Giriş
Kısaca hatırlayalım, Kürt meselesi AKP iktidarları döneminde birçok farklı isimle uzun süre gündemi işgal etmişti. Açılım Süreci, Oslo Süreci, Çözüm Süreci, Milli Birlik Projesi, Çözüm ve Müzakere Süreci bunlardan sadece birkaçıdır. Yalnız adlarıyla değil uygulamalarıyla da zikzaklı bir seyir izledi bu süreç. Sonradan anlaşıldı ki sürecin böyle olmasında en büyük amaç seçim ve oy hesaplarıymış.. Bir siyasi parti için bir çok işte belki bu anlaşılır bir durumdur, ancak sözkonusu olan ulusal bir mesleyse, bu meslenin çözümü birilerinin siyasi ikbalinden daha önemli olsa gerektir; o taktirde böyle davranmak anlaşılır olmadığı gibi ülkeye bir çok bakımdan pahalıya mal olan bir durumdur.
Hatırlanacağı üzere her seçim öncesi silahlar susturulur, çözüm ve barış vaatleri yükselir, seçim bittikten sonra vaatler bir kenara atılır, çatışma başlar, kan ve gözyaşı akmaya devam eder, bir dahaki seçime kadar bu böyle sürer gider maalesef..! Olan o arada yoksul halk çocuklarına olur. Bu tabloyu (ya da bu filmi demeliyim artık) nerdeyse kanıksadık artık!
Neden Çözmüyorlar?
Çünkü bu sorundan besleniyorlar. O yüzden çözüme dair niyetlerini de samimeyetle söylenmiyor, aksine gizliyorlar. Bu meselede niyet önemli; çünkü niyet, yapmanın yarsıdır. Ne varki niyet sözkonusu olduğunda aynı şeyi çatışan taraflar için söylemek güç. Görünen o ki AKP’nın uzunca iktidarında gerçek niyeti çözüm olsaydı, çözerdi; gerçek niyeti çözüm olmadığı için, çözüyormuş gibi yapıp meseleyi hep sürüncemede bıraktı, seçim başarıları için kullandı. Nitekim bu sorunu çözmeye niyeti olan için yirmi yıl hiç de kısa bir süre değil. Üstelik bu kadar güçlü ve hegemonken.
Ortaklık Neden Bozuldu?
İşin diğer boyutuna, yani darbe girişimi nedeniyle FETÖ denilen parelel devlet yapılanmasının Kürt Meselesinin çözümündeki rolüne gelince.. Bu örgütün sorunun çözümüne hep engel olduğu, engellediği bilinen bir gerçek. Ancak devlete sızdığı ve orada örgütlendiği yolundaki söylemler gerçeği tam yansıtmıyor. Çünkü bu konuda olan Fetö mensuplarının sızması değil, onların devlete ve kurumlarına yerleşmesidir/yerleştirilmesidir. Cemaat henüz örgüt olarak kodlanmamışken, önü iktidar tarafından açılmış, mensupları bizattihi iktidar tarafından devletin önemli kurumlarına yerleştirilmiş, tain ve terfileri bilerek ve isteyerek yapılmıştır. Aynı şekilde onlara ait kurumlar da AKP iktidarında ortaklık bozulmadan evvel korunmuş ve kollanmıştır. Bu ikinci gerçeği de kabul etmemiz lazım. Bunun için arşivlere bir göz atmak yeterlidir. Hatta insanlar hükümette yer tutmak, bürokraside yükselmek için cemaati referans göstermiştir. Ancak cemaat adı altında yıllarca devletin içinde ve dışında gizilden gizleye örgütlenmişlerdir.
Nihayetinde bu örgüt o kadar güçlenmiş ki, bulunduğu konumla yetinmemiş iktidara ortak olmak istemiş, işte bu noktada çıkar çatışması nedeniyle, iktidar ile cemaatin aralarında ihtilaf çıkmış, bu ihtilaf çekişme ve çatışmalarla sürüp darbe teşebbüsüne kadar gelmiştir. Canalıcı ve ürkütücü bir soru da şudur: Bu karşılıklı ilişki sürseydi, 17-25 Aralık yolsuzlukları ifşa edilecek miydi, bürokrasiye yerleşmiş FETÖ’cular temizleme operasyonu olacak mıydı, yoksa ülkeyi birlikte kendi meşreplerince “güzel, güzel” yönetecekler miydi???. Nitekim 17-25 Aralığın milad kabul edilmesi manidar değil mi?. Peki sormak lazım; 17-25 Aralıktan önce bu örgüt pürü pakmıydı? Nitekim biz baştan beri bu örgütün ülke için tehlikeli bir örgütleme ve gidişatın içinde olduğunu söylediğimizde ilk itiraz AKP’lilerden geliyordu.. Herhalde bunu da inkar edecek değiller, bunun binlerce kanıtı var ortada.. O zaman darbe teşebbüsünün yıldönümünde özeleştiri ve hesap vermeye iktidar partisi kendinden başlarsa hem adaletin tecellisine yardımcı olur hem de bu babda örnek teşkil eder.
Darbe Girişimi ve Sonrasının Getirdikleri
AKP, iktidara gelirken değiştiğini iddia etmiş, çoğulcu ve katılımcı yönetim anlayışını öne çıkararak içerde ve dışarda bir çok mütefik edinmişti. 2010 refrandumu ve 2011 seçimleri sonrası elde ettiği sonuçlarla, Arap Baharının ve İhvan’ın estirdiği siyasi islam rüzgarıyla adeta bir güç zehirlenmesine uğrayarak strateji değişikliğine giderek siyasi islama yöneldi. İçinde tek adam yönetimini de barındıran bu yeni atraksiyon, ümmete dayalı Neo Osmanlıcı uygulamaları tetikledi, o da içerdeki ve dışardaki mütefiklerinin birer birer ondan ayrılmasına yolaçtı.
AKP o kadar çok güçlenmişti ki bu kayıpları pek önemsemedi, aksine tek başına her istediğini yapan bir konuma eriştiği için memnun bile olmuştu. Gezide liberalleri, Robsoki Katliamı ve Kobani söylemi ile Kürtleri kaybetti. (Ne garip ki şimdilerde yeni müteffikleri dünün Ergenekoncu deyip içeri attıkları Perinçek gibi kişiler.) FETÖ dedikleri yapıyla araları ilk kez 7 şubatta MİT başkanının ifadeye çağrılmasıyla başladı. İktidar, karşı hamle olarak MİT Başkanını ifadeye göndermediği gibi kurumun konumunda değişikliğe giderek bu teşkilata özel bir statü biçti ve arkasından FETÖ’nün can damarı sayılan dershanelere yöneldi.
Dershanelerin kapatılması bu yapıya iki darbe vurdu: Bir yandan para menbaını keserken öbür yandan eğitim yoluyla devleti ele geçirme projesini büyük ölçüde sekteye uğrattı. Çünkü eğitimi denetleyen ülkenin geleceğini denetlerdi. Fetullahçı yapının, devlet kurumlarında geldiği noktanın eğitim kisvesi altındaki çalışma ve örgütlemeden kaynaklı olduğu aşikar. Daha masum ve daha etkili bir yöntem bulunamazdı, onlar bunu bulmuş uygulamış, hükümetlerin de desteğiyle bu seviyeye gelmişti. İktidarın “dershane hamlesine” FETÖ “17-25 Aralık” hamlesiyle cevap verdi. Bunun üzerine iktidar yargı ve emniyetteki fetöcülerı temizlemeye başladı. İktidar yargı ve emniyet operasyonlarıyla cemaate karşılık verince FETÖ’cular birçok noktası henüz tam aydınlatılmamış 15 Temmuz Darbe girişimini yaptı. Bu darbe bazı TV’lerin duruşu ve halkın desteğiyle püskürtüldü, sonrasında yüzbinlere varan bir temizlik harketiyle iktidarın hamlesi geldi ve bu hala sürüyör.
17.756 kişi göz altına alındı; 10.192 kişi tutuklandı; 76.597 kişi açığa alındı; 4897 kişi memuriyetten çıkarıldı, 5342 akademisyen üniversitelerden uzaklaştırıldı. Ayrıca 1934 okul, 1125 dernek , 35 sağlık kurumu, 15 üniversite, 45 gazete, 23 radyo , 16 televizyon 19 sendika, 29 yayınevi ve dağıtım evi , 104 vakıf kapatıldı. Sonrasını ise hepbirlikte bekleyip göreceğiz.. Bunların ne kadarı darbeye karışmış veya destek vermiş, ne kadarı değil başta muhalefet partilerinin denetimi olmak üzere ancak tarafsız ve bağımsız bir yargı ve yargılamayla ortaya çıkabilir!
Darbenin Panzehiri Demokrasidir
Belirtmek gerekir ki; en kötü demokrasi bile darbeden bin kez daha iyidir ve kategorik olarak darbeye karşı olmak demokrat olmanın gereğidir. Fakat hiç bir askeri darbe sivil darbenin gerekçesi yapılamaz ve hiç bir askeri kalkışma sivil baskıları meşru kıl(a)maz. Madem darbenin panzehiri demokrasidir o zaman demokrasiyi güçlendirmemiz, üstünlerin hukukunu bir kenra bırakıp, hukukun üstünlüğünü korumamız lazım. Çünkü kuvvet hak değildir, kuvvetli olanın her yaptığı da mübah değildir. Aksine hak, kuvvettir ve öyle de olmalıdır. Kuvvete dayanmayan adalet nasıl acizse, adalete dayanmayan kuvvet de kendini zalim olmaktan kurtaramaz. Bu böyle yapılırsa Türkiye kazançlı çıkar. Yoksa bir siyasi parti bu süreçten kendini kazançlı çıkarmaya çalışırsa o vakit ülke kaybeder. İşte bu noktada muhalefet partilerinin denetimine hukukun üstünlüğün sadece sözde değil, pratikte uygulanmasını da takip etmelerine çok büyük ihtiyaç vardır. Çünkü birgün herkese lazım olacak tek şey hukuktur.
AKP İktidarı ve Geçiştirilen Kürt Meselesi
Buradan Kürt meselesine gelirsek; AKP ve Erdoğan darbe teşebüsü sonrası HDP’yi dışlayarak MHP ile adeta kutsal bir itifak kurdu. Öncelikle bu sorunun açıklığa kavuşturulması lazım. Kanımca iki nedeni var bunun: Birincisi, bazı liderler iç ve dış düşmanlar yaratmadan (ayakta) duramazlar. Herkesle birlik olasa kime saldıracak, kiminle öfkeli ve kibirli bir biçimde kavga ederek, taraftarlarını tahkim edecek?
İktidarın son yıllardaki uygulamaları ve politikaları ayrımcılık ve dışlama getirdi. Kürtler kendilerinin dışlandıkları algısına kapılmış bile... Bu hem aidiyet duygugularını hem de olası bir çözüm ve barış sürecini olumsuz etkileyen bir unsur olarak işlev görecektir. Ayrıca Olağanüstü Hal ilan edildi. KHK’lerle ülkeyi istediği gibi yönetirken muhalefeti de buna ortak etmek başta muhalefet olmak üzere hiçkimseye yarar getirmeyecektir.
Kaldı ki sadece içle yitinilmiyor dış düşman da üretiliyor.. Şimdilik PYD-YPG yeterince dış düşman yerini kamuoyu nezdinde doldurmuyor. Bu misyon dünkü dost ve müttefik Gülene ait. Dün Esed idi, şimdi dikkat ederseniz Esad yok, bu gün FETÖ var. O yüzden Gülen’i ABD verse bile onlar almaya ne kadar istekli acaba? Çünkü bugün toplum nezdinde de taşlamak için şeytanlaştırılmış bir figüre ihtiyaç var..
Barış İçin Müzakere Şart
Üç yıl önce şöyle yazmıştık. “AKP hükümeti, Gülen Örgütünü ve cemaatini iyice dağıtıp kendini güvenceye aldıktan sonra HDP’ye yönelecek gibi duruyor. Bu arada şimdi PKK ile süren çatışmalar daha da boyutlanabilir. Böyle bir gidişat hayra alamet değil. Yanılmayı çok isterim ama böyle giderse bu durum ekonomiyi de olumsuz etkileyecektir” demişiz. Nitekim öyle de oldu. Dün bu sorun güvenlik politikalarıyla çözülemez diyenler bugün ne yazık aynı yola girdiler. İç çatışmaların içine savrulmuş bir kaos ortamı sadece Kürtlere yeni bir eziyet kapısı açmakla kalmayacak ekonomiden dış politikaya kadar Türkiye’yi sarsacaktır. Bu da Türkiye’yi sadece dış dünyadan daha da tecrit etmekle kalmayacak aynı zamanda yeni darbe dinamiklerini de harekete geçirecektir. O nedenle bu tür işler çocuk oyuncağı değil deneme yanılma ile ilerlenecek bir durum da değil, yol yakınken bundan dönülmelidir. Diyalog ve müzakereye dönülmelidir. PKK derhal silahı bırakmalı, devlet de oprasyonları durdurarak müzakere masasına geri dönmelidir. Herkesin hayrına olan budur.
Darbe Grişimi Demokrasinin Manivelası Yapılmalı
Diğer bir husus da şudur. AKP Hükümeti kendisinin de dediği gibi bu darbe teşebüsünü kendisi için bir lütfa çevirmenin peşinde. “Darbe gerekçesiyle sadece FETÖ’yu temizleyip, muhalifleri tasviye etmekle kalmayacak Yüksekova, Şırnak, Nusaybin, Cizre, Sur, Silvan vb yerlerdeki yıkımları, kıyımları; Roboski katliamını; Rus uçağını; Hrant Dink cinayetini de FETÖ’ya yıkarak kendilerini temize çıkaracaklardır”, demiştik ne yazık ki öyle oldu. Elbette yapan cezasını çekmeli; zaten demokratik bir cumhuriyeti otokratik olandan ayıran en önemli özellik hesap verebilirliktir. Herkes hesabını vermeli.. Fakat madem darbe sonrası ılımlı bir ortam doğdu, o zaman ülkenin en temel sorunun çözümü için bu ortam neden kullanılmıyor, neden bu sorun sanki hiç yokmuş gibi davranılıyor?.
Aslında yukarıda belirtildiği gibi, AKP hükümetleri hiçbir zaman samimi bir biçimde Kürt meselesini çözmeye çalışmadı. Adını koydu, çözüyormuş gibi yaptı, ama çözmedi.. İsteseydi pekala çözebilirdi. Çözmedi çünkü bu sorunu hem içerde hem dışarda kullandı. Sorunun muallakta kalmasından beslendi.. (Şurası muhakkak ki bir sorundan beslenenenler o sorunu çöz(e)mezler.) Nitekim her seçim dönemiminde çözüme yönelik beklentiler yaratarak bölgeden en yüksek oyu aldı, iktidarını sürdürdü.
Sivil ve Siyasi Çözümden Başka Çare Yok
AKP bu süreçte elinde tuttuğu devlet olanakları ve ulaştığı güç sayesinde bir büyük algı yaratma organizasyonuna dönüştü. İşine geldiğinde Kürt sorunu ve çözüm dedi, işine gelmediği zaman Kürt sorunu yok dedi. Barışı zehirleyen savaş diline sarıldı. Kimsenin böyle bir talebi yokken bölünme paranoyasını işletti. Yandaş medya bu doğrultuda gerçekleri çarpıttı., büyük çoğunluğun empati yapmasını engelledi ve buraya kadar geldik.
FETÖ Kürt sorununun çözümünü engelliyordu, diyorlar. Peki artık FETÖ da yok, çözün artık bu sorunu da görelim.. Gene “...mış gibi” yapmaya devam mi edecekler, yoksa gerçekten çözüme yönelerek Türkiye’nin önünü mü açacaklar? Hep birlikte izleyip göreceğiz......
Yorum Yazın