan bir avcıyla karşılaşmış ve bu yakışıklı gence o anda vurulmuş. Nedir, kendini beğenmiş genç bu aşka karşılık vermemiş. Yankı da hayata küsmüş, alıp başını gitmiş, sonsuzluklarda kaybolmuş. Dağların o gümbür gümbür yankısı da yitmiş tabii. Tabiat hepten susmuş, tek bir ses bile duyulmaz olmuş. Tanrılar Narkissos'u cezalandırmaya karar vermişler. Delikanlı bir gün su başında dinlenirken suda kendi yansımasını görmüş ve aşık olmuş. Bütün ömrünü kendi yüzüne hayran hayran bakarak geçirip, sonunda tatlı cana veda etmiş. Öldüğü yerde hemen bir çiçek çıkmış ve tıpkı Narkissos gibi, suya vuran aksini seyredermişçesine boynunu bükmüş. Narkissos'un adı da yuvarlana yuvarlana Nergis olup, dil güzelliğimize karışmış.
Çiçekler önemlidir. “Şarlo” Charlie Chaplin'in annesi, parasızlıktan ölmek üzere olduğu anlarda bile, asla bir penilik şebboy satın almadan eve gelmezmiş.
Gördüğünüz gibi, çiçekler önemlidir. Çiçekler, gitgide çirkinleşen dünyamızı güzelleştirdikleri için önemlidir. Bu alemde güllerin gizli tarihi vardır. Nergis'in, elinden düşürmediği zerrin kadehi ile kıyamete kadar sürecek sarhoşluğu vardır. Yani çiçekler vardır ve sevilirler.
Ne demişler, "Yapraklar üşüse de, çiçekler üşümesin"...
Yorum Yazın