“İşte hikâye-i ‘Cihangir kültür sanat lobisi’,
Kendi kendini ağırlamak ve övmektir hobisi…"
Geçen Perşembe yayınlanan yazımda, “medya mahallemizden” bahsederken lafın ucu Cihangir’e de dokunmuştu. Söyleyeceklerim lütfen yanlış yerlere çekilmesin. Eleştirmek istediğim “Cihangir kültür-sanat çevresi” kesinlikle değildir çünkü bir çevre olarak “Cihangir kültür-sanat çevresi”, Türk sanatına ve kültürüne yön tayin etmiş birçok sanatkârın dâhil olduğu bir topluluktur. Ehemmiyeti de büyüktür. “Cihangir kültür-sanat lobisi” şeklinde isimlendirilen takımsa ne yazık ki sanat yerine şahsa ve şahsî emellere hizmet gayesiyle hareket eden bir güruhtur. Diyeceklerim de onlar hakkındadır…
Eskiden basın faaliyetleri Babıâli çevresinde, sinema faaliyetleri de İstiklâl Caddesi’nden girilen küçük bir sokak olan Yeşilçam çevresinde yoğunlaşırdı. O Babıâli ki çiçek seçmekte kararsız bir âşığın sevgilisine aldığı çiçek buketi gibi, rengârenkti! Her fikirden, her fikirsizlikten, her türlü hayat tarzından yazarın, çizerin; her türlü okuyucuya hitap etmeye çalıştıkları bir nutuk kürsüsüydü. Sayın Safa Önal’dan dinlemiştim, Babıâli’deki Eren Han’ın alt katında Aziz Nesin o devamlı kapanan “Markopaşa-Malumpaşa” dergilerinden birini çıkarırken, üst katında Necip Fazıl Kısakürek “Büyük Doğu” dergisini, onun da üst katında Nurullah Barıman Türkçü-Turancı görüşteki bambaşka bir dergi çıkarırmış. Üstelik aynı zamanda! Hırgürsüz, saygılı… Gene “millî sinemacı” Yücel Çakmak’lıları, “toplumcu-gerçekçi” Yılmaz Güney’leri aynı anda istihdam eden bir Yeşilçam vardı ki o da en az Babıâli kadar çeşitliydi, farklıydı…
Şimdi çok renklilikten bahisle her fırsatta geçmişi yargılayıp mahkûm eden kültür-sanat lobisinin tek sesliliği olabilir mi halkı gittikçe kültür-sanattan koparan sebeplerden biri? Elbette günlük siyasî zemin, küreselleşmenin getirdiği değişim gibi onlarca faktör arasından cımbızla seçmiş gibi önünüze koyuyorum fakat bu da bir sebep değil midir?
Şimdi bir sanatçı düşününüz ki farklı görüşten bir meslek arkadaşına ödül verirken dahi konuşmasına tahammül edemiyor! Öbür yayınevi bizim görüşümüzle bağdaşmıyor diye başarısı aşikâr bir edibin kitabını basmıyor, kitabını bassa bile kendilerine aykırı söylemlerde bulunması hasebiyle onu yayınevinden kovuyor! Hani medeniyet, hani ilericilik, hani modernlik?
Şimdi kültür-sanat camiası bin parça! Muhafazakârları, “dışa kapalıları” Babıâli-Üsküdar çevresinde tutunmaya çalışırlarken kendilerini “dünya vatandaşı” olarak görenleri çoktan Şişli-Beyoğlu-Kadıköy üçgenini mesken tutmuş durumda. Hemen hepsinde de kayırmacılık, ötekileştirme var; ben-sen-o ayrımı var! Özgürlükçü-eşitlikçi görünenlerinde bile!
Cihangir kültür-sanat camiası, sayın Tuğrul Eryılmaz’ın tespitine göre “upper” ve “lower” yani “varlıklı” ve “orta-varlıklı” olmak üzere ikiye ayrılıyor. Varlıklı kesimin büyük kısmı zaten sokaklarda fazla görülmezler; bu kesim devamlı bir seyahat halinde yahut “işinde-gücünde”dir. “Orta-varlıklı” kesim hayatın daha içinde olduğundan esas üzerinde konuşulanları da bu “orta-varlıklı”lardır. Yayıncılık faaliyetini yürütenler de bunlardır. “Orta-varlıklılar”ın bir kısmı da kendi işinde gücünde iken diğer kısmı işlerimiz tıkırındadırlar. İşte “Cihangir kültür-sanat lobisi”ni vücuda getirenler bu tıkırcılardır. Şöyle okunan gazetelere bir göz ucuyla bakarsanız görürsünüz ki kültür-sanat namına neredeyse tüm haberler, tüm konuşulanlar, tüm “en iyiler” bu gruptandır. Geri kalanı konuşulmaya değmez, nazar-ı itibara alınmaz!
Muhakkak verdikleri haberlerin meyvesi olacak, gruplarına girmek için can atan gençler vardır ki, bu “orta-varlıklı”ların zaman geçirdikleri kafeteryalara idol aldıkları yazar-çizer takımını görmek için biteviye uğrar dururlar. Kendilerini olduğundan farklı göstermek için kılıktan kılığa girenlerinin de, olduğu gibi görünenlerinin de bu gruba alındıktan sonra bürünecekleri tip aynıdır: klasik bir “orta-varlıklı Cihangirli”! Taksim metro istasyonundan inip, bir taksi çevirip iki yüz adımlık Cihangir’e taksiyle inmenin varıp varabileceği en iyi sonuç budur…
Daha iyisini isteyenler zaten bu ve buna benzer lobilere girmezler; o çevrede de bulunurlar, diğer çevreleri de takip ederler ve nihayetinde kendi özümsemesini yapıp yolunu çizerler… Bu bir nevi dağınık kültür-sanat çevrelerinde Babıâli taktiği izlemektir. Babıâli’de yetişen o şimdi gıptayla baktığımız isimlerin ekserisi böyle yetişmiştir.
Siz bakmayınız bu takımın hazırladıkları listelere, en iyilere, harikalara ya da bendenizin söylediklerine, yazdıklarına… Bir “Çalıkuşu”, bir “Mai ve Siyah”, bir “Yalnızız”, bir “Kiralık Konak”, bir “Sinekli Bakkal”, bir “Üç İstanbul” yazan çıkabiliyor mu ona bakınız! Yahut gazete sayfalarından Falih Rıfkı Atay, Burhan Felek, Bedii Faik, Erdoğan Tokmakçıoğlu, Şinasi Nahit Berker gibi sivrilen kalemler fırlıyor mu ona bakınız! Baktıktan sonra düşününüz ve ister sözlerime katılınız, ister bu takımın yaptıklarına… Takdir şimdi ve her zaman siz kıymetli okuyucularındır!
Her haklıya hakkının teslim edildiği günleri görmek temennisiyle…
Yorum Yazın