Son zamanlarda yeniden seslendirilmeye başlandı. Rusya ile al gülüm, ver gülüm siyaseti gütmeliymiş Türkiye. Elbette ki ülkeler arasındaki ilişkiler “ebedi dostluk” söylemlerine değil, karşılıklı çıkarlara dayalı gelişirler veya gerilerler. Bir dönem aynı çıkarlar gözetildiğinden iki veya daha fazla ülkenin dış ve hatta güvenlik, ticaret politikaları çok yakın olabilirken, denklemin biraz değişmesiyle aynı ülkeler çok farklı söylemler içerisine girebilirler.
Taleban’ı, Daeş’i kim kurdu veya kurulması için ne büyük masraflara girdi? Bugün Kuzey Suriye’deki terörist yapılanmayı bir başka terörist yapılanmaya her türlü silah ve mühimmat yardımını, bu malzemenin Türkiye’ye karşı da kullanılabileceğini bilerek yapan ülke bırakın “stratejik ortak” olduğu iddiasını, nasıl dost görülebilir ki? Bir ülkenin gücü veya emperyalist kapasitesi olması her istediğini, her istediği zaman yapabileceği anlamına gelmemeli. Ancak maalesef uluslararası ilişkilerde çoğu zaman hukukun üstünlüğü değil, güçlünün hukuku hakimdir.
Bu tabii ki bugünün gerçeği. Dün durum farklı idi. Yarın da farklı olacak. Almanların “real politik” diye dünya siyasetine armağan ettikleri kavram bu durumu da kapsıyor elbette. Mesela 35 yıl Çin Halk Cumhuriyeti sanki yokmuş gibi yapabildi dünyanın büyük bir bölümü. Üstelik aynı dönemde Tayvan adası yönetimi Çin hükümeti olarak kabul edilip, BM Güvenlik Konseyi’nde daimi üye olarak baş tacı edildi. Sonra? Tayvan sistemin dışına bırakılıp gibi yapılıp Çin’e kucak açıldı.
Kimse “BM Güvenlik Konseyi geri adım atmaz, yaptığı yanlış olsa da kabul edip geri adım atmaz” demesin. Palavra. İşlerine gelince dansöz gibi kıvırtırlar. Türkiye’ye karşı hep kullanılan iç sorunlarını halletmeden üye olamaz görüşü, mesela, Kıbrıs Rum Yönetimi Kıbrıs adasının ve halkının tümünü temsil ederek hem de üye olurken dikkate alındı mı? Bugün şanla, alkışlanarak aktif siyaseti bırakan Angela Merkel o kadar çok doğu Avrupa genişlemesine kafayı takmıştı ki, Yunanistan’ın AB’yi rehin almasını kabul etti ve 2004’de Kıbrıs da AB üyesi yapılıverdi. Almanya’nın çıkarı onu gerektiriyordu. Almanya’nın memnun olması da o günlerde Avrupa’nın gerisinin çıkarı için gerekliydi.
Kıbrıs sorununun çözülememesinin en önemli nedeni 186 sayılı 4 Mart 1964 tarihli Güvenlik Konseyi kararıdır. Adaya BM barış gücü askerini gönderirken sadece Rumlardan oluşan hükümeti anayasaya ve kurucu anlaşmalara rağmen adanın tek meşru hükümeti olarak kabul eden bu karar çözümsüzlüğün sebebidir. Kıbrıs Rum’una adanın hükümeti, Kıbrıs Türküne de adada o hükümetin bir azınlığı rollerini veren bu düzenleme yürürlükte olduğu sürece Kıbrıs Rumları asla adayı, yönetimi, kaynakları Kıbrıs Türkü ile eşitlik temelinde paylaşmayı kabul etmeyeceklerdir, 1964’den bu yana da kabul etmemektedirler.
Pazartesi günü New York’ta BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ile bir araya geliyorlar. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve Rum mevkidaşı Nikos Anastasiades. Elbette ki bu yemek ve görüşme “gayrı resmi” ve görüşmelerin başladığı anlamına gelmiyor. Resmi görüşmeler ancak adadaki iki tarafın eşit egemen oldukları kabul edilmeden mümkün olmamalıdır.
Bazı siyasi karşıtlar böyle bir ön şartın görüşmelerin başlamasını engelleyeceğini söyleyerek karşı çıkmaktadırlar. Elbette ön şartlarla masaya oturmak iyi niyet göstermez. Ancak, 50 yıldan fazladır süren bir anomalinin düzeltilmesi gerçekleşmeden çözüme yönelik ilerleme olmayacağı net olarak ortada iken, bir elli yıl daha hiçbir ödün vermeden görüşür gibi yapan Rum liderliğine ve onların goygoyculuğunu yapan bazı uluslararası aktörlere boyun eğmek daha mı yapıcı bir tutum olacak?
Bazı aklı evveller her konuyu bildikleri gibi dış politikayı, hele de konuların rehin bırakılmasını çok iyi bildiklerini savunuyorlar. Mesela birisi diyor ki “Rusya’nın Kırım ilhakını tanıyalım, Rusya da KKTC’yi tanısın veya en azından bazı peyklerinin tanımasına karşı çıkmasın.” Bu arkadaşlar ne Kırım’ı, ne Türkiye Ukrayna ilişkilerini, ne de Türkiye’nin çıkarlarının farkında. Bir siyasi bunak da hayatında tek gün hayırlı bir işe el atmış gibi ahkam kesiyor bu konuda.
Egemen eşitlik tabii ki hayati bir taleptir ve geri adım atılmamalıdır. Ne İngiltere’nin son günlerde dillendirdiği “dışta tek, içte iki devlet” ne Anastasiades’in bir ara önerdiği “ademi merkezi federasyon” ne de sıklıkla ima edilen iki egemen devletçiğin “AB içerisinde Kıbrıs konfederasyonu” şeklindeki birlikteliği ve başka nice öneriler görüşülmez değildir. Diplomaside “Hayır” demek nihai cevap olamaz. Ancak bütün bunları ve iki devletli çözüm dahil diğer fikirlerin resmen görüşülebilmesi için iki tarafın eşit egemenliğinin kabulü yanı sıra görüşmeden sonraki gün bu iki eşit egemen yönetimin statülerinin ne olacağı da net ortaya konmalıdır.
Yorum Yazın