“Dünyada her şey kadının eseridir”
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Kurtuluş Savaşı’mızda en büyük mücadeleyi kadınlarımız vermiştir. Eri öldü, dememiş, çocukları gitti, dememiş, varı ile yoğu ile dişiyle tırnağıyla yürümüştür, düşman üstüne. Kimseden icazette beklemeden yapmıştır, âşıktır vatanına, namusudur vatanı.
Kendi çocuklarını bilmiştir, tüm bu ülke topraklarında büyüyen ve büyüyecek olan çocukları…
Yeni doğum yapmış, göğsü kanayan Nene Hatunlar, Şerife Bacılar, Asker Saimeler, Gördesli Makbuleler ve nice isimsiz kadın kahramanlar…
Yunan askeri, erlerimize ekmek yapıyor diye yakarken kadınlarımızı, sizin ecdadınız nerede ise ve hala nasıl kulaklarınızı kapıyor ama ağzınızı sonuna kadar hala açabiliyorsanız, işte oradasınız ve tam o noktadan yayın yapıyorsunuz. Orası kapkara, yayın flu ve gelmiyor! Biz duymuyoruz sizi ve sizin batılınızı, kararmış beyin hücrelerinizi.
Biz ki Kara Fatmaların torunuyuz! Yürüyerek de gideriz; siz araba istersiniz!
Sizin gözleriniz hiç doymaz! Siz sürekli üretmeyen ve tüketensiniz, çünkü! Arada bukalemun gibi fırıldaklık da yaparsınız, iyi biliriz.
O Kara Fatma ki “Biz, kendi evlatlarımızdan vazgeçtik, sizinkiler yaşasın diye!..” söyler, geleceğe miras bırakır.
Siz ki, ağzınızdan fışkıra fışkıra, “O parmağı, işaret parmağı yap!” diyerek, doğrudan önce bir ülkenin voleybolcu milli kaptanını, bir ülkenin başarısını, bir ülkenin kadınlarını aşağılıyorsunuz. Bırakın aşağılamayı, hedef gösteriyorsunuz!
Siz ki, o parmak farkı inceliğini görebilecek kadar akıl ve göze sahipseniz, maden faciasından acıya gark olmuş vatandaşa basın danışmanı tarafından uçan tekme atılırken neredeydiniz?
Söyleyelim; işte aynı karanlık ve puslu noktadaydınız! Gıdım, milim ilerleme yok! Sizin saz heyetinizin şarkıları artık hiç tutulmuyor! Dünya başka yerde. Dünya bir tek lider tanıyor ve o da Eda Kaptan’ın yüreğinden asilce kopan tıpkı Atası gibi “Ordular, ilk hedefiniz Akdenizdir! İleri…” dercesine bir çağlama.
Anlayan anladı, nereye yorumlarsak güzel yüreklerimizden yorumlarız ama hiçbir zaman parmak hesabı yapmayız. Çünkü bizler geometri kitabı yazan bir Ata’nın evlatlarıyız!
Kültür ve Medeniyet Kılavuzu yazan bir dehanın. Dünyanın yeryüzüne gelmiş, geçmiş en büyük lider olarak kabul ettiği bir varlığın, insanın ve adamın ecdadıyız. Bizim yeminimiz var ama sizin neleriniz var? Her gün maşallah döktürüyorsunuz!..
Yeter ki bir yerde sevgi görmeyin.
Yeter ki bir başarı,
Yeter ki bir birlik,
Yeter ki bir beraberlik,
Görmeyin, duymayın…
Mutsuzsunuz; farkındasınız ama dönemiyorsunuz. Çünkü zehir sizi soktu! Panzehir ararsanız yol açık ve tek!
Gelin şimdi sizi o yüce insanın yaşadığı döneme götüreyim. Bu vesileyle Ata'mızın zerafetini, ileri görüşlülüğünü, nezaketini bir kez daha yad edelim...
Kurtuluş Savaşı bitmiş, ülke kalkınma ve dünya ülkesi olma yolunda. Tabiri caizse cepte yok, hiçbir yerde yok. Ülkede elektrik yok, su yok, yol yok! Ankara’yı, kurak arazilerde olmazı, olduran o deha, başkent yapıyor. Sonra kızlar eşit diyor. Okusunlar onlar da fikirlerini söylesin. Netice de o da bir insandır, herkes gibi eşit hakları, duyguları, yetenekleri vardır.
Ülkenin ilk avukatı unvanına sahip olan Süreyya Ağaoğlu, 1924-25 ders yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra, Ankara'ya ailesinin yanına döner, hemen ardından bir arkadaşıyla birlikte Adalet Bakanlığı'nda staja başlar. İlk günlerin heyecanı geçince bir sorunla karşılaşırlar: Öğle yemeği işini nasıl çözeceklerdir? Evlerine gidemezler, evleri bakanlığa çok uzaktır, lokantaya da gidemezler. Tek yer İstanbul Lokantası’dır fakat hep milletvekillerinin yemek yediği bu lokantada, kadınların yemek yediği görülmüş şey değildir. Önceleri yemek işini peynir ekmek ile çözerler ama olacak gibi değildir. Süreyya Ağaoğlu’nun babası, o dönemin Basın-Yayın Genel Müdürü Ahmet Ağaoğlu'dur ve ona gider. Süreyya, öğle yemeklerini İstanbul Lokantası'nda yiyebilmek için izin ister. Ahmet Ağaoğlu, bunda bir sakınca görmez, peki, der…
İki arkadaş, ertesi gün öğlen lokantaya gider, küçük bir bölümüne geçip güzel güzel karınlarını doyurur. Ahmet Ağaoğlu'nu ve kızını tanıdıkları için kimse yüzlerine bir şey söyleyemez ama arkalarından konuşmalar ve şikâyetler başlar. Bu şikâyetler, dönemin başbakanı Rauf Bey'e de iletilir. Rauf Bey de Ahmet Ağaoğlu'nu arayıp durumu iletir. Süreyya, o akşam eve döndüğünde, babasının kendisini beklediğini görür. Baba Ağaoğlu şöyle der kızına:
"Başbakan Rauf Bey, senin ve arkadaşının lokantada yemek yediğinizi ve herkesin bunu konuştuğunu anlattı. Bundan sonra öğle yemeklerine bana gelin" der.
Süreyya çok üzülür, ama yapacağı bir şey yoktur. Bir süre sonra Atatürk ve eşi Latife Hanım, Ahmet Ağaoğlu'na misafirliğe gelir. Sohbet edilirken, söz bu konudan açılınca, Süreyya Hanım, olayı bütün açıklığıyla Atatürk'e anlatır. Onun, kendisini anlayacağını ve destekleyeceğini düşünmektedir. Oysa onu dinleyen Atatürk, "Babanın da, Rauf Bey'in de hakkı var" demesin mi?
Büyük bir hayal kırıklığına uğrayan Süreyya, ertesi gün bakanlıktaki odasında çalışırken, bir yetkili telaşla içeri girer:
"Süreyya hazırlan, Paşa seni yemeğe götürecekmiş!.."
Süreyya şaşırır, apar topar kapının önüne çıkar. Yanında bir milletvekili ve yaveriyle arabada oturan Atatürk, onu görünce, "Latife bugün seni öğle yemeğine bekliyor" der.
Süreyya hem şaşkın hem sevinçlidir. O bindikten sonra hareket eden otomobil İstanbul Lokantası'nın önünden geçerken, Atatürk birden şoföre durmasını söyler. Bozüyük Milletvekili Salih Bey (Bozok) telaşla yanlarına gelince, Atatürk, herkesin duyabileceği bir sesle, ona, “Bugün Süreyya'yı bize götürüyorum ama yarın buraya gelecek, yemeğini lokantada yiyecek" der.
Süreyya'nın şaşkınlığı daha da artar.
Ne olup bittiğini, Latife Hanım, yemekte, onun kulağına eğilip, "Paşa, dün akşam bu lokanta olayına çok kızdı ama babanı senin yanında ezmek istemediği için kızgınlığını belli etmedi. Eve gelir gelmez, birkaç milletvekilini arayarak, yarın mutlaka eşleriyle birlikte lokantaya öğle yemeğine gitmelerini söyledi" deyince durumu anlar.
Süreyya Ağaoğlu, ertesi gün, arkadaşıyla İstanbul Lokantası'na gittiğinde, birkaç milletvekili eşinin de ilk kez orada olduğunu görür. Kimse onları bakışlarıyla bile rahatsız etmeye yeltenemez!
Bu bir ilk olur... Atatürk ve Türkiye'nin ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu, kadınların, tıpkı erkekler gibi, bir lokantada yemek yiyebilmesine de öncülük etmiştir...
Dolayısı ile o her türlü hakareti, tacizi, mubah gördüğünüz kadınlar, kadınlarımız yani ecdadınız, sizlerin de belki kızı, teyzesi, halası, annesi, babaannesi, ablası ve sevgilisi ve hatta eşi, şu anda bir lokantaya özgürce gidebiliyorsa, bunu o sürekli saldırmaktan çekinmediğiniz, Atamıza borçlusunuz!
Ha, bunlar size uymuyorsa eğer, burası Türkiye Cumhuriyeti, peçe mi perde mi artık ne uygunsa, onların olduğu mevcut ülkeler var, aynen oraya!
Burada bu kurallar var ve olmaya devam edecek.
Çünkü bu ülkede değil dünyada medeniyet diye bir şey var.
Artık ne orta çağ engizisyon mahkemesi var, kadınlar şarkı söylemesin, onlar cadı, diyen…
Müzik de var, korolar da var. Kadınlı, erkekli. Doğa gibi. Ama uçkurunuzla sorunu olanlar var ise doğru psikiyatra. Yani damacanaya bile saldıran bir kafa yapısına, ne tür bir çözüm bulunabilinir, o da başka bir vaka!
Herkesin ürolojik yerleri ile beyinleri yer değiştirmiş değil. Belli ki bu değişime uğrayanlar bu ithamlarda bulunuyor…
“Neyle yıkarsan yüzünü, suretin gösterir sana!”
Yüzünüz, ağzınızdan kustuklarınız, eylemleriniz, sevgisizlikleriniz ile dolup taşıyorsunuz. Nerede vatan, insan, başarı, birlik bilinciniz? Siz, herhalde başka dünyanın vatandaşı olmalısınız; kesin!
Siz, hiçbir kadını, kadın gibi görüp de onurlandırdınız mı?
Siz, bir kadınla bir yemek nasıl yenilir? Gözünün içine nasıl bakılır? Ruhu ne söyler, anlamaya çalıştınız mı? Bir kadınla gün batımı ve doğanın güzelliklerine birlikte şahitlik ettiniz mi? Adam gibi eli öpülür, tutulur ve sevişilir, bildiniz mi? “Çiçeğe çiçek alınmaz” mı dediniz yoksa hiç sevmediniz mi? Siz, bir kadına, anneniz de olsa ne zaman bir çiçek aldınız? Ve bunu görev diyerek değil severek ve içtenlikle yaptınız? Bu ülkenin bir spor başarısında milli duygularınız nelere yontuluyor? Ya da bu duygu sizde hiç mi mevcut değil? Biz, söyleyelim olsa bunların esamisi olmazdı!
Her türlü haltı yapacaksınız, erkeğim diyeceksiniz. Vallahi ne kadınlar var, hepinizden adam!
Silah sizde!
At sizde!
Şeref sizde!
Namus korumak için ise
Kan bizde!
Siz ancak zorbalık ve hokkabazlık bilirsiniz!
O yüzden siz bir yana, dünya âlem bir yana!
Kadınlar var ve var olacak!
Her yerde olacak!
Çok çok, bol bol olacak!
Onlar ki dünyayı çiçek yapacak!
Yorum Yazın