Geçtiğimiz yıllarda ABD’nin ünlü dış politika dergisi Foreign Affairs’de John Hopkins Üniversitesi’nden Alman kökenli siyaset bilimci Yascha Mounk “Diktatörlerin Son Durağı” başlıklı bir inceleme yazısı yayımladı. Yazıda son 10 kusur yılın avamcı (popülist) siyasetçilerin, seçimle iş başına gelip, iktidar gücünü ve parlamenter çoğunluklarını kullanarak demokratik kurum ve kuruluşları nasıl yok ederek güç kazandıklarını hatırlattı.
Yazar Türkiye’de Erdoğan, Rusya’da Putin, Macaristan’da Orban ve İtalya’da Matteo Salvini, Brezilya’da Jair Bolsonaro ile Venezuella’da Maduro örneklerini verip, son olarak da ABD’de Trump’ın tutumunu ele aldı.
Profesör Mounk 19’uncu asırdan bu yana ilk defa otokratik ülkelerin toplam Gayri Safi Milli Hasılasının Batılı Liberal Ekonomilerini aştığına dikkati çekti ve gelinen noktada artık diktacı liderlerin ilk defa özgürlükçü demokrasilere cephe aldığını, örneğin Rus lideri Putin’in G-20 toplantısında liberal demokrasilerin eskidiğini iddia ettiğini hatırlattı.
Yazar geçmiş son 10 kusur yıllık başarılara karşın gelecekte durumların eskisi gibi onların lehine çalışmayacağını ve kendi yarattıkları sorunların altında kalacaklarını öngördüğü yazısında Türkiye’ye ayrı bir yer ayırdı. Alman asıllı Amerikalı Profesör “Erdoğan’ın İkilemi” başlıklı yazıda şunları belirtti:
“Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’daki popülist liderlerin kısa sürede tüm gücü ellerinde toplamalarının tam aksine, Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan nerede ise 20 yıldır iktidarda. Bu ülke hem popülist diktatörlerin nasıl güç kazandıkları hem de uyguladıkları baskı ile nasıl durumlarının eridiğini göstermesi bakımından ilginç bir örnek sunar.
Erdoğan 2003yılında sanki ders kitabındaki gibi popülist bir ortamda başbakan oldu. Türk siyaset sisteminin gerçek anlamda demokratik olmadığını iddia ederek seçimi kazandı. Küçük bir seçkin grubun ülkeyi kontrol ettiğini, halkın gerçek isteklerini dikkate almadıklarını iddia etti. Sadece cesur bir liderin sıradan Türkleri temsil ederek bu küçük seçkin azınlığa karşı çıkacağını ve halkın iktidara gelmesini sağlayabileceğini söyledi. Erdoğan bir anlamda haklıydı. Türkiye’nin laik seçkinleri geçen asrin önemli bir kısmında ülkeyi kontrol etmişlerdi; ne zaman başları dara gelse istedikleri gibi işler yürümese demokrasiyi bıraktılar. 1960-1997 döneminde 4 defa ihtilal oldu.
Erdoğan’ın teşhisi genelde doğru idi ama önerdiği tedavi yolu sonuçta hastalığın kendinden daha kötü oldu. Gücü halka vereceğine kendi yarattığı yeni seçkinler grubuna verdi. Önce 16 yıl başbakan olarak, 2014ten sonra da Cumhurbaşkanı olarak muhaliflerini ordudan attı, adalet sistemini ve seçim kurallarını kendi partizan kuklalarıyla doldurdu. On binlerce öğretmen, akademisyen ve devlet memurunu işten attı, hapishaneleri akıl almayacak sayıda gazeteci ve yazarlarla doldurdu. Erdoğan daha önce seçimlerde kullandığı söylemlerle gücünü kendi eliyle artırdı. Kendisi Türkiye Cumhuriyeti’nin seçilmiş Cumhurbaşkanı, onu eleştirenler ise halkın iradesine karşı çıkan hain veya teröristilerdi. Gerçi uluslararası gözlemciler seçimlerinin hilelerle dolu olduğunu söylerken siyasal bilimciler artık Türkiye’yi rekabetçi otoriter devlet olarak tanımlamaya başladılar.
Seçimi kazandığı sürece pastasını alıp yiyebilmek için koltuğa daha sıkı yapıştı ve seçim sistemini kendinin kazanması için kullanmaya devam etti. Ülkeyi daha sıkı baskı ve kontrol altına aldı. Ama son zamanlarda Erdoğan’ın yasal olma öyküsü çökmeye başladı. 2018 yılında ekonomi Erdoğan’ın kötü yönetimi yüzünden durgunluğa girdi ve yerel seçimlerde Erdoğan’ın partisi AKP başkent Ankara ve İstanbul Belediyesi seçimlerini kaybetti. Erdoğan göreve geldiğinden bu yana ilk defa zor bir seçim yapmak zorunda kaldı. Ya mağlubiyeti kabul edecek yahut seçim sonuçlarını kabul etmeyip kendi imajını yok edecekti. İkinci seçeneği seçti, Yüksek Seçim Kurulu İstanbul seçimlerini yeniden yaptırdı. Bu büyük bir hesap hatası idi. Seçmenler, ki aralarında kendi seçmenleri dahil AKP aleyhine döndü. AKP adayı seçimde büyük bir yenilgi aldı. Halkın iradesine karşı olmayı deneyen ve kaybeden Erdoğan artık seçim sonuçlarını iptal edecek durumda değildi. Şimdi bir düşüş girdabına girdi. Artık yasallığından büyük bir kayba uğramıştı. Şimdi iktidarını korumak için halkına daha çok baskı uygulamaya başladı. Ne kadar çok baskı yaparsa yasallığını o kadar kaybedecek oysaki.
Bu değişimin yansımaları Türkiye’nin dışına taştı. Otoriter popülist rejimlerin demokratik rakiplerini yok edecek korkunç bir kapasiteleri var, Fakat Erdoğan örneğinin ispatladığı gibi sonuçta onlar kendi yarattıkları sorunlarla karşı karşıya kalacaklar…”
Yorum Yazın