İstanbul, denince sadece kadim semtleri değil elbette, efsane adaları, adaların adı Prens Adaları olan o güzel mekânlardan birindeyim. Her ada, her karış, memleket kokusu, her biri, birbirinden eşsiz. Adaların huzurlu kokusu, muhteşem. İnsanı, yaşamın keşmekeşinden, an olsa da, uzaklaştırıyor. O yüzden değil mi, bir kurtuluş hikâyesi isimler; Ada, Deniz, Duru. Sokaklarını gezdikçe, eve döndüğünde, Ada’nın kokusunu üstüne sinmiş gibi hissettiren eşsiz bir duyumsama Hiç eksilmeyen. Çankaya ile Reşat Nuri sokağının birleştiği samimiyet, alanda ki dinginlik.
İşte onların en büyüğü olan Büyükada’dayım, bu sefer. Hani Arap istilasının teğet geçmediği, yazlıkçıların ise tüm atıklarını giderken kendi sefaları ardından çekinmeksizin bıraktığı, o güzel diyar.
O güzel diyar ki acısı ile tatlısı ile eşsiz, vatan toprağı. Şimdiden bahsedelim tekrar yapıyorum, çünkü toplumsal hafıza önemlidir. Sizde zamanla alışırsınız, her yazarın kendi yazım dili ve anlatmak istediğinin esasında ne olduğuna. Tabii art niyetsiz bakabilme erdemini, beden ve ruh terazinizden iyice geçirip, güzelce bakabilirseniz. Nerede kalmıştık, Büyükada. En son HalkTv, Görkemli Hatıralar programının, konuğu yazar, Buket Uzuner’di. Ve üstelikte doğum gününün kutlandığı, buz gibi bir rüzgar ve yağmur serpiştiren ama yer yer güneşin açtığı bir günde, seyrelemiştim, İstanbul’umu. Kanaldaki, program müzik yüzünden bir önce ki gece yasak yiyerek yayına başlamıştı. İstanbul’da son program, yani sebep ise müzik yasağına, müzisyenlere sağlanan dayanışma gecesiydi üstelik! Toplumun üzerinden yasaklar hiç bitmiyor, oruç bitiyor, bayrama geçiliyor, herkes imkânı ölçüsünde tatil yapma derdinde. Olmayan, önce karnını doyurabilme, Halk Ekmek kuyruklarından, yorulmadan bir adet fazla ekmek alabilme kaygısında iken. Kaygı, müzisyenlerin sırtından hiç eksilmedi. İntihar eden müzisyenler gördü maalesef bu ülke ama gelin görün ki Müzik Yasağı bitmedi. Ve müzik yasağı üzerinden her türlü yasak resmileşiyor.
Ada’da sessiz bir dinginlik içinde esnaf ekmek kaygısında iken çarşının içinde Efsane Lefter Küçükandonyadis ile buluştuğumuz noktada hafiften Greek müziği çalıyor. Kimse de rahatsız değil ortam doğal, çünkü hayat akıyor. Balıkçıların hizasında ki lokantaların içi Arapların saatlerce işgal ettiği kadınlar tuvaletinin pisliği dışında her şey güzel. O sağa sola çarpan, çarptığında ise bir, afedersin, demekten aciz insan sıfatına bürünmüş ama tek bildiği sadece yemek ve içmek eylemi üzerinden tüketen, ne yazık ki toplumu oluşturan güruhun, varlığı dışında da her şey güzel.
Ritm denizde, balıkçıların ağlarında, plastik leğenler içinde kırpışan balığın yaşam mücadelesinde bir müzik var. Müzik, her yerde. Rüzgarın dinliği yer yer kulağa çarpan bir sessiz senfoni. Yaşam müzik ile ulaşmakta.
Ada’nın güzel yollarında, Leylaklar açılmış, pervasız kediler sadece sevilmeyi beklerken, onu bilip, sadece sevgi verebilenin yanından hiç ayrılmıyor. Henüz Araplar akın halinde değil neyse ki Paskalya süresinin zamanlaması ile Yunanistan üzerinden gelen o tatlı aksanları ile turistler, gemide ve caddelerde. Tabii ki hava başka esiyor. Her yıl akın akın dilekler için yürünen o uzun yol, Aya Yorgi tepesinde, dilek iplikleri toplanmış sadece dallarda çaputlar kalmış. Bu kez iplik, selpak, naylon poşet dışında evrim geçirmiş olan tür, maskeden dilek. Tahmin edersiniz ki derdi salgın değil. Öyle olsa salgın dönemi birçok kez çeşitli ağaç dallarına asılmış birçok maske görmek zorunda kalmazdım.
İlerliyorum, 23 Nisan caddesinde, tarihi, Splendid Palas, ne muazzam. Her şey bir yana, Atatürk’ün, burada oturduğunu o balkonda, o salonda, o muhteşem merdivenlerden çıktığını düşünmek, zamanda yolculuk bir harika. Plevne Müdafasının önemli isimlerinden, Sakızlı Müşir Kazım Paşa tarafından 1908 yılında, daha önce yanmış olan Giacomo Oteli’nin yerine, Avrupa seyahatlerinde etkisinde kaldığı binalardan yola çıkarak, aldığı arazi üzerine inşa edilmiştir. Fransa'da, Cannes, Vieux Port bölgesinde gördüğü ve aynı adı taşımakta olan mekân gerçekten bir film seti gibidir. Türk sinemasının tercih mekânlarından ama en önemlisi Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, 1929 yılı ziyareti ve sonrasında, 1934 yılı bir 30 Ağustos gecesi dans ettiği ve 31 Ağustos sabahına kadar da dans ettirdiği mekân.
Çankaya, Reşat Nuri Güntekin caddelerini birleştiren eşsiz, dingin ve insanı insan hissettiren yolları aşarken, arsızca tüm güzelliğini bilerek, kendini sevenine dipsiz salıveren leylaklar.
Ya o güzelim İzmir, Asansör Dario Moreno’yu hatırlatarak yükselen bina kadar görkemli, ilk astronomi çalışmaları kendince Halley ve belki Hüseyin Rahmi Gürpınar’a esin kaynağı olan, Kuyruklu Yıldız Altında İzdivaç ,eseri bu binanın ve içindekilerin hayal gücü ile harmanlandı. Nereden bahsediyorum, Mizzi Köşkü, Al Palas. Ünlü Hukukçu Levis Mizzi’nin(1870) mekânı. Tutkulu bir astronom, benim gibi teleskop ile gezegenleri seyre dalanlardan.
İlerleyip Dilburnu, tabiat parkına geldiğinizde, henüz Aya Yorgi’ye varmadan o güzelim anılar. Girişin hemen önünde birkaç fotoğraf zamana tanıklık etmek istemiş ama olmamış. Değerli bestekarlar dışında, Türk Sinema tarihinin eşsiz güzellikleri; Belgin Doruk, Hülya Koçyiğit, Ediz Hun, Kartal Tibet ben çok severdim Göksel Arsoy’da olmalı mesela, onu göremedim ama bir hatırlatma yapılmış sonra içeri girip onlardan bir anı bulacaksınız sanıyorsunuz ama birkaç süslenmiş fotoğraf çekmek için kalp şeklinde âşıklar için anı bölümü, hiç olmayacak şekilde İngiliz tip telefon kulübesi yer alıyor. Biz buranın sade ve kendi içinde kimleri, kimleri görmüş hali bir tek ağaç dalından Belgin Doruk’lu, Kartal Tibet’li dayanmış aşk ağaçlarını biliriz, hiçbir süsleme olmadan üstelik. Ve giriş ücretsiz!
Demem o ki, işi bilene bırakın. Buradan Adalar Belediyesini, biraz özene çağırıyorum. Orada yapılacak o kadar çok şey var ki! Mesela, yapılmakta olan sinema etkinlikleri o platformda yapılabilir. Mekân renkli ampuller ile donanıp, Türk Sineması ve Sinema Sanatçılarını anma etkinliği yapılabilir ve her şeyden önce bir tek ağacı görmeye, halkımız para vermemeli.
Adaların havasına kesinlikle bu yakışmıyor.
Zaman, tarihi iyi bilip ve onu iyi yaşatabilirsen vardır. Destek isteyene, desteğe de hazırız, biz para karşılığında da yapmıyoruz. Programlara çıkıp parada istemiyoruz.
Adalar, adanın dokusu, kokusu sadece Türk Sinema tarihi olarak da değil bütünü ile korunması, hatta daha fazla korunması gereken bir gerçek kültürel mirastır.
Buradan da not düşelim, sevgili atlarımızın, takipçisi olduğumuz gibi bunlarında takipçisi olalım.
Adalar, Moda’lar…
Deniz’ler.
Yasaklar hülyasından tatlılıkla bir uyansak da bahar geliyor. Ve evren söyler, dedik ya. İşte söylüyor.
Şeker Bayramı, Emek bayramı, 1 Mayıs ile birleşiyor. Her zaman olduğu gibi Deniz’lerin anması Hıdırellez ile malum, bu kaçınılmaz!
Ama bu yıl 50.yıl!
Ülke tarihinin en kara lekesinin tam ellinci yılı…
Layığı ile kutlayacaklara sonsuz selam, ışıklarının sonsuzluğunda.
Miras, onu anlayıp yaşatabilenlerindir.
Devirleri daim olsun.
İzmir’den İstanbul’a
Gündoğdu’dan, Maltepe’ye her bir kareye.
ADA’lara ve onun eksilmez DENİZ’lerine…
SELAM İLE
EYVALLAH!
Yorum Yazın