Giriş
Son elli yılda hepimizin hafızalarında taze duran olaylar çerçevesinde kişiye bağlı yönetimlerde sistemin el değiştirmesi ve demokratik geçiş çok çok sancılı olduğu yolundaki düşünceler aklımızdaki tazeliğini koruyor. Bu yönetimlerde iktidar çoğunlukla toplumsal olaylar ve protestolar, rejim içi elitlerin savaşı sonrası çatışmalı dönüşümlere sahne oldu. Bunu da son çeyrek asırda sıkça gördük etrafımızda. Sonunda liderler ya hapse mahkûm oldu ya sürgüne gönderildi ya da öldürüldü.
Bunun temel sebebi kişiye bağlı otoriter yönetimlerin temel açmazlarında saklıdır. Bu sistemler ideolojik veya kimlik siyasetine dayalı dava yönetimlerinden farklı olarak, yolsuzlukların olduğu bir dağıtım mekanizmasıyla taraftarlarını yanında tutarlar. (E. Sakal, Muktedir İktidarsızlar) Devletin imkânları ve ekonomik paradigmaların dışında süreç ahbap çavuş kapitalizmi şeklinde işler. Hatta bir süre sonra sistemden nemalanan yeni türedi zenginler, sistemin hukukuz bir şekilde işlemesinden kaynaklı biriktirdikleri serveti korumak için biriktirdikleri paraları yurtdışına kaçırırlar. Bu durum tek adam rejimlerinin kaderidir.
Tek adam rejimleri
Tek adam yönetimleri, kendini denetleme unsurlarından medyayı da tamamı ile kontrol altında tutmak ister buna ciddi kaynak ve güç sarf eder. Lakin bu kurumlarda iktidarın koşulsuz destekçisi ve propaganda aygıtı olduğun da toplumsal cazibesini yitirir ve reytingleri düşer izlenmez olur. Kitlelerin ilgisi ve alternatif haberler duyma isteği başka mecralara yönelmelerine sebep olur. Kendi içinde bu kısıtlılıkları bulunan tek adama bağlı yönetimlerde anayasal kurumlar, siyasi rekabeti düzenleyen normlar etkinliğini yitirir. Rejim sorgusuz sualsiz biatle başlar, sadakate dayalı ilişki ağlarıyla beslenir, zapturaptla sürer. Onu ayakta tutmak yöneticinin "Makyavelist" taktiklerine kalır. Bir süre sonra kendinin gökten zembille indiğine inanan Narsizme oradan da her şeyi ben bilir ben yaparım Neronizm’ine kayar.
Son gelişmelere bakarsak ortaya saçılan kirlilik ve kokuşmuşluğun bu iktidarı bitirip bitiremeyeceği soruluyor. Bu tek başına doğru soru değil. Levra, bütün bu olan bitenler zaten bitmekte olan, anlam üretme kapasitesini kaybetmiş siyasal bir dönemin emareleri, yani sebep değil sonuçlar olarak zuhur ediyor. Buradaki derin soru bu bitiş döneminin uzunluğu ve derinliğinin ne olacağı şeklinde. Can çekişmekte olan rejimin ne kadar ayakta kalacağı, yıkılırken dizlerinin üstüne çöküp, etrafa zarar vermeden tarih sahnesinden çekilecek mi yoksa diğer senaryoları mı devreye koyacağı tartışılıyor.
Seçime dair yaratılan korkular
Son zamanlarda bazen bir kesim korkuyla bazen de bir kesim bilinçli bir biçimde manipülasyon yapmak için iktidarı ele geçirenlerin iktidarı kolay kolay bırakmayacaklarını ileri sürmelerine ve bu konuda kimi tartışmalara tanık oluyoruz. İddia şu; bunlar bir iktidar değişikliğinde yargılanacaklarını bildikleri için ne yapıp edip iktidarı bırakmayacaklardır. Ne yapabilirler diye sorulduğunda ise üç senaryo ileri sürülüyor bu zehaba kapılanlar tarafından:
1) Seçimi hile ile de olsa alacaklar, deniliyor. Nitekim bu konuda sabıkaları da yok değil. Geçmişte benzer tablolarla karşılaşmıştık, gene yaparlar, deniliyor.
2) Seçimi kaybederlerse iptal edip tekrarlama yoluna giderler. Bunu Kılıçdaroğlu da söyledi. Bir bildiği mi var yoksa böyle bir senaryoyu şimdiden ifşa ederek berhava etmek için mi söyledi bilmiyoruz.
3) Üçüncü senaryo en vahimi. Deniyor ki, bunlar iktidarı kaybetmemek için kan dökmek dâhil her şeyi yaparlar gerekirse bu iş iç kargaşaya kadar gidebilir.
Bence bunların hepsi de geçersiz senaryolar. Peki neden konuşuluyor? Yukarıda dedim, bir kesim sahiden bunlara inandığı için ileri sürüyor, bir kesim de bilinçli bir biçimde kafa karıştırmak için bunları ortaya atıyor. Biliyor ki bunların konuşulması AKP’nin işine yarar. Sade vatandaş şöyle düşünebilir; “Allah kahretsin madem bu işin bedeli bu kadar ağır olacak, o halde iktidar sürse bundan yeğdir.” Oysaki böyle bir şey yok. Nasıl ki seçimle geldilerse öyle de seçimle gidecekler. Herkesin buna inanması, inanmayanların da inandırılması gerekir. Bu konuda muhalefetin gerekli tedbirleri aldığını söyleyerek toplam güven(ce) vermesi ve insanları rahatlatması gerekir.
Ne yapabilirler?
Peki, bu söylemelerin hepsi boş mu? Şöyle söyleyeyim; tabi ki iktidarı bırakmamak için içerde ve dışarıda kimi girişimlerde bulunacaklar ama bu onların gidişini engellemeyecektir, çünkü iş geri dönülmesi mümkün noktayı çoktan geçti.
Son senaryodan başlayayım. Bir iç kargaşadan ziyade mesela Suriye’de bir savaş arayışı, Yunanistan’da girişilen “it dalaşı” buna örnek gösterilebilir. Bunlar zaten yapılıyor. Burada önemli olan muhalefetin dik durması, acaba MHP, AKP bize ne der endişesiyle onların kuyruğuna takılmaması, dümen suyuna girmemesidir.
Peki, iktidar cenahı ne yapabilir bu noktada: Sözgelimi dışarda bir savaş yapılıyor görüntüsü verip içeride güvenlik kaygısı yaratarak ortadaki seçmeni kendi tarafına çekmeye çalışabilirler. Ya da 2019 seçiminde yaptıkları gibi beka söylemi ulusal bütünlük gibi kavramların ardına sığınarak ve hatta olağanüstü hâl koşulları yaratarak seçime gidebilirler. Nitekim 7 Haziran seçimleri sonrası bunu yaptılar ve 1 Kasım’da istedikleri sonucu yarattılar. Benzer bir durum şimdi de olabilir mi? Olabilir. Mersin saldırısı ve sonrasında yaşananlar hemen bunu akla getirdi. Bu da onları kurtarmaz, çünkü artık cin şişeden çıktı, toplum bunlardan yoruldu, bu tür varyeteleri yemeyecektir.
Yukarıdaki diğer senaryolara gelince bir kere muhalefet bir devri sabık yaratmayacağını söylüyor. Ama bu suç işleyenlerin hukuk önünde hesap vermeyecekleri anlamına gelmez. Seçimi (az farkla) kaybederlerse iptal ederler deniyor. İstanbul seçimlerini hatırlayalım, ne oldu 14 bin fark 814 bine çıktı. Burada da benzer bir sonuç çıkar böyle bir durumda. Hile işini ise muhalefetin şimdiden sandık güvenliğini sağlayarak önlemesi gerekir. Sandık başına gidip oy atmak vatandaşın sorumluluğu, ama attığı oyun aynıyla çıkmasının sorumluluğu şimdilerde siyasi partilerde. Bu güvenliği muhalefetteki siyasi partiler sağlamalı ve seçmene bu güvenceyi gönül rahatlığı ile verilmelidirler. Altılı masa buna geçit verilmeyeceğinin teminatını verdilerse de gene de toplumda hala bu konuda hüküm süren bir güvensizlik söz konusu. Bu da hem seçimi hem de demokrasiyi zehirliyen bir sızı gibi halkın arasında dolaşıp duruyor. O halde bu tür kaygıları mutlaka gidermek lazım. Vatandaş açısından da sakıncalı olan şu ki, şimdiden bu duyguyla hareket etmek böyle bir psikolojiye teslim olmak yanlış ve bu sadece iktidarın işine yarar. Şu kesin ki AKP nasıl ki 20 yıl önce sandık ile geldi ise 20 yıl sonra da sandık ile gidecektir. Tabi ki bu tedbiri elden bırakmayı, rehavete kapılmayı gerektirmez.
Çürüme her yanı sardı
Şimdi gelelim AKP ve Erdoğan’ın ne yaptığına ve ne yapabileceğine. AKP ve Erdoğan 20 yılda bagajlarında epey sorgulanması ve hatta hukuk karşısında yargılanmayı gerektiren şey biriktirdiği söyleniyor. Nitekim hepimiz görüyoruz, toplum derin bir yoksulluğa itilirken küçük bir azınlık siyaseti kullanarak haksız yere çok zenginleşti. Son yıllarda bu türden iş ve işlemler ayyuka çıktı. Toplumun bölüşüm adaletsizliği ile ilgili sessiz isyanı her tarafta hissediliyor. Halk yoksullaştı. Orta sınıf adeta yok oldu. Koca ülke küçük bir azınlığa çalışır oldu. Bu kadar çok “götürülen” para artık dünyaca biliniyor, saklanamayacak kadar büyük meblağalar olduğu için saklanamıyor ve gözlerden kaçırılamıyor. Nitekim daha dün kamu kurumlarının TMS’nin, SPK’nın, bankaların nasıl soyulduğu, milyon dolarların bazı iktidar milletvekilleri ve yanlılarınca nasıl götürüldüğü ortaya döküldü. Siyaset, sermaye ve bürokrasi üçgeninde bütün bunların döndüğü sır değil. Ancak acı olan şu ki yargı hesap sormuyor, soramıyor. Kamu vicdanı kanamaya devam ediyor.
Öte yandan mafya türü örgütler ve örgütlemeler her yanı sarmış. Yapılan hukuksuzluklar ayyuka çıktı, savaş suçlarına varan iddialar söz konusu. Bütün bunlara bakıldığında iktidarın iyice sıkıştığı görülüyor. İktidarı kaybetmemek için her şeyi yapabilirler elbette. Ama bunlar nedir diye sorarsanız iki şey aklıma geliyor: 1) Seçimi kazanmak için kamu kaynakları sonuna kadar kullanılacaklar. 2) Devletin ele geçirdikleri bütün kurumlarını kendi bekaları için harekete geçirilecekler.
Nitekim birinci hamleyi yaptılar. Çıkarıldıkları seçim yasası ile iltifatların milletvekili seçimlerindeki birlikteliğini berhava ettiler. Şimdi partiye ve kamu kurumlarına yönelik seçim kazanma çalışmaları ve operasyonları yapılacak. Ne kadar güçlü görünürlerse görünürseler aslında olan biten karşısında bu süreçte en zayıf noktadadırlar.
Seçimler genellikle iktidarsız muktedirlerin önemli açmazlarındandır. Her ne kadar anti demokratik yönetim biçimini benimseseler de seçime bağlı anayasal bir meşruiyeti önemsiyor gözükürler. Popülist otoriterler açısından, seçimleri manipüle etmenin ince ayarları vardır; onlara göre seçimler muktediri değiştirmeyecek kadar bir oranda manipüle edilmeli, fakat güçsüzlük algısını yaratır biçimde de aşırı manipülasyondan kaçınılmalıdır.
Neler yapıyorlar/yapacaklar?
Neler yaptıklarına/yapacaklarına bir göz attığımızda şunları söylemek mümkün:
1. Erdoğan eski bakanları, belediye başkanlarını, milletvekillerini, uzaklaşmış kurucuları, küskünleri acil koduyla toplantıya çağırarak bu seçimin önemine binaen aileye geri dönmeleri ve davaya sahip çıkmaları konusunda motive edecek/ediyor.
2. Bazı aile büyüklerini, kanaat önderlerini, hatta aşiret reislerini tek tek ziyaret ederek ya da çağırarak onlara gidip arada kalan, kararsız olan, küskün olan, AKP’den kopan kişi ve gruplarla, kitlelerle konuşup ikna etmelerini isteyebilir ki bunları harekete geçirdiği yönünde duyumlar var zaten. Hatta bu çalışmaların son hızla devam ettiği söyleniyor.
3. Devletin toplum üzerinde etkisi ve bağı olan kurumları harekete geçirebilirler. Örneğin Diyanet imamları çağırıp onlara gidip camilerde, cemaatlerde çalışma yapmaları talimatı verebilir. Eğer iktidar değişirse hayat tarzlarının tehlikeye gireceklerinin özellikle vurgulanması istenebilir. Bu da ister istemez gelecek kaygısını harekete geçirecek ve bir toparlanmaya sebep olacaktır.
4. Hatta bu noktada organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in susturulması yoluna gidilecek. Çünkü Peker’in özellikle yolsuzluklar konusundaki ifşaatları iktidarı sıkıştırmaya devam ediyor ve zora sokuyor.
5. Toplumun kimi kesimlerini rahatlatacak bazı adımlar atıldı, bir kısım adımlar seçime doğru artarak daha da devam edecek. Örneğin, ek gösterge çözüldü, maaşlara zam yapıldı, emeklilerin maaşları artırıldı, asgari ücret yukarıya çekildi, bütün bunlar yeterli olmayabilir, ama itidali bir iyimserlik yaratmadığı da söylenmez. Yılbaşında benzer adımlar atılabilir, çalışanlar, emekliler ve asgari ücret için yeni düzenlemeler yapılabilir. Şimdi EYT sorunu çözülecek, yaşa takılanların emekli hakkı tanınacak vs. ayrıca birtakım kesimlere aynı ve nakdi yardımlar artırılarak devam edecek.
6. Başka bir adım da TOKİ’de atılacak. TOKİ seri ve hızlı projelerle insanlara sizi kiradan kurtarıp konut sahibi yapacağız diyecek ve buna dair çalışma başlattı/başlatacak. Nitekim 500 bin sosyal konut projesi biz bunları yazdıktan bir süre sonra gündeme düştü.
7. Yaşam tarzları karşılaştırmaları yapılacak. Söz gelimi mezuniyet törenlerini dualarla yapıp 28 Şubat dönemi ile karşılaştırıyorlar. Bu da özellikle bir kesimde yeniden bir duygudaşlık yaratıyor. Gelecekte güvende olmayacağı duygusu diğer bütün duygulara baskın gelebilir ve ekonomik krize rağmen buna göre yön tayin edebilirler.
8. Muhalifler üzerindeki baskı artırılacak. Yasaklar devam edecek. Birtakım sanatçıların söylem, giyim ve duruşları üzerinden gözdağı verirken bir tarafgirlik yaratılacaktır. Bunu aynı zamanda kendi tabanını konsolide etmek için kullanacaklar. Liste daha da uzatılabilir. Ama tüm bunlar meramımızı anlatmaya yeter sanırım.
Sonuçta ne olabilir?
Bu hamleler sonunda bir ölçüm yapıp seçim kararını ona gere verecekler. Muhalefet bu süreçte sadece vaatlerde bulunurken Erdoğan elindeki sonsuz olanaklarla somut adımlar atacak ve toplumda palyatif tedbirlerle geçici bir rahatlama yoluna gidecektir. Toplumda bir yalancı bahar havası estirip bundan sonuç çıkarmaya çalışacaklar.
Fakat bütün bunlara rağmen, ekonomik krizin bunalıma dönüştüğü bir ortamda anayasayı ihlal eden çıkışlar, AHİM kararlarını uygulamayan tutumlar, her türlü yolsuzluk ve hukuksuzluğu ayyuka çıkaran koropsi, baskıların artarak devam etmesi, bir kesim zenginleşirken önemli bir kesimini yoksulluk ve açlık sınırına mahkûm edilmesi artık taşınacak bir yük olmaktan çıktı. İktidar rızaya dayalı meşruiyetini büyük oranda yitirmiş, bu düşüşü durduramaz artık, çünkü durdurulma noktası çoktan geçildi. Tabi muhalefetin tutumu ve hüneri de bu noktada çok önemli. (Bu da başka bir yazının konusu)
Yorum Yazın