Bir ülke, mutlak hâkim tek bir kişi tarafından, popüler tanımıyla “Patrimonyal Sultanizm”le değil de demokrasi ile yönetiliyorsa, cumhurbaşkanının görevi, çoğu halde semboliktir ve devleti temsil etmekle sınırlıdır. Demokrasilerde sayıları oldukça az olan, başkanlık ve yarı başkanlık sistemlerinde ise cumhurbaşkanı yürütmeyi temsil eder. Eder de bu sistemlerle yönetilen demokrasilerde öylesine güçlü bir kuvvetler ayrılığı ve denetim mekanizması (checks and balances) vardır ki, gerektiğinde başkanı doğduğuna bile pişman eder. Bunun geçmişteki örnekleri arasında ABD Başkanı Nixon, son örnekleri arasında da Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve yine bir ABD Başkanı, Trump var.
2017’den bugüne kadar “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denen “Patrimonyal Sultanizm” ile yönetilmeye çalışılan Türkiye’de, bırakın kuvvetler ayrılığının dengeleyici ve denetleyici sistemini, hiç bir denetime tabi olmayan, dahası, bütün yetkileri kendisinde toplayan ancak hiç bir sorumluluğu olmayan cumhurbaşkanı, tek ve mutlak hâkimdir. Canı ne istiyorsa yapar! Onu durduracak hiç bir kurum ve güç yoktur ama böyle bir sistemin demokrasiyle de ilgisi yoktur. Hep birlikte yaşayarak gördüğümüz gibi Türkiye’yi sekiz yıl gibi kısa sürede, her yönden batırmıştır ama şimdi ülkenin tek kurtuluş şansını oluşturabilir. Şaşırdınız değil mi? Anlatayım.
Türkiye’nin kısa sürede içte ve dışta 200 yıl geriye gitmesine neden olan gelişmeleri bir düşünelim.
Günlerdir tartıştığımız, Erdoğan’ın Anayasa’ya aykırı cumhurbaşkanı adaylığı; görevlerinden istifa etmeyen bakanların milletvekili adaylıklarının kabul edilmesi; iktidarın devlet olanaklarından yararlanarak yürüttüğü seçim etkinlikleri; seçim hileleri ve görevi bunları engellemek olan Yüksek Seçim Kurulu’nun aksine bunlara göz yumması, izin vermesi hatta belgeli iddialara bakılırsa, bizzat seçim/sayım ve sonuçların sisteme girilmesi manipülasyonlarının içinde yer alması; yargıyı perişan eden Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu; yargıçlar, savcılar; Sayıştay, Yargıtay, Danıştay; RTÜK, TRT, üniversite rektörleri, dekanlar; büyükelçiler; valiler, kaymakamlar; MİT; her düzeyde ve görevde kolluk kuvvetleri görevlileri ve akınıza gelebilecek, TÜİK dâhil her devlet kurumunun üst düzey bürokratları; Merkez Bankası Başkanı ve daha niceleri. Say say bitmez. Türkiye Cumhuriyeti, bu kurumlar ve daha niceleri, AKP ve Erdoğan yönetimi tarafından yozlaştırıldığı için bugünlere geldi. Dünyada parmakla gösterilen Türk diplomasisi ve Türk Silahlı Kuvvetleri de yine AKP ve Erdoğan’ın planlı müdahaleleri sonucunda böylesine güç ve itibar yitirdi.
“Sadede gel, bunları biliyoruz” diyorsunuz değil mi? Geliyorum.
Atatürk’ün, emperyalizme teslim ve onu oyuncağı olmuş bir saltanatın sultasından kurtardığı, ulusun egemenliğini hâkim kıldığı Türkiye Cumhuriyeti’ni yeniden kurmak ve rayına oturtmak istiyorsak, bu kurumların hepsinin değişmesi gerek. Hem de hiç zaman yitirmeden. Devletin çökmesine neden olan bütün bu kurumlara liyakatsiz atamaları, bugünkü sistemde tek başına cumhurbaşkanı yaptı ve yapıyor. 28 Mayıs’ta seçimi Erdoğan kazanırsa bunların hiç birisi değişmeyecek hatta daha da kötüye gidecek. Tek başına bu gerçek bile, seçimi Kılıçdaroğlu’nun kazanması için fazlasıyla yeterli ve güçlü bir gerekçedir.
Kılıçdaroğlu kazanırsa, ülkeyi ve hepimizi boğan, geleceğimizi karartan, gençlerimizi umutsuzluğa iten, ekonomiden spora, günlük yaşama, özel yaşamımıza kadar her alanı olumsuz etkileyen, yaşam sevincimizi ve hevesimizi yitirmemize yol açan bu bozulma, çözülme ve çürüme, cumhurbaşkanı kararnameleri ile akıl almayacak kadar kısa sürede durdurulabilecek ve tersine çevrilebilecektir. Ve çelişki gibi görünse de bugünkü çarpık sistem bunu yapabilmenin tek aracıdır.
28 Mayıs referandumunu kazanmak için başka hiç bir gerekçe aramanın anlamı yoktur. Devleti, kurumları düzelterek yeniden kurmanın ve bugün şikâyetçi olduğumuz sorunların neredeyse tamamından bir çırpıda kurtulmanın tek yolu bu seçimi kazanmaktır.
İşte yukarıda, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi veya Patrimonyal Sultanizm Türkiye’yi sekiz yıl gibi kısa sürede, her yönden batırmıştır ama şimdi ülkenin tek kurtuluş şansını oluşturabilir.” derken bunu kastetmiştim. Bazen birinin, kendi yararına olacağını ve olduğunu düşünerek attığı bir adım, o kişinin sonunu getirir ve o açmazdan çıkmanın, kötü durumdan kurtulmanın tek yolu oluverir. Yaşam sürprizlerle doludur.
Türkiye, Erdoğan tarafından getirilen “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin yarattığı bu fırsattan mutlaka yararlanmalı ve son şansını iyi kullanmalıdır. Hiç kuşkum yok, kullanacaktır da. Vatana ihanet hiçbir Türk’ün kaldıramayacağı kadar ağır bir vicdan sorumluluğudur.
Yorum Yazın