Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu

Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu


Filistin bağımsızlığa ne kadar yakın?

Filistin bağımsızlığa ne kadar yakın?

Her gün dünyanın gözü önünde İsrail, Gazze’de terör fırtınası estiriyor. Çadırları yakıyor, hastaneleri bombalıyor. Batı Şeria’da ise Yahudi yerleşimciler yardım kolilerini yağmalıyor ve acil yardım malzemelerinin ihtiyaç sahiplerine ulaşmasını engelliyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi(ICC) son sözü söyledi. Açlığa mahkûm edilen Filistin halkına karşı soykırım suçu işlendiği için Başbakan ve Savunma bakanı yakalanacak ve yargılanacak. Tabii bu 7 Ekim saldırıları ile bu felaketi başlatan Hamas yetkilileri için de geçerli. Artık Filistin halkı ile Yahudilerin aynı devlet çatısı altında yaşamasına imkân yok. Ancak taş üzerinde taş kalmamış Gazze, on binlerce ölen, kaybolan, sakat kalan Filistinli ve işlenen savaş suçları yakın bir tarihte bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını sağlayabilir mi? “Kervan yolda düzülür” zihniyeti ile devlet kurulur mu? İsrail’in kuruluşu da bu duruma benzer demek pek doğru olmaz. Çünkü zemin, zaman, hazırlık ve  strateji farkı var.

Dakika Bir, Gol Bir

Hatırlanacağı gibi 1988 de Birleşmiş Milletler(BM) genel kurulunda Filistin Kurtuluş Örgütü (PLO )nün bağımsızlığı kabul edilmiş ve Filistin Ulusal Otoritesi (PNO) kurularak o tarihte Türkiye de dâhil olmak üzere 100 ü aşkın ülke tarafından tanınmıştı. Aradan geçen 36 yılda yoldan bir Oslo süreci, iki indifada, Gazze’ye tanınan bir tür özerklik, nice kanlı çatışma ve çeşit çeşit arabuluculuk girişimi geçti. Mayıs 2024 itibarı ile 193 BM üyesi ülkeden 145 i bağımsız bir Filistin’i tanımış durumda.  Ancak şimdi istenen aynı zamanda BM güvenlik konseyinde bunun kabulü ve Filistin’in bağımsız bir devlet olarak BM e üyeliği. Bunun hemen olması kolay değil. İvedi bir ateşkes kabul edilse ve sürdürülebilse bile, masaya kimlerin oturacağı, hangi ülke veya ülkelerin aracı olacağı ve ister istemez müzakerelere nereden başlanacağı belli değil. Bıçak kemiğe çoktan dayandı ve sabır kalmadı. Dünyanın her köşesinden bağımsız Filistin devletine destek var. İsrail’in aşırı sağcı, insanlıktan uzak hükumeti içerden ve dışarıdan lanetlense bile bir de bazı gerçekler var. Aslında İsrail ve Filistin Otoritesi(PA) ICC dan bağımsız olarak bu sorumlular hakkında bir yargılama süreci başlatırsa, ICC kararı donmuş olacak. Tabii İsrail için bu hala açılabilecek bir kapı. Ama Hamas sorumlularını yargılayacak olan bir Filistin mercii yok. O zaman gel ICC bunları yakala ve yargıla. Bu bile işin başında, adına otorite dense bile Filistin’de bir otorite olmadığının veya otorite boşluğu olduğunun işareti. Demek ki önce Hamas ve El Fetih artık tek vücut olmalı ve aralarında birliği sağlamalı.

Tamamlanamayan Oslo Süreci

İsrail Filistin çatışmasının son 20 küsur yıllık geçmişinde hep yabancıların ön ayak olduğu uzlaştırma formülleri var. 1991 Madrid toplantısını izleyen Oslo bir süreci barıştan çok, tarafları birbirine ısındırmaya çalışan bir geçiş süreciydi. Yine de ilk yüz yüze görüşmeleri başlattığı için Oslo, Filistin-İsrail görüşmeleri açısından önemli bir süreçtir. PLO ilk defa Oslo süreciyle ulusal otoriteye(PA) dönüştü. İlk defa Oslo’da sorunlarla bire bir yüzleşen Filistin ve İsrail, süreç gereği bile olsa, ekonomik işbirliği yapmayı denedi. 1994 de imzalanan Paris Protokol’ü, iki devletli bir çözüme gidecek yolun başlangıcı değildi. Ama mutlaka önce “tek ülke –iki sistem” öngörmüş, ekonomik işbirliği ve gümrük birliğine ulaşan bir ekonomik bütünleşme önermişti.  1994 tarihli Paris Protokol’ü, Filistin’e, mali ve parasal özerklik öngörmüştü. Ama gümrükleme ve Filistin’in dış ticareti ile ilgili yetkileri İsrail’e bırakması ise büyük bir hataydı. Güvenlik gerekçeli bürokratik engeller yüzünden Filistinli üreticiler, değil dış piyasalara, Gazze’den ve Batı Şeria’ya bile ulaşamadı. Birkaç kalantor aile dışında Filistin ve özellikle Gazze halkı giderek fakirleşti. Fakirlik terörü besledi ve bir kısır döngü oluştu.  İsrail’in yeni Yahudi yerleşimleri ise sorunları kördüğüm haline getirdi. Bununla birlikte Oslo süreci, “B” planı olarak iki devlet düşüncesini her iki tarafa da telkin edip, müzakereleri başlattı. Oysa şimdi gelinen noktada hala müzakere gerektiren pek çok konu varken zemin çökmüş durumda. İsrail, ne kadar savaş suçlusu olarak kabul edilirse edilse, egemen bir devlet olarak kendisine bir sınır dayatmasını kabul etmeyecektir. Dolayısı ile İrlanda, İspanya ve Norveç üçlüsünün 1967 öncesi sınırlar koşulu, daha şimdiden havada.

Eksiklik ve Yetersizlikler Karşısında Zayıf bir Umut

Toprak bütünlüğünün olmaması veya ikiye bölünmüşlük devlet kurmayı kolaylaştırmıyor. İsrail topraklarını aşmadan Gazze ve Batı Şeria nasıl birleştirilir? Bu konuda hazırlanmış projeler var. Ancak bu güne kadar hiç biri hayata geçirilemedi. Ayrıca Orta Doğu’da yaygın olan bir hastalık Filistin’de de var: Birbirleri ile uzlaşamama, hemen çekişmelerin derin kuyusuna düşüp, çıkamama. Bu sorunu kısmen Arap Baharı sırasında yine dışardan gelen destekle biraz aştılar. Ama Nisan 2011 de aldıkları “bundan böyle ayrı gayrı yok” kararını, yine önce kendileri çiğnedi ve bağımsızlık için ortak bir adım atılmadı. Şimdi kan gövdeyi götürürken artık “kendi geleceklerini kendi avuçlarına alma” iradesi oluştu mu diye sormak kulağa hoş gelmiyor. Ama önce birbirleri ile barışmaları Filistin için şimdi bağımsızlığa uzanan en sağlam yol.  Bu yolda ilerlemek için ise bağımsızlığı başka ülkelerin gündemiyle değil, kendi milli iradeleri ile güvence altına almaları gerekiyor. Oslo süreci yıllarındaki devletleşme umuduna karşılık PA bağımsız bir Merkez Bankası, bir vergi idaresi, kamu hizmeti görecek başka kurumları kurmakta yetersiz kaldı veya gecikti. Şimdi toz-duman, kan ve gözyaşı arasında yine iki devletli çözüm gündemde. Ama silahlar mutlaka susmalı. Geçici “ateş kıs” yerine kalıcı ateşkes ilan edilmeli. Bağımsızlık BMGK dan geçse bile bir barış müzakeresi olacaktır. İşte o aşamada Filistin devletinin, kendi ayakları üzerinde durması ve yaşayabilmesi için, ilave toprak talebi yerine, ilk etapta ekonomik bağımsızlığı besleyecek kaynak olarak, Gaza-Marine doğal gaz sahası İsrail’den istenmeli. Bu bir coğrafi hak.

Tüm Sorunlardan daha Büyük Sorun: Kan Davası

Haber kanalları birkaç gündür savaşın en az 7 ay daha sürebileceğini duyururken, süreli bir ateşkes olmadan ve koşulsuz bir karar alınacağını sanmıyorum. Ama düşük bir ihtimalle bile olsa BMGK de Filistin devletinin bağımsızlığı kabul edilse bile, İsrail’in yeni devleti tanıması söz konusu olmayacaktır. Çünkü sınırlar sorun, Kudüs sorun, mültecilerin geri dönüşü konusu sorun. Toprak değiş tokuşu ayrı sorun. Hibe ve yardımların yolsuzluk çarklarında öğütülmesi kronik sorun. Ama asırlar öncesinden asırlar sonrasına en büyük tehdit olan en büyük sorun, hem İsrail, hem de Filistin’de olan ve birbirini besleyerek büyüten intikam kültürü ve ahlakı. Her iki tarafta da “kana kan, intikam” ateşi sönmedikçe, İsrail yeni yerleşim yerlerini kapayıp, Filistinlilere topraklarını geri vermedikçe, sömürgeci güç gibi hareket etmekten vazgeçip, Filistin’i uluslararası hukuk çerçevesinde tanımadıkça Filistin devletinin bağımsızlığı kalıcı bir barışı sağlamaya yetmeyecektir. Bağımsızlık sürecinde karşılaşılan zorluklarda Arap ülkelerinin ve bir örgüt olarak Arap Birliğinin, çeşitli gerekçelerle Filistin davasına yeterince destek vermemesinin de payı olduğunu kabul etmek gerekir. Oradan, buradan, Araplardan destek ve özellikle mali destek bekleniyorsa, dökme suyla değirmen ancak belli bir süre döner. Zengin Filistin diasporası da, zenginliği ile bilinen Hamas yöneticileri de pamuk ellerini ceplerine sokmalı. Hazırlığı ve kendi kaynağı olmayan bağımsızlıkla Filistin, ancak bir başka Sudan, Vanuatu veya Haiti olur çıkar.

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar