Geçtiğimiz haftanın son günü Cumhuriyet’imizin doksan sekizinci yaş günüydü. Demek oluyor ki Cumhuriyet’imiz bu coğrafyada hâlâ dipdiri duran doksan sekiz senelik bir gençtir! Varlığı daim olsun!
Merakım; yüzüncü yıldönümüne iki kala, Cumhuriyet’in yüzüne hangi yüzle bakacağımızdır!?
Her sene bir ya da birkaç defa ülkemizdeki en büyük meselenin ne olduğu üzerine bir anket yapılır. Verilen cevaplar çoğunlukla birbirinin aynıdır: İşsizlik, ekonomik kriz, pahalılık… Bu başı tutan cevaplara “Arap Baharı”nın karakışı sebebiyle mülteciler; sağ olmasın Covid-19 virüsü yüzünden de “pandemi” ilave edildi fakat hâlâ beklediğimiz o kelime çıkmıyor dudaklardan…
Aslında temeline inildiği takdirde tüm yukarıdaki meselelerin sebebi olan kelimedir bu… İşsizliği tetikleyen de odur, salgını bitirmeyen de, çevre sorunlarının artmasına meydan veren de…
Ne midir bu kelime?
EĞİTİM; memleketimizdeki haliyle cehalet!
Cumhuriyet’i bizlere armağan eden Atatürk’ümüzün, “En önemli ve verimli vazifelerimiz milli eğitim işleridir. Milli eğitim işlerinde kesinlikle zafere ulaşmak lazımdır. Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak bu şekilde olur.”, diyerek önemine işaret ettiği eğitim…
* * *
Eğitim, Cumhuriyet’le beraber büyük atılımlara şahitlik eden bir saha olmuştur. Atatürk’ün ve İsmet Paşa’nın devirlerinde hatasıyla-sevabıyla büyük hamleler yapılmıştır. Sırf Halkevleri, Köy Enstitüleri ve Yüksek Muallim Mektepleri yeter… Muallim mektebi ya! Sırf iyi öğrenci yetiştirebilmek için; öğretmen hazırlayan kurum! Malumunuz Fransa’nın en kıymetli, dünyanın da önde gelen eğitim kurumlarından “École Normale Supérieure” de temelde bir öğretmen okuludur.
Biz ne yaptık peki? Öğretmen okullarından günümüze kalan zerreler olan “Anadolu Öğretmen Liseleri”ni kapattık; düz lise yahut imam-hatip lisesi yaptık!
Bu ilk değil tabii ki… Vaktiyle komünist yuvasıdır diye Köy Enstitüleri ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin evidir diye de Halkevleri kapatılmıştı. Olan kime oldu? Yine memleketimize… Köy Enstitüsüz kalınca ülke Fakir Baykurt, Mahmut Makal yerine yetişebilecek yazarlarından oldu; Halkevsiz kalınca Muzaffer Hepgüler, Aziz Basmacı, Tevhid Bilge, Kenan Büke gibi sahneyi ve perdeyi dolduracak sanatkârlarından…
Bırakınız okulları, okullara girmek için yapılan sınavlarda bile kararı tutturamadık… Bir zamanlar ÖSYS var idi, peşinden ÖSS geldi; yetmedi YGS ve LYS türedi… Şimdi de YKS, TYT-AYT-YDT var… Durmak yok alfabede harf bitene kadar devam!...
Böyle bozuk bir sistem inşa etmişiz ve güya ismine “eğitim sistemi” demişiz, Millî Eğitim Bakanlığı’nın emrine vermişiz. Esasen ülkemizde “eğitim sistemi” dediğimiz mevzu, biyoloji müfredatına konulmalı; “eğitimi sindirim sistemi” başlığı altında öğrencilerimize okutulmalı… İlla ki ezberletilmeli…
* * *
Bizde tâ medrese devrinden beri eğitim sistemi dört aşamadan ibaretti: diz çök – sus - dinle ve ezberle! Üzülerek söylüyorum ki bu dört aşamalı sisteme getirdiğimiz tek yenilik okullara sıra koyarak öğrencilerimizi diz çökmekten kurtarmak oldu… En azından okul sınırları içerisinde çünkü mezun olduktan sonraki hayat şartları karşısında ayakta duranına rastlamamız zor!
Ya Atatürk’ün ve Cumhuriyet’in yaptığı atılımlar? Onlar da birer-ikişer terk edildi… Ama gizli, ama aşikâr… Cumhuriyet gibi bir altın kapıdan girdikten sonra dahi dönüp, dolaşıp medrese mezbeleliğine vardık…
Cumhuriyet sayesinde imtiyaz, sınıf fark etmeksizin düşünen, hayal kuran, daha iyiyi arzulayan gençler yetişti… Ne yazık ki birçoğunun hepimizi aydınlatacak parlak fikirleri “eğitim sistemsizliğimiz” yüzünden sönüp gitti… Bu utanç bile Cumhuriyet karşısında mahcup olmamız için yeter de artar…
Cumhuriyet hakkında söylenecek daha çok şey var; peki ya eğitim sistemi hakkında?
Evet, fazla söze ne hâcet… Bizde eğitim sistemi bir kâtildir. Hem de milyonlarca gencin hayallerini, umutlarını ve beklentilerini gözünü kırpmadan öldüren bir seri kâtil!..
Zevkle okuduğum bir yazı oldu. Erdem ne güzel anlatmış.