Mustafa Necati, Kurtuluş Savaşında bizzat görev alıp, yeni görevlere hazır tam bir idealist ve vatanperverdi. Bugün, eğer bir eğitim konuşuluyorsa isminin altını kalın çizgilerle çekip, tekrar tekrar saygı duruşunda bulunması gereken, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ten sonra ilk kişidir.
Defalarca yazdık, söyledik!
O tıpkı, başöğretmenimiz gibi yaşanmamış bir ömrün bedelini, aydınlık bir ülkenin temel taşlarını atarak geçirdi, ağır bedelleri ödedi. İzmir, aydın bir kent ama yaşadığı yer bile unuttu. Oysa ne şekilde hatırlanmalı. Neler yaptığı sunulmalı. Millet Mekteplerinin açılış gününde üstelik kaybettiğimiz, bu değerli şahsiyet için ilk gözyaşlarını, okulun açılış günü, Gazi yaptı.
Kim bilir? Ondan mıdır, bu yazgı! Yoksa ne solun doğru dürüst değer bildiği var, ne geride kalanların.
Hal böyle olunca, her zaman ve her işte olduğumuz gibi sığ günlere, kısır anmalarla, üç beş söylemle, dolduruyoruz boşlukları. Hangi ülke olursa olsun söz konusu, o alanın yazgısını tamamen değiştirecek olan “Eğitim” gerçeği üzerine, beylik sözlerden, karşılıklı atışmalardan öteye maalesef gidemiyoruz. Sığınıp kaldığımız, batılı ya da farklı eğitim modellerinin hiçbirinin; Köy Enstitüleri eğitim sisteminin yerini dolduramayacağını bilmediğimiz gibi o modellerin, bizden öğrenilme olduğunun bile farkına maalesef, hala varamadık!
YAŞAYARAK ÖĞRENMEK
Köy Enstitüleri sistemi, yaşarak yani bizzat uygulayarak öğrenme modellerinin en güzel ve en sonuç alınabilen örneğidir. Bugün geriye baktığımızda, hiçbir şey yokken, var edilen bir ülkeden; cehalet içinden aydınlık ve okuyabilen birey çıkarmak, bunu karnı aç ve ayakları çıplak, başını koyacak çatısı olmayan, düşmanın yakıp yıktığı, kaçarken taş taş üstünde bırakmadığı bir ütopyadan değil bilakis tam gerçeklikten bahsediyoruz. Herkesin öğrenebilmesine ama en uygun, en akla yatkın ve en pratik şekilde sağlamanın yoluydu, Köy Enstitüleri. Bugün yıkılmış, tadilat sözü verilmiş yapılmamış ve mış, miş’li çokça söylem içinde bizi, biz yapan tüm eğitim ve öğretim neferlerimizin, alın terlerinden fışkıran gerçekliğe düpedüz ihanet ediyoruz.
Bu sistem, yaparak öğrenme modeli içinde; tarımdan, olmazsa olmaz müziğe, kitap okumadan, yazı yazmaya, dikiş dikmekten spora, arıcılıktan halı dokumaya, çatı aktarmaya kadar geniş bir eğitim sistemiydi. Böylelikle yokluklar içinde ama kimseye muhtaç olmadan “Yerli malı yurdun malı” şiarı ile kalkınma reformlarının, en güzel biçimiydi. Dolayısı ile ekmek yapmakta, bunun içinde olduğu gibi ayrıca bizim Anadolu’muz da hemen hemen herkes sacda ekmek yapmayı bilir. Köyüne giden, muhakkak nenelerinden, teyze ya da halalarından görmüştür.
Evet, yaşayarak öğreniyoruz. Pandemi döneminde herkes, eve kapanınca ilk yaptıkları iş, mutfağa girip, yemek yapmaktı ve istisnasız herkes, ekmek yaptı. Tabii ekmek makineleri var, yoğurt makinesi bile var! Ama yayık ayranın tadını ya da sacda ekmeğin, elde açılmış bir gözlemenin, o gözlemenin içinde eski tad, organik malzemeyi koyarak, yiyebilmenin tadını kim verebilir? Kim, öğretebilir? O, ata tohumlarının, buğdayın seher yelinden esen bereketinin değirmene dökülüveren, tozunu kim?
Eğitim kurumlarının geliştirilmiş halinde oluşan Meslek Liselerinden, mesela Kız Meslek Liselerinden; ne anaokulu öğretmenleri, ne terziler, neler neler çıktı. Hem üretti, hem yetiştirdi. Her meslek grubu, mesela torna tesviye gibi.
Ama ekmek yapmayı öğretmek ve anında çıkış fiyatı belirtmek; bizim ekonomiyi kurtarır mı bilmem ama eğitimi al aşağı edeceği kesin.
Yani fırıncı ihtiyacı mı var? Fırıncı zaten zorda, un alamıyor, askıda ekmek için kuyruklar uzun uzadıya. Belki Suriyelilere hem meslek, hem karınlarını doyurabilme açısından faydalı olabilir ama onlar, yeterince yardımda alıyor.
Biz küçükken fazla ekmek yeme, ekmek kafa olursun, denirdi. Yani fazla hamur işi zararlı, boş lokma yiyip durma, sağlıklı beslen gibi bir öneriydi.
Şimdilerde ne oldu, bırakın ekmek yemeyi, ekmek alamaz hale geldik.
Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum, demiş Hz.Ali.
Eğitim ile Ekmek arasında sadece bir harf ve aynı harf var.
Halk Ekmek önünde uzayıp giden kuyruklar azalacak mı? Evet, belki İstanbul için İBB Başkanının isminin baş harfi gibi belki biraz onun işini kolaylaştırır. Neticede, halk, ekmek yiyebilsin diye az mücadele etmedi. Bu ülkede Halk Ekmek büfesi, nöbeti bile tutuldu.
Netice itibari ile yine eskilerden bir söz ile bitirelim, çünkü biz eskilerde kaybettiğimizi, en kısa sürede toparlayamazsak, artık ne yazacak, ne konuşacak bir şey kalacak.
Eskiler, zamanın özellikle ekonomik açıdan zorluğunu, ekmek aslanın ağzında, diyerek ifade ederlerdi. Büyüdükçe bağırsaklara indiğine karar verdik ama artık ekmek, yok!
Yorum Yazın