2000’li yılların hemen başı, ATAUM’da ders veriyorum. (ATAUM ya da Avrupa Toplulukları Araştırma Uygulama Merkezi’nin adı nedense hiç değişmedi. Kurulduğu sırada Avrupa Toplulukları’nın (AT) maddi katkılarıyla kurulan merkez Türkiye’deki AB uzmanlarının yetişmesinde ciddi katkılar sunmuş, bu alandaki bilgilerin paylaşımına önderlik etmiştir. AT 1993’de AB’ye dönüşse de ATAUM ABAUM’a evrilmedi.)
O günün ders konusu 70’li yıllar ve Türkiye AT ilişkileri. Anlattığım kısaca Türkiye’deki devlet politikaları ile hükümet olmaya aday parti politikalarının özellikle AT konusunda örtüşmediği. Devlet 12 Eylül 1963 Ankara Anlaşması ile tam üyelik için yola çıkmış olsa da, Türkiye’yi yönetmeye aday bütün siyasi partilerin ortak paydası AT karşıtlığıydı demiştim diye hatırlıyorum. CHP’nin o dönemdeki sloganı: “onlar ortak biz Pazar!”, MHP’nin bakış açısı: “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok!”, MSP’ye göre: “onlar Hıristiyan biz Müslüman!”
Sanki bütün bu görünümde tek AT yolunu destekleyen Demirel’in Adalet Partisi gibi gözüküyordu. Bu yanlış bakışı eleştirmek için de uzunca bir anlatım yapmıştım diye hatırlıyorum.
“1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nın sonrasında Yunanistan’da yıkılan Albaylar Cuntası’nın yerine geçen Karamanlis hükümetinin tek hedefi AT’ye tam üye olmaktı. O sıralarda AT içinde çok kuvvetli olan Fransa’nın Cumhurbaşkanı Valery Giscard d’Estaing diğer AT ülkeleri desteklemese de bu üyeliği destekliyor, o günün AT içindeki güçler dağılımı içinde Yunanistan adım adım tam üyeliğe doğru gidiyordu.
Bu görünüm altında Türkiye’ye iki önemli adam üst düzey temaslarda bulunmak üzere geldi. Bir tanesi AT’nin başlangıç serüveninden beri şimdiki adıyla Avrupa Komisyonu’nun Genel sekreteri olan Emile Noel, ikincisi ise Belçika Başbakanı Leo Tindemans.
Noel İzmir doğumlu Levanten bir ailenin çocuğuydu ve gerçek bir Türkiye dostuydu. Tindemans ise meşhur çok vitesli Avrupa teorisinin yapıcısıydı.
Ecevit’in Başbakanlığı sırasında Ankara’ya geldiklerinde: “Yunanistan tam üyelik başvurusu yaptı, siz de başvurun” önerisinde bulunmuşlardı. Rahmetli Ecevit, biraz da “onlar ortak, biz pazar” sloganının etkisinde olsa gerek, öneriyi reddetmiş, Türkiye’nin o sıralardaki mali güçlüklerine dikkat çekerek tam üyelik yerine mali destek talebinde bulunmuştu.”
Hikayenin bu kısmı o dönemlerde çokça telaffuz edilen bölümüydü. Gelelim Demirel’in AP’sine. Kurulan Milliyetçi Cephe (MC) hükümetinin (AP+MSP+MHP) Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen’di. Erkmen’de Türkiye’nin derhal tam üyelik başvurusu yapması gereğine inanıyordu. Bir gecede hakkında gensoru açıldı ve dışişleri bakanlığından düşürüldü. Diğer ifadesi ile Demirel kendi Dışişleri Bakanı’na sahip çıkamamıştı. Demirel’in AP’sini o günlerde destekleyen iş çevrelerinin özellikle gümrük birliğinden çekindikleri ve biz daha bebek sanayiiyiz, bu serüven bizi yok eder endişeleri de bir diğer gerçektir.
Meslek hayatımın ilk yıllarında gerek Noel, gerekse Tindemans ile tanışma ve sohbet etme imkanım oldu. İkisinin de toprağı bol olsun. İkisine de sorduğum soru aynıydı: “Türkiye’ye tam üyelik önerirken samimi miydiniz?” İkisinin de verdiği cevap üç aşağı beş yukarı aynıydı: “yok canım, biz Türkiye’yi bahane göstererek Yunanistan’ın önünü kesmeye çalışıyorduk!” Noel ve Tindemans’ın önerisi doğrultusunda 70’li yılların sonlarında ıskalanan tam üyelik başvurusunun sonuçlarını günümüzde hala yaşamaya devam ediyoruz. Yanlış hatırlamıyorsam Yunanistan başvurusunun hemen ardından o günün adı ile AET Konseyi’nin aldığı 1/77 sayılı karar, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ikili sorunların AET’yi bağlamayacağı mealindedir. Ancak Yunanistan tam üye olduğu 1 Ocak 1980’den bu yana Türkiye ile olan ikili sorunlarını Türkiye AB ikili sorunları haline getirmeyi hedef olarak koymuş ve başarmıştır.
Benim derse geri dönersek. Sabah 9’da başlayan dersim 12’de bitti. Aynı salonda saat 14’de Demirel’in konuşması vardı. İlk cümlelerinden birisi gözlerimin içine bakarak: “Erkmen’i yeterince savunamadığımı söylemişsin, sen o sıralarda benim ne halde olduğumu biliyor muydun kaadişim!” oldu. Anlaşılan “Baba” benim derse kendi adamını yollamış, aldırdığı notlardan yola çıkıp, haddimi bildirmişti. Demirel olsun, Ecevit olsun büyük adamlardı. Her ikisini de rahmetle anıyorum. Ama ne yazık ki iç politika çekişmeleri dış politikanın önüne geçtiğinde geride kalan miras iç açıcı olmuyor ve sonraki nesillerin yapılan hataların sonuçlarına katlanmasına yol açıyor.
Umarım içinden geçtiğimiz bu kaotik günlerde iç politikaya bağlı dış politika üretme sevdasından vaz geçer, aklın ve bilimin yol göstericiliğinde bizden sonraki nesillere umutlu bir gelecek teslim ederiz.
Yorum Yazın