Eskiden kabadayılar vardı. Hatırlarsınız isimlerini: Arap Abdo, Kürt Cemali, Arap Hüsnü, Odesalı Kosti, Arnavut Cafer, Hasan Kirman, Hüseyin Heybetli İstanbul’da nam salmış olanlardı.
Karagöz Kemal, Sarı Veli, Kabadayı Mehmet, Boşnak Muharrem, İskender Çolak ve diğerleri Ankara sokaklarını mesken tutmuştu.
Haliyle Adana’ya ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Kabadayılık hak ettiği mertebeye Adana’da oturmuştur denirse abartı olur mu bilmiyorum. Ancak diğer illerle karşılaştırıldığında Adana yelpazesinin hayli zengin olduğu görülecektir. Kimlerin, hangi kabadayıların izi vardır Adana’da? Melez Ahmet, Asfalt Rıza, İnce Cumali, Falçata Kenan, Çamur Şevket, Köşker Tevfik ve diğerleri tabii ki.
Külhanbeyi/Kabadayı geleneği ile organize suç örgütü kavramı arasındaki fark bu yazının konusu değil. Ancak geçmeden söylenmeli ki külhanbeyi/kabadayı kavramı bilek gücü ve cesaretle tanımlanabilir. Diğeri ise sırtını devlete, siyasi iktidarlara ve daha çok da devletin karanlık tarafıyla iş çevrilmesinden doğan güçle.
Artık külhanbeyi/kabadayı yok. Organize suç örgütü var.
Ülke kaç zamandır Sedat Peker’in açıklamalarına kilitlenmiş durumda. İtiraf ve ifşaatları pek yabana atılır cinsten değil. Tabii bizler açısından bilinen, defalarca dile getirilen “iddiaların” cürüm ortaklarından biri tarafından ifade edilmesinin başka bir etki yaratması doğal. Anlatacak çok şey olduğu açık. Devamı gelecek mi, kimlere uzanacak, bekleyip göreceğiz. Pazarlık mı yapıyor diğer taraftan, bilemiyoruz.
Anlatılanlar tam da organize suç örgütü kavramına denk düşüyor. Külhanbeyi/kabadayı ile aradaki fark da bu sanırım. Bir taraftan Sedat Peker’in anlattıklarına bakıyoruz, diğer taraftan kabadayıların kamuoyunun karşısına çıkıp neler söylediğini okuyoruz. Fark ortaya çıkıyor.
Örneğin Hasan Kirman’ı öldüren ve onun yerine geçen Zakir Şakar olayı şöyle anlatıyor: “‘Ne bakıyorsun’ dedim. Bayağı bozulmuştum. “Bakarım. Sen bakılmayacak adam mısın?” dedi. Bıçağına davrandı. Ben de çektim tabancayı. Üç el ateş ettim. Korktu. Tabanları yağlayıp kaçmaya başladı. Düştüm peşine yorulmuştu. Bir taksiyi siper yaptı. Kapana kısılmıştı. Bir kurşun da kalbine çaktım. Kendisini İstanbul’un en namlı kabadayısı sanırdı. Şimdi en namlı ben oldum.”
Hepsi bu kadar işte. Ne yaşamışsa onu anlatıyor. Önü arkası yok, hesap-kitap yok. Pazarlık yok. Birilerine mesaj yok.
Hesapsız-kitapsız iş yapanlardan biri de Sultan Demircan. Soyadı tanıdık gelebilir. Bir dönem Beyoğlu Belediye Başkanlığı yapan Ahmet Misbah Demircan’ın amcasıdır.
Sultan Demircan Fenerbahçeli olarak bilinir. Cemil Turan’ın İstanbulspor’da parladığı sezondur. Yıl 1972’dir. Fenerbahçe’nin gözü Cemil’de, Cemil’in de gönlü Fenerbahçe’dedir. Ancak İstanbulspor Cemil’i Galatasaray’a satmayı düşünmektedir. Bu arada Cemil’in Galatasaray’a gitmek istemediği duyulur. Devreye Sultan Demircan girer. O yıllarda sık görüldüğü üzere Cemil’i kaçırır. Fenerbahçe’ye imza atana kadar başından ayrılmaz. Demircan bunun karşılığında kulüpten para ister. Eh emek vermiş, zaman ayırmıştır. Talebi karşılıksız kalmaz. Ancak talebin ardı arkası kesilmez. Bir iki derken yöneticiler talepleri duymazdan gelmeye başlar. Haliyle Sultan Demircan’ın tepesi atar. Fenerbahçe’nin Ankara deplasmanı için Kızılcahamam’da kamp yaptığı otel, Demircan ve adamları tarafından kuşatılır. “Ya Cemil ya para” diye tehdit eder Demircan. Yöneticiler, futbolcular korkar haliyle. Kulübün Ankara Temsilcisi Naci Barlas, Orgeneral Muhsin Batur’u arar. Ülke, Muhsin Batur’un da imzasını taşıyan 12 Mart darbe günlerini yaşamaktadır. Fenerbahçeli Muhsin Batur, takımı zor durumdan kurtarmakta tereddüt göstermez. Bir grup askeri Kızılcahamam’a gönderir. Kuşatma kalkar, takım rahatlar. Demircan daha sonra yeraltı dünyasındaki bir hesaplaşma nedeniyle öldürülür.
Evet kabadayıların futbol dünyasındaki yeri bu kadardı işte. Özellikle futbolcu kaçırma işlerinde devreye girer ve nafakalarını alır kendi dünyalarına dönerlerdi.
Uzun zamandır öyle olmadığı sır değil. Futbolun büyük para üreten bir sektör haline gelmesi ve paranın egemenliği altına girmesiyle masumiyetini kaybettiği açık. Kimse kendini kandırmasın. Ortada milyon dolarlar varsa derin ilişkilerin oraya uzanmaması mümkün değildir. Hele güç sahiplerinde takım aidiyeti varsa, kolların daha da uzun ve ellerin daha hünerli olacağı bilinmektedir.
Futbolun kaderini organize suç örgütlerinin ve onlarla iltisaklı siyasilerin belirlediği iddiasına dair neler söylenebilir? Bunu biz söyleyemeyiz haliyle.
Sedat Peker söyleyebilir mi? Evet söyler.
Futbol yönlendirildi mi? Şampiyonlar ve küme düşenler belirlendi mi? Hakem ve gözlemci atamaları adil ve liyakate uygun muydu? Hakemler ve futbolcular üzerinde baskı kuruldu mu? Kulüp genel kurulları ile federasyon genel kurullarına müdahale edildi mi? İddiada hangi dolaplar döndü? Ya menajerlik sistemi ve futbolcu transferi…
Evet bunların hepsini anlatabilir. Özellikle kulüplerin ve federasyon genel kurullarının belirlenmesinde “dış güçler” etkisine ilişkin onlarca gazete kupürü gösterilebilir. Bazı kupürlerde kendisinin de ismi geçiyor zaten.
Evet bunların hepsini anlatabilir. Pek çoğu kamuoyunun malumudur; tıpkı şimdiye kadar anlattıkları gibi. Hangisini ilk defa duyduk, şaşırdık. Futbola dair anlatacakları da bizler için aynı etkiyi yaratacak. Şaşırmayacağız yani. Sadece tescillenecek.
Evet Fenerbahçeliyim. Futboldaki kirlilik bizim takıma da bulaşmışsa, bunu da bilmek isterim. Hak etmediğimiz bir şampiyonluk mu, Allah göstermesin ama varsa böyle bir sezon kesinlikle bilmek isterim. Herkes istesin bence; her taraftar istesin.
Sonuç ne olur bilemem ama en azından büyük sevinçlere ve tarifsiz kederlere yol açan taraftarlığın vicdani hesabı görülebilir; bu da hayırlı bir iş olur.
Kim bilir, belki de ihtiyacımız budur.
Yorum Yazın